Washington'da ulusalcı mahalle baskısı

Washington'da ulusalcı mahalle baskısı

Geçtiğimiz çarşamba günkü yazısında Taha Kıvanç kendisi Ankara'da olduğu halde aklının Washington'da olduğunu söylemişti. Bense şimdi Washington'dayım ama aklım İstanbul'da. Aklımızla bedenimizi birbirimizden ayrı düşüren vakalar dur durak dinlemiyor.

Kıvanç'ın aklını Washington'a düşüren Pazartesi günü yapılan ve ünlü Hudson enstitüsünün de katılımıyla düzenlenen bir etkinlikte konuşulanlar. Şimdiye kadar konuşulanların muhtevasını fazlasıyla öğrenmiş olduğuna eminim çünkü toplantıda konuşulanlar Washington'da herkesin diline düşmüş bile.

Hatırlarsanız bundan önce başrolünü Zeyno Baran'ın oynadığı toplantıda konuşulanları Yasemin çongar'ın tek başına kararlı tanıklığı sayesinde öğrenebilmiştik de, çongar'ın tanıklıklarına yapılan pişkin itirazlar yüzünden haberin değeri uzun süre askıda kalmıştı. Oysa bu toplantı zaten halka açık olduğu için içeride konuşulanların dışarıya aksedişi neredeyse naklen olmuş.

Akseden bilgilerden en ilginç olanı, Amerikalılar terörle mücadele konusunda Türkiye'nin olumlu katkılarından ısrarla ve övgüyle söz ederken Türk tarafının böyle bir durumda kendilerinden beklenebilecek bir memnuniyeti ifade etmek yerine tam aksi bir yol tutturmaları olmuş. Yani Türkiye'nin özelikle ABD'nin düşmanı olan el-Kaide terörüyle mücadele konusunda kendisinden bekleneni yapmadığına dair Amerikalıları ikna etmeye çalışarak bir bakıma Türkiye'yi ABD'ye ihbar etmeye çalışmışlar. İhbar ne kelime bir mahalle baskısı kurmaya çalışmışlar.

Tabii bununla Türkiye'yi değil sadece AKP'yi ihbar ettiklerini düşünmüşler. Ama ABD'nin Türkiye'yi PKK konusunda desteklediği halde şimdiye kadar el-Kaide'ye karşı Türkiye'den ABD'ye mislince bir desteğin gelmemiş olduğunu söylemekle ne ummuş olabileceklerini düşünmeden edemiyor insan. İki konuyu simetrik bir düzeyde düşünebilmenin çarpıklığı bir yana, bu konudaki yargılarını düzeltmek de yine ABD'li katılımcılara düşmüş. Türkiye'nin şimdiye kadar ABD'ye el-Kaide ile mücadele konusunda hiçbir desteğini esirgememiş olduğunu söyleyerek Türklere karşı Türkiye'yi savunma rolünü çalmışlar.

İşin boyutlarını tasavvur edebiliyor musunuz? Her zeminde Türkiye'yi temsil etme ve gereğinde savunma görevine sahip olan Türk büyükelçisinin Baran'ın konuşmasına kalmadan konuşmasını bitirip çıkmış.

Bu arada benim aklımı İstanbul'da bırakan konu ise konuşmacı olarak davet edildiğim halde ABD ziyaretim dolayısıyla katılamadığım, Şerif Mardin'in "mahalle baskısı" konusunda söylediklerini tavzih edeceği toplantıydı. "Mahalle baskısı tezini ortaya atmakla ne demek istedim?" sorusuna cevap verecekti Mardin, diğer katılımcılar da onun kast ettikleri üzerine bir tartışma yürütecekti.

Aslında Mardin'i aklıma düşüren asıl olay sadece İstanbul'daki toplantı değil. Bugünlerde ABD'deki en çok satan kitaplar arasında yer alan bir kitabın yazarının kimliği ve tezlerinin Mardin'in yıllar önce sivil toplum kavramı hakkında yazdıklarında ulemaya veya İslam hukukuna atfettiği anlamlarla olan şaşırtıcı yakınlığıydı… Harvard Hukuk Fakültesinde öğretim üyesi olan Noah Feldman The Fall and Rise of the Islamic State (İslam devletinin düşüşü ve yükselişi) isimli yeni çıkan kitabında bugünlerde Amerikan dış politikasının sembol kavramı haline gelmiş olan Islamofaşizm kavramının Amerikalılar için nasıl bir hasta ruh halinin sonucu olduğunu anlatıyor. Ardından, .bilinenin aksine, aslında şeriat kavramının 18. yüzyıla kadar Müslümanlar arasında pek yaygın bir kavram olmadığını, o zamana kadar şeriat denildiğinde sadece gayr-ı müslimlerin hukukunun anlaşıldığını söylüyor.

Müslümanlar arasında Şeriat kavramı ilk kullanılmaya başlandığında bile bu hiçbir zaman bugün zannedildiği gibi el, baş kesmek veya kadınlara ayrımcılık anlamına gelmiyordu. Aksine genellikle mağdur ve alt tabaka halkların eşitlik, hukuk, insan hakları gibi başka taleplerine denk düşüyordu. İnsanlar Şeriat istediklerinde de öyle İslam hukukunun detaylı bir uygulamasını değil sadece adalet isteklerini ifade ediyorlardı.

Ne garip, bu sözleri Mardin'in sivil toplumla ilgili yazdıklarında çok önceleri okuduğumu hatırladığım için yeni bir bilgi gibi gelmedi, ama tabii ki bunları bugün Amerika'da söyleyenin kimliği bu sözleri yepyeni kılıyor.

Feldman, bugün İslam dünyasındaki şeriat taleplerini basitçe bazı biçimsel kuralları uygulama talebi gibi görmenin yıllardır İslam dünyası hakkında Batılıları basitçe yanılttığını ifade ediyor. Aksine bu talepler bugün İslam dünyasındaki otokratik rejimlere karşı daha fazla demokratikleşme, anayasallaşma, adalete uyma ve hatta modernleşmeye yönelik bir halk baskısını ifade ediyor.

Böylece bütün tarihsel analizleri Mardin'inkiyle bir paralellik gösterirken Feldman, Müslümanlara yönelik daha empatik veya belki hermenötik bir bakışa davet ediyor. Kimliğinin daha önemli yanı ise onun ABD'nin en etkili düşünce kuruluşu Council on Foreign Relations'in kıdemli üyesi olması.

Bu söyledikleriyle tabii ki kendi mahallesinden bir baskıya maruz kalmamış değil Feldman. Onu şiddetle eleştirenler var, onu İslamcıların Truva atı gibi değerlendirenler de… Ama bu "mahalle baskıları" ne onun fikirlerini değiştirmeye yarıyor, ne de fikirlerinin yer aldığı kitabın bugün ABD'de en çok satan kitaplar arasında yer almasını engelleyebiliyor. Amerika galiba mahalle kurallarının farklı işlediği bir yer.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi