Tasadduk Kültürü/Medeniyeti

Tasadduk Kültürü/Medeniyeti

çok değil, bir iki nesil öncesine gittiğimizde Türkiye’de yaşayanların şimdikinden daha insani ve daha çok ahlaki değerleri taşıdığını görürüz. Belki çok zengin ve varlıklı değil ama, yarım ekmeğini bile bölüp paylaşmayı insanlık borcu bilirdi. O dönemlerde çekilmiş filimler bile bize çok uzakta kalan komik görüntüler gibi geliyor artık.
İnsanlıkmış, acımakmış, yardımlaşmış, dayanışmakmış… “Geç bunları” diyenlerin sayısı gün geçtikçe artıyor. Artık gazete ve televizyonlardan annesini nasıl öldürebileceğini öğrenmek için internet sitelerinde anket düzenleyen ve her gün annelerini katleden gençlerin haberlerini okuyoruz.
Canavarlaşan bir dünyada, leş kargalarına bile rahmet okutacak azgın, vahşi, kudurmuş zalimler, her alanda hızla artıyor. Dünya, yardım kampına ulaşmak için son çırpınışlarını veren ve akbabaların da ölmesini beklediği çocuğun o çok özel anını ölümsüzleştiren fotoğrafçıyı ödüllendiriyor. çocuk kimsenin umurunda değil…
İşte tasadduk kültürünü kaybetmiş, medeniyet ötesi bir dünya…
Tasadduk, diğerkâmlık ve fedakârlığın fiiliyata yansımasıdır. İnsanlık, paylaştıkça yükselir, değeri artar. Paylaşamadıkça, birbirini yemeye başladıkça vahşileşir ve değersizleşir. Yüz binlerce kişiyi dikenli sopalarla mı; yoksa atom bombalarıyla mı öldürmenin daha medeni olduğunu tartışmak ne kadar anlamlıdır?
Medeniyet, dünyayı kaç kez yerle bir edebilecek güçte silahlar üretmekte, Ay’a, Mars’a insan göndermekte değil; dünyada kaç kişinin açlıktan, susuzluktan, ilgisizlikten, kimsesizlikten, soğuktan, hastalıktan ve savaştan ölüp ölmediğinin hesabında aranmalıdır.
Medeniyet, hak ve hukuk ayaklar altına alınmadığı, insanlar dini inançları gereği tercihlerinden dolayı horlanıp, sosyal hayattan dışlanmadığı, ekonomik veya siyasi çıkarlara dayalı hükümlerin ve güce dayalı oyunların oynanmadığı zaman gerçek medeniyettir. Yoksa bir seraptan başka bir şey değildir.
Dünya Müslümanlarla birlikte medeniyeti gördü. İslami değerlerden uzaklaştıkça vahşeti sonuna kadar yaşadı.
Batıda insanlar akla hayale gelmedik işkencelerle öldürülürken, İslam dünyasında insanlar, adalet ve huzur içinde mutluluğu paylaşıyorlardı. Bu yüzden İslam devletleri yüzlerce yıllık uzun bir ömre sahip olmuşlardı. İslami değerlere bağlılığı oranında ömürlerine ömür katılmış, İslami değerlerden uzaklaştıkları oranda da tükeniş ve kaçınılmaz sonla baş başa kalmışlardı.
İslam yardımlaşmayı ve paylaşmayı sadece Müslümanlar arasında değil tüm insanlığa teşmil ediyordu. Hz. Peygamberimiz (s.a.v.) “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” Derken sadece Müslüman komşuyu kastetmiyordu.
Köleyi, esiri, yolda kalmışı kurtarmak, açı, yoksulu doyurmak, hastayı sağlığına kavuşturmak için onun kimliğine bakılmaz. En yakınlarımızdan başlamak üzere ihtiyaç sahiplerini görmek ve gözetmek her müslümanın görevidir. Herkes imkânı ölçüsünde mükelleftir. İlk inen surelerde hep yardım ve açları doyurma teşvik edilmiş, bunları yapmayanlar kınanmış ve insani değerleri yönünden eleştirilmişti.
“Seni yetim bulup, barındırmadık mı? Yolunu şaşırmış bulup yol göstermedik mi? Fakir bulup zengin kılmadık mı? Şimdi yetimi hor görme, isteyeni azarlama!” (Duhâ Suresi, 6-10) Bu sana yakışmaz. Rabbinin nimetini onlarla paylaş.
“Gördün mü din gününü yalanlayanı, Yetimi itip kakan işte odur. Düşkünü doyurmaktan hoşlanmaz. öyleyse yazıklar olsun o namaz kılanlara. Kıldıkları namazdan gafil olanlara... Gösteriş yapanlara... Ufak tefek yardıma bile engel olanlara... “ (Mâûn Suresi)
Ahirete inanmanın göstergesi sahip olduklarımızı paylaşmaktır. İbadetlerimizin gerçek anlamını bulması da yine buna bağlıdır.
Yaptığımız iyiliği çok görerek başa kakmak veya başkalarını bu iyiliğimizle kendimize bağlamak veya gösteriş için yapmamalıyız. çünkü bu Allah katında kabul edilmez:
“Güzel bir söz ve af, peşinden eziyet gelen bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah, zengindir, şefkatlidir.
Ey iman edenler, Allah'a ve ahiret gününe inanmadığı halde, insanlara gösteriş için malını harcayan adam gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın. Bunun durumu, üzerinde biraz toprak bulunan bir kayaya benzer ki, şiddetli bir sağanak iner de onu kupkuru bırakır. Onlar, kazandıklarından bir şey elde edemezler. Allah inkarcı topluma yol göstermez.
Mallarını, Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak ve kendilerinde olan (imanı) sağlamlaştırmak için harcayanların durumu ise, yüksekçe bir tepede bulunan, oraya sağanak yağmur isabet edince meyvelerini iki misli veren bir bahçeye benzer. Sağanak yağmur olmasa da orada bir çisinti vardır. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.” (Bakara, 263-264)
Yaptığımız tasadduk sadece âlemlerin Rabbinin rızasına ulaşmak için yapılmalıdır. Allah yaptığımız bu tasadduku kat kat fazlasıyla bize iade edecektir.
“Adaklarını yerine getirirler ve şerri çok yaygın olan bir günden korkarlar. Sevmelerine rağmen yemeği düşküne, yetime ve esire yedirirler. Biz, sizi sadece Allah rızası için doyuruyoruz, sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz. Biz, korkunç şiddetli bir günde Rabbimizden korkarız.
Allah da onları o günün şerrinden korumuş ve onlara bir parıltı ve sevinç bahşetmiştir. Sabrettikleri için onları cennet ve ipek ile ödüllendirmiştir.” (İnsan, 7-12)
“Mallarını Allah yolunda harcama yapanların durumu yedi başak bitiren, her bir başakta yüz tane bulunan bir tohuma benzer. Allah, dilediğine kat kat verir. Allah lütfu geniş olan ve her şeyi bilendir.
Mallarını Allah yolunda harcama yapıp, sonra da verdiklerinin ardından başa kakmayan ve eziyet etmeyenlerin, Rab'leri katında mükâfatları vardır. Onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.” (2/Bakara, 261-262)
“İyilik yapıyorum, tasaddukta bulunuyorum” diye, kokmuş, çürümüş, kullanılmaz hale gelmiş şeyleri vermek aslında kişinin hem kendisini, hem Allah’ı hem de ihtiyaç sahibi olan kimseyi aldatma girişiminden başka bir şey değildir. Yüce Rabbimiz bu konuda bizi uyarıyor:
“Ey iman edenler!
Gerek kazandıklarınızın ve gerekse yerden sizin için çıkardıklarımızın iyilerinden bağışta bulunun. Gözünüzü kapatmadan alamayacağınız kötü malları vermeye kalkmayın. Bilin ki Allah, hiç bir şeye ihtiyacı olmayan ve hamd edilmeye layık olandır. “ (Bakara, 267)
Sözlerimizi Bakara Suresinden 270-274. ayetleriyle bitirelim. Tasadduk konusunu bu ayetler ne güzel özetliyor:
“Nafakadan her ne infak etmiş veya adaktan ne adamışsanız, şüphesiz Allah onu bilir. O gün zalimler için hiç bir yardımcı yoktur.
Eğer sadakaları açık olarak verirseniz o, ne güzeldir. Şayet onu gizleyip de fakirlere verirseniz, o da sizin için hayırlıdır. (Allah bununla) günahlarınızdan bir kısmını bağışlar... Allah, yaptıklarınızdan tamamıyla haberdardır.
(Ey Muhammed) Onları hidayete erdirmek senin üzerine borç değildir. Fakat Allah, dilediği kimseyi hidayete erdirir. İyilik olarak her ne verirseniz, o kendiniz içindir. Zaten siz, yalnız Allah'ın rızasını kazanmak için verirsiniz. İyilik olarak ne verirseniz haksızlığa uğratılmaksızın (bunun karşılığı) size eksiksizce ödenecektir.
(Sadakalar) Allah yolunda mahsur kalmış, kazanç için yeryüzünde dolaşamayan, çekingenliklerinden dolayı, bilmeyenlerin onları zengin zannettikleri, senin de simalarından tanıdığın, yüzsüzlük edip insanlardan istemeyen fakirler içindir. Hayır olarak ne harcarsanız, şüphesiz Allah onu hakkıyla bilir.
Gece ve gündüz, gizli ve açık olarak mallarından verenler, işte onlar için Rab'leri katında mükâfatlar vardır! Onlara korku yoktur, mahzun da olmayacaklardır.” (Bakara, 270-274)

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi