İslamcılık ve modernlik

İslamcılık ve modernlik

İslamcılığın beşeri halleri üzerine konuşmaya devam ediyoruz.

İslamcılığın beşeri hallerini vurgulamanın önemi, onun hatadan muaf olmadığını, dolayısıyla yapılacak eleştirilerin karşısında duygusal bir savunmaya gerek olmadığını da söyleme gereğinden ileri geliyor. İslamcılık İslam'ın tamamı veya kendisi değil, İslam hakkındaki bir yorumdur ve tabii ki bu yanıyla tarihsel bir harekettir. Bir yorum olarak da tabiatı itibariyle çoğullaşabilir, birbiriyle rekabet eden hatta yer yer çatışan farklı görüşlerce temsil edilebilir.

19. yüzyılda bilhassa devletin bekası derdiyle ayrıca dertlenmiş ve neredeyse bu dertle ifade edilmiş olan İslamcılığın devletin dirliği için gerekli olan yenileşme arayışlarını da bu yolların meşruiyetini de yüklenmiş olması şaşılacak bir şey değil.

Bu zamandan yola çıkarak eleştirisi yapılabilir elbet, ama bağlam farkı hesaba katılarak. Bu dönemde toplum için, devlet için gerekli görülen ne kadar "yeni" şey varsa onun ithali veya icadı bizzat İslamcılar veya ulema tarafından meşrulaştırılır. Bundan dolayı İslamcılık aslında Türkiye'de bir bakıma modernleşmeyle birlikte gelişen bütün cereyanların eşiği olmuş. Sosyalizmden liberalizme, milliyetçilikten asrileşmeye bütün eğilimler kendilerini İslam üzerinden meşrulaştırmanın yollarını da aramışlar.

Yerlilik kıstası kadar, modern veya modernist bir hareket olup olmadığı İslamcılığın eleştirisinde baz alınan başka kıstaslardan biri. Modernlik eleştirisine oldum olası mesafeli dururum. Çünkü bu eleştiri ekseni, giderek belli bir zamanda olup biten her şeyin üstüne "modernlik" diye bir markayı yapıştırarak modernist bir zihniyet biçiminin marka değerini yükseltmekten başka bir şey yapmış olmuyor.

Hayatın en sıradan gelişim ve değişimlerine "modernlik" deyince, modern olmayan hiç bir şey kalmıyor zaten. Giderek modernlik son ikiyüzyıl içinde olup biten herşeyi zorunlu olarak kuşatan bir evrene dönüşüyor. Bir evren olarak tasavvur edildiğinde ondan kaçış da olmuyor aslında ama bir de modernlik karşıtlığı gibi bir yükün altına girmişseniz, geriye sadece absürd, hayatla bağı olmayan, ütopik tasavvurlara meyletmeniz kalıyor. Çünkü nasılsa yaptığınız veya düşündüğünüz herşey o modernlik evreninin içinde cereyan ediyor olacak.

İslam adına bu yükün altına girdiğinizde hayatla bağı olmayan, yedinci yüzyıl Arabistan'ına ait, bu çağa hiç bir şey söylemeyen bir din imgesinin temsilciliğinesoyunmuş olursunuz. Bu da bir tür "içselleştirilmiş oryantalizmi" islam adına yüklenmekten farksız oluyor. Oysa İslamcılığın iddiası İslam'ın bir hayat dini olduğudur, her çağa söyleyecek makul, uygulanabilir, ulaşılabilir hedef, inanç ve pratikleriyle bir din olduğudur.

Bazı İslamcı çevrelerin modernlik eleştirileri görünürde katı bir batı-karşıtlığını dillendirirken bir yandan da batılı modernlik karşıtı ilteratüre dayanıyor olmaları manidardır. Batının kendi iç rahatsızlıklarından kavgalarından veya eleştirilerinden İslam'ın batıyla kavgası için fırsatlar devşirirken çok dikkatli olmak gerekiyor. Bazı batılı entelektüellerin kendi geleneklerine yönelttikleri bütün eleştirileri Müslümanlar paylaşmak zorunda değil halbuki. Hele bu eleştiriler üzerinden bir fıkıh geliştirmeye kalkışmak çok tehlikeli bir hal alabiliyor. Batılı entelektüeller sekülerizmi "dünyanın büyü bozumu" olarak tanımlıyor mesela. Dünyanın büyü bozumu Batılı pagan geleneklere nostalik bir hasretle bakan bir Batılı entelektüel için gözyaşı dökülecek bir hadise olabilir, ama bunun tasası hangi Müslümana düşer? Bazı İslamcıları da etkisi altına alan sekülerizm analizlerinin bir kısmı, gariptir ama, bu söylemlere dayanıyor.

Hatırlamamız gereken modernlik denen şeyin herşeyden önce yaşanan dünyayı tasavvur ederken geliştirilen bir kavramsallaştırmadan ibaret olduğudur. Hiç de Müslümanlar tarafından yapılmamış olan bu kavramsallaştırmanın hangi kaygıları gözetiyor olduğunu hesaba katmadan bir İslami fıkıh kategorisi gibi değerlendirilmesi tuhaf sonuçlara yol açar.

İslamcılık bu açıdan bakıldığında da bir modern harekettir elbet. İddiası zaten İslam'ın yeni zamanlar için yeni şeyler söyleme gerekililiğidir.

Geleneklerden bir kopuş içinde midir? Bu, gelenek kavramını nasıl anladığımıza bağlı tabi. Bir bakıma zaten bir geleneğin içinden gelerek, o gelenekle bir etkileşim ve tepkileşim halinde söyler söyleyeceklerini. Ne kadar eleştirel olsa da o geleneğin içinde bir anlam ve bağlam kazanıyor. Ama yeni şeyler söylemek lazım geldiği iddiası da belirleyicidir çıkışında.

İslamcılığı eski köye yeni adetler getiren türedi veya yabancı olarak yaftalama çabaları çok daha köklü bir eleştiriyi hak ediyor aslında. Bu eleştirilerde başvurulan otantisite jargonu kendinden menkul bir iktidar dili içeriyor, ama bu dil tuhaf zamanlarda hiç de hayra alamet olmayan tuhaf işler yapmaya da istidatlıdır. Oysa söylemek gerekir mi bilmem, sözümona (aslında) tahayyül edilen geleneğin içindeki seçilmiş isimler de kendi zamanlarına göre yeni şeyler söylemiş, yorumlarda bulunmuş şahsiyetler.

Başka türlüsü nasıl mümkün olur ki? Rumi'nin "düne dair ne varsa eskide kaldı, şimdi yeni şeyler söylemek lazım" sözü nasıl anlaşılıyor acaba?

Dolayısıylaİslamcılığın tabii ki yeni şeyler söylüyor olması kadar bazı tarz ve inançlarla, yerlici düşünce tarzlarıyla bir çatışma veya gerilim içinde olması kaçınılmaz bir şey. Bu gerilim aslında en kadim zamanlarda bile hep varolmuş, hiç bir zaman yok olacak gibi de değil. Bu gerilimin daha geleneksel, daha kadim veya daha yerli olduğu tartışması İslamcılık açısından sadece gereksizdir, yoksa mevzu açılmaya görsün, referansını Hz. Peygamber'e, İbrahim'e hatta Adem'e yapan bir hareketten daha geleneksel ne olur?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi