Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Türküler Modernist Kafayla Dinlenilmez

Türküler Modernist Kafayla Dinlenilmez

Allah aşkına söyleyiniz! Modern hangi edebî metinde ve mûsikide iki mânaya gelen “sen ağlama kirpiklerin ıslanır / ben ağlayım ki belki gönül uslanır” diyen ve sûreti aşıp aşktaki teslimiyetin “yedinci kat” ötesini ifade eden bir cümle kurulabilir.

“Sen bağ ol ki ben de o bağın gülü olayım” diyor türkümüz. Yani, cennet anlamına gelen bağın bir nadide parçası olan gül olmak istiyor âşık. Dahası, “sen efendi ol, ben de kapın da kul olayım” diyebiliyor irfan sahibi Hakk âşığı.

Türküde geçen “efendi, “kul” ve “kapı” kelimelerinin, modernistlerin materyalist ve homo-ekonomikis düşünceden ürettikleri “padişah-kul” ve “patron-işçi” kavramlarıyla uzaktan yakından bir alâkası yoktur. “Efendi”, Efendimiz (s.a.v)’in cemal varlığından başlar, mübârek bir sevgili olan ilahî ve beşerî her mâşuk (âşık olunan) olabilir. “Kul”, Lûgatcesi “Allah’a nazaran kul.” Türküdeki mânasıyla gönül cihetinden bende ve râm olan kişidir; ezilen ve zorla hizmet ettirilen köle değildir. “Kapı” ise türküdeki tedaisi ile dergâh, tekke, manevî bir ikametgâh. Kapının mânası çoktur medeniyetimizde: Dil Kapısı, Gönül kapısı, Uhrevî kapı…

Gönülleri ve vicdanları pozitivist bir mantığa göre güdülen modernist zümrelerin bu türküyü anlamaları mümkün değildir? Dahası modern-seküler bir kafayla, bir sevgiliye, bir mübârek kişiye gönülden teslim olan insanın aşkınlığı idrak edilemez. Mübârek türkümüze bir daha kulak verelim:

“Hümâ Kuşu yükseklerden seslenir / Yâr koynunda bir çift suna beslenir / Sen ağlama kirpiklerin ıslanır / Ben ağlayım ki belki gönül uslanır / Sen bağ ol ki ben bahçende gül olayım / layık mıdır yanıp yanıp kül olayım / Sen efendi, ben kapında kul olayım / koy desinler bu da bunun kuludur.”

“Hümâ kuşu”nun lûgatçesi, “üzerinden uçtuğu kimselere devlet ve mutluluk getirdiğine inanılan kuştur. Tasavvufta, mâna katının yükseklerinde seyr u sülûk eden, enginlere sığmayan sâliki temsil eder. Kimi zaman Hümâ kuşu gibi yükseklerde uçup mağrurlaşan bir hâlin ifadesidir.

Türküdeki mânasıyla, âşık, Hümâ kuşu gibi yârine sevdasını vecdin en yüksek yerinden, yani aşkın en derin cihetiyle ifade eder. Yârin ağlamasına gönlü razı olmaz. Ben ağlayıp niyaz edeyim ki, belki âşık gönlüm felah bulur, rahatlar. Yârine, sen bağ, yani cennet veya cennetden bir yer ol ki, ben de orada gül olayım. Gül olmak arzusunda bir mânada Efendimiz (s.a.v)’e telmih var ve imrenme vardır.

Modern zihniyette “dost” yoktur, “partner” vardır. “Dost”, medeniyetimizde ve derûnumuzda sevip saydığımız, yokluğunda hasretini çektiğimiz bir gönül insanıdır ki, ona olan meftunluğumuzu ancak şu yanık türküyle anlatabiliriz:

“Bin cefalar etsen almam üstüme oy / Gayet şirin geldi dillerin dostum oy / Varıp yâdellere meyil verirsen oy / Kış ola bağlana yolların dostum dostum.”

Türkünün ezgileştirdiği bu sevgi, bu gönül dostluğu, bu icazlı ve sanatlı ifade, dahası bu Türkçe, hangi modern nesir ve şiirde olabilir? Bin cefasına razı olduğu dostuna, gurbet ellere meyledip dönmezsen “kış ola bağlana yolların dostum” diyerek gönlünün en derin, en âşkın yerinden sesleniyor.

Yine modern dünyada, bin yıllık tasavvufla yoğrulmuş “tabib”in vasıf ve hususiyetlerini gönlümüzdeki yaralara merhem olmayan, çatık kaşlı, general edalı yalnızca neşter ve ilaç bilen “muasır” Avrupa’nın doktor” larına dönüştürdüler. Ehl-i irfan bilir ki, “tabib” tasavvuftaki gibi türkülerde de ermişliği olan mürşit ve şeyh mânasındadır: Tabib-i ruhanî. Âşık kimi zaman türküyle de derdini ona açar, içindekini döker: “El vurup yâremi incitme tabip / Bilmem sıhhat bulmaz hicraneler var / Dest vurup da yârem eylersin derman / Her can kabul etmez viraneler var / Vay dünya dünya yalansın dünya / Yalan ile yalan olansın dünya...”

Diyor ki âşık: Yaralı gönlüme “dest vurup”, yani el atıp çâre bulmak istersin. Fakat kendini göstermeyen nice gönüllerde iflah olmaz hicraneler, yani şiddetli dost ayrılığından, hicranından dolayı aşk acısı çekenler var. Aşk derdinden her canın, yani ruhun katlanamayacağı yıkılmış, viraneye dönmüş, perişan ve harap olmuş kişiler var. Bu dünya yalandan ibaret vefâsız bir yerdir.

Sevdasından vecde geçmiş, sevdiğini dünyanın her nesne ve varlığından kıskanan bir âşık yüreğin dilinden ancak şu türküyü duyabilirsiniz: “Mühür gözlüm seni elden / Sakınırım kıskanırım / Uçan kuştan esen yelden / Sakınırım kıskanırım / Yağan kardan esen yelden / Sakınırım kıskanırım.”

Gönlü, kelimeleri ve muhayyilesi modernizmin kirliliğine bulaşmış zavallı nesil, hulûs-ı kalple sevdiğine “mühür gözlüm” demeyi akıl edebilir mi? “Mühür gözlü”, iri ve siyah gözlü” demektir. Sevgilinin gözlerinin “mühre” benzetilmesi mânasız değildir. Dîvan Edebiyatı’nda mühür “sevgilinin ağzı ve dudakları”dır. Siyah, kültürümüzde “fena talih, hüzün” mânasına gelse de, âşık dilinde sevgilinin siyah gözlü olması, bakışı sonsuz geceler gibi derûna çekici ve maverayı hatırlatıcıdır.

Türkülerin dilini, kaynağını ve derûnunu bilmeyenler ne bahtsız insanlardır.

----------- ------------------ --------------

TEŞEKKÜRNÂME: Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Başkanı, geçmişte İstanbul Müftü Yardımcılığı da yapan mütevazı Hoca Prof. Dr. Recep Dikici’nin teveccüh edip e. mail adresimize gönderdiği değerli eseri “Hazret-i Mevlâna ve Mevlevîlik” adlı kitabın özetini okudum.
Bölüm başlıkları ve özet açıklamalardan âcizane anladığım kadarıyla akıcı bir üslûp ile ele alınan mevzular zengin ve etraflıca çok yönlü işlenmiş. Bölüm başlıklarından da anlaşılacağı üzere adı geçen kitap, her ehl-i irfana, Pîr Hz. Mevlâna eliyle inşa edilen tasavvufun o maveraî zamanlarını yaşatacak ve yeni bilgiler kazandıracak derinliktedir.

Bölüm Başlıkları: “Hz. Mevlâna’nın Yaşadığı Devredeki Kültürel Faaliyetler”, “Hayatı”, “Edebî Şahsiyeti ve Eserleri”, “Eserlerinden Seçmeler”, “Mevlâna’nın Muasırı Mühim Şahsiyetler”, “İslâmiyet ve Mevlâna (İnanç ve İtikâdı)”, “İbadeti”, “Ahlâkı”, “Hikmetli Sözleri”, “Nasihatları”, “Kerâmetleri”, “Menkıbeleri”, “İbretli Hikâyeleri”, “Münacatı”, “Mevlevîlik”, “Mevlâna’nın Arapça Duaları” önemli başlıklar olarak yer almaktadır.

Muhterem insan Prof. Dr. Recep Dikici’ye Konya’da Haziran 2011’de yayınlanan kıymeti haiz eserinden dolayı teşekkür ederim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Doğan İlbey Arşivi