Arap devrimleri ve ABD-İsrail

Arap devrimleri ve ABD-İsrail

Tunus ve Mısır’da, yıllanmış diktatörlerin devrilmesine yol açmaları cihetiyle sonuca ulaşmış gibi görünse de sonrası için yeni istifhamlar getiren, Libya’yı kan gölüne çeviren, Yemen ve Suriye’de giderek tırmanan gerilimleri tetikleyen olaylarla ilgili olarak ilk akla gelen ve seslendirilen suallerden biri, “İşin perde arkasında Amerikan parmağı var mı?” idi.
Olayların ilk kıvılcımının, eski Tunus diktatörü Bin Ali ve ailesi hakkındaki yolsuzluk iddialarının WikiLeaks belgelerinde gündeme getirilmesiyle çakılmış olması, bu soruya zemin hazırlayan en önemli çıkış noktalarından birini oluşturdu.
Sonrasında olaylar hızlanıp yaygınlaşarak devam ederken ABD yönetiminin verdiği çelişkili mesajlar, zihinlerde işin bu yönüyle ilgili olarak net bir tablonun şekillenmesine engel oldu.
Ancak özellikle son zamanlarda bazı Amerikan yayın organlarında dile getirilen iddialar, hadiselerin gerisinde belirleyici olan “gizli eller”le ilgili dikkate değer ve önemli ipuçları verirken, ABD-İsrail silüetini de giderek belirginleştiriyor.
Özellikle de neocon-siyonist parmağını.
Meselâ Libya’da Kaddafi’ye karşı mücadele eden güçlerin “Yaşasın Amerika” sloganlarıyla karşıladığı kişinin, Amerikalı Cumhuriyetçi Senatör ve eski başkan adayı, katıksız neocon John McCain olması, bunun ilginç işaretlerinden biri.
Bu kişinin, bir seçim kampanyasında parasız kaldığında, Rotschild ailesinden cömert bir finans desteği aldığına ve kayınpederi üzerinden, bir diğer etkili Yahudi ailesi olan Bronfman’larla irtibatlı olduğuna dair bilgiler, bu işareti daha da ilginç kılıyor (Ardan Zentürk, Star, 25.4.11).
Libya’ya yönelik hava bombardımanını tek başına re’sen başlattıktan sonra direnişçileri ülkenin yeni yöneticileri olarak resmen tanıyan ilk ülkenin, Selânikli Mösyö Sarkozy’nin başkanlığındaki Fransa olmasının ardından, bu yöndeki “Biz de tanıyalım” tavsiyesini Obama yönetimine ileten ismin, McCain’e Libya ziyaretinde refakat eden neocon çete elebaşlarından Michael Rubin olması da bir diğer gösterge.
İşin bir başka garip tarafı, 41 yıllık diktatörlük koltuğundan devrilmek istenen Kaddafi’nin, direnişçileri “El Kaide” olarak niteleyip, “Ben gidersem İsrail başta olmak üzere bütün bölge sıkıntıya girer” şeklinde mesajlar vermiş olması.
Tipik bir “Kimin eli kimin cebinde?” durumu.
Anlaşılan o ki, Kaddafi’yi hem öcü gibi gösterip hem de bugüne kadar orada tutanlar, “Artık son kullanma tarihi doldu” diyerek, yeni kuklalarla yola devam etmek için düğmeye bastılar.
Diğer Arap ülkelerindeki olaylar için de benzer iddialar söz konusu. Meselâ Ron Nixon’ın 14 Nisan’da New York Times’ta “Arap isyanlarını ABD’li grupların desteği besliyor” başlığıyla yazdığına göre, Mısır, Tunus, Bahreyn ve Yemen’deki olayları örgütleyen lider kadroyu ABD Dışişleri ve Kongresinden finans desteği alan STK’lar eğitiyor (Erhan Başyurt, Bugün, 18.4.11).
Keza, son günlerde giderek tırmanan bir gerginliğe sahne olan Suriye’deki gelişmelerle ilgili bir iddia da Washington Post’ta yer aldı. Gazete, olayları tetikleyen muhalefet hareketini Amerika'nın finanse ettiğini yazdı (Yeni Asya, 19.4.11).
Bu parçalar birleştirildiği zaman, Arap devrimlerinin arkasında hangi güçlerin belirleyici ve yönlendirici olduğu, biraz daha netleşiyor.
Evvelce Ukrayna, Gürcistan, Kırgızistan gibi ülkelerde gerçekleşen renkli ve sivil devrimlerin benzerleri, şimdi Arap âleminde tekrarlanıyor.
Ülkeler farklı, ama ortak yönleri çok eskilere uzanan yıllanmış şahıs veya komite diktatörlükleri ile yönetiliyor olmaları ve bunun o ülkelerin halklarında meydana getirdiği bıkkınlığı isyana dönüştürüp, insanlardaki hukuk ve demokrasi özlem ve taleplerini kullanarak, yine kendi çıkarlarına göre işleyecek bir düzen kurmak isteyen global menfaat çetelerinin devreye girmesi.
Dileğimiz, halkların yine aldatılıp tuzağa düşürülmemesi ve gelişmeleri kendi inisiyatifiyle yönlendirecek bir şuurla hareket edebilmesi..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi