Ali Eyvaz

Ali Eyvaz

Işık içinde yat!

Işık içinde yat!

Henüz 42 yaşındayken Naziler tarafından bir toplama kampında seri işkencelerden geçirilen, ardından da kurşuna dizilen Georges Politzer konulu bir makale, “Işık içinde yat” şeklinde bir dua ile bitiyordu.

Kuşkusuz bu makaleyi yazan arkadaş seküler bir aşağılık kompleksiyle bunun bir “dua” olmadığını ve kendisinin de dua eden bir kimse olarak düşünülemeyeceğini söyleyecektir.
Ancak, “tam da dua maksadıyla söyledim, ne olmuş” diyerek aklınca bir şaşırtmacada bulunacaksa, o daha da vahimdir. Zira böyle bir söz, Politzer gibi adamlar için korkunç bir bedduadır.

Çünkü gerek Nazilerin ülkesinde, gerekse bizim ülkemizde ya da başka memleketlerde uygulanmış olan işkence yöntemlerinin başında “ışık içinde yatırma” tekniği gelir ve halen de oldukça popülerdir.

Elektrik, bilhassa siyasi tutuklular için bir aydınlatma aracından çok, sorgu masasının üstünde sallanıp duran çıplak ampul, filistin askısının vazgeçilmez tamamlayıcısı ve işkence sonrasında tutuklunun yarı baygın halde getirildiği pis bir hücrede sürekli açık tutulan bin voltluk projektör ışığıdır.

Belki bu sözlerim yine birilerinin güzel ve son derece temiz hatırına karikatür karakteri “Sami”yi getirecektir ama, “ışık içinde yat” saçmalığının hiç olmazsa ruhlarını işkencede teslim etmiş büyük şahsiyetlere reva görülmemesini talep etmek insanlık namına çok şey midir?

Bir düşünsenize; henüz “ışık içinde yat” sözünün icat edildiğinden habersiz olan bir hacı amca, farz-ı kifayedir diye Teşvikiye Camii’nde tanımadığı birinin cenaze namazına iştirak etse ve oradaki kara gözlüklü, kara şemsiyeli, kara libaslı hâzirun namaz bitiminde alkış tutup hep bir ağızdan “ışık içinde yat” diye haykırsa, yüce gönüllü bu mübarek adam “Vay be! Mevta’nın hayattayken canını yakmadığı kimse kalmamış” düşüncesinden başka ne geçirebilir kafasından.

Nurun “nur”, ışığın da “ışık” olduğu ve bu iki kelimenin kesinlikle birbirinin yerine kullanılamayacağı mukaddes Türkçemiz içinde birileri “aslında armut da bir elmadır” demek suretiyle ille de aptalca bir noktaya gitmek istiyorsa; o zaman “elma” realitesini de parçalaması gerekir. Zaten tıpkı Türk ve Türklük lafzı bahsinde olduğu gibi yaygın bir biçimde yapılan da bundan başka bir şey değildir.

“Elma” dememek için “kırmızı” veyahut “yeşil” veyahut “sarı” veyahut “tatlı” veyahut “ekşi” veyahut “mayhoş” diyerek elmayı kast ettiğini iddia eden kişinin durumu; acıktığında saman ve arpa kırığı isteyen sığırın çıkardığı sesin aynısını susadığında da çıkarmasına benzer.

Sığıra o an için lazım gelenin ne olduğunu bilmeyen birisi, eğer sığırın günlük yaşam periyoduna vakıf olan mal sahibini yahut çobanı ortalıkta göremezse, sığırın talep ettiğinin su mu yoksa saman mı olduğunu da elbette bilemez.

O halde “ışık içinde yat” lafını icat edenin her daim işinin başında olması ve her bir mevta için gerçekte ne demek istediğini belirterek, yanlış anlamalara karşı ahaliyi uyarması gerekmektedir. Yoksa kim nereden bilsin?

Hem birileri dilce mi konuşuyor, yoksa bedence mi?
Son söz niyetine:

“… Dilce susup
bedence konuşulan bir çağda
biliyorum kolay anlaşılmayacak
kanatları kara fücur çiçekleri açmış olan dünyanın
yanık yağda boğulan yapıların arasında
delirmek hakkını elde bulundurmak
rahma çağdaş terimlerle yanaşmak için
bana deha değil
belgeler gerekli
kanıtlar, ifadeler, resmî mühür ve imza…”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ali Eyvaz Arşivi