Türkler, Araplar ve algı meseleleri

Türkler, Araplar ve algı meseleleri

Türkiye hakkındaki algılarla ilgilenmek önemli. Son zamanlarda kamu diplomasisi diye bir alan ülkelerin kendileri hakkındaki algıların yönetimine özel olarak odaklanmakta. Oysa önceki yazımda bundan daha önemlisinin bizim başkaları hakkındaki algılarımızın farkına varmak olduğunu söylemeye çalıştım. Avrupalıların Türkiye hakkında neler söylediklerini çok önemseriz ve tepkilerimizi sıcağı sıcağına veririz de, örneğin, Avrupalılar hakkında Türkiye kamuoyunda yer alan haber veya yayınların nasıl bir algıya dayandığını hiç sormayız. Çok daha beteri Araplarla ilgili oluyor. Arap dünyasında Türkiye hakkında çıkan yayınlarla, Türkiye'de Araplar hakkında çıkan yayınları karşılaştırmak bu açıdan kendimize bakmak için iyi bir vesile oluşturabilir.

Riyad'da Kral Faysal İslami Araştırmalar Merkezi'nde konferanstan sonra sohbet ettiğimiz yetkililerle cevabını aradığımız temel soru, Araplarla Türkler arasında gereken miktarda bir yakınlaşmanın önündeki engellere dairdi. Bu alanda yapılabilecek çok şey olduğunda mutabık kaldık. Konuşmamın bir bölümünü Türkiye'de son zamanlarda Yüksek Öğretim alanında yapılan açılımlara (başörtüsü yasağının kalkmış olması, üniversite sayısının ikiye katlanmış olması ve eğitimin kitlelere yayılması suretiyle Türkiye demokratikleşmesinin sosyolojik zemininin oluşturulması gibi) ayırmış olduğum için, özellikle bu alandaki iletişim ve işbirliği eksikliğine dikkat çektiler.

Örneğin, hâlihazırda 138 bin Suudi Arabistanlı öğrenci dışarıda okumakta ve her yıl dünyanın birçok yerinden üniversiteler Suudlu öğrencileri kendilerine çekmek üzere buraya üsler kuruyor, ama Türkiye'den hiçbir üniversitenin bu yönde bir çalışması yok. Oysa uygun üniversite ortamının var olduğu bilindiği takdirde Türkiye'nin Suudlu öğrenciler tarafından diğer bütün ülkelere tercih edilebileceğini anlattılar. Buradan özellikle YÖK ve İngilizce eğitim vermekte olan bütün üniversitelerimize duyuralım.

Israrla dile getirilen başka bir talep de Türkçe kurslarının açılmasına yönelik oldu. Arap gençleri arasında son zamanlarda bu konuda Türkiye'ye yönelik büyük bir ilgi oluşmuş durumda ama bu talebi karşılayan doğru dürüst bir arz yok. Merkezle çok yakın ilişkisi olan ve Türkiye'de Arapça eğitiminin yaygınlaştırılması hususunda özel çabaları olan Cemalettin Sancar, aynı şeyin mukabil olarak Suudi Arabistan'da Türkçe eğitimi hususunda gösterilmesi gerektiğinin altını çiziyor. Bu, TİKA, Yunus Emre Vakfı, Yurt Dışı Türkler Dairesi veya Türkiye'nin başka sivil kurumlarının özel bir önem sarf etmesine değer bir konu.

Faysal Araştırma Merkezi'nde Kral Faysal'ın Türk eşi İffet hanımdan olma kızı Emire Sara hanımla özel bir görüşme yaptık. Yanında yine Kral Faysal'ın üç torunu daha vardı. Türkiye konulu konferans gündemine gösterdikleri özel ilgi dolayısıyla görüşme teklifini Araştırma Merkezi müdürü Faysal bin Saud bin Abdülmuhsin iletti. Sara hanım, altmışlı yaşlarında çok düzgün İstanbul Türkçesi konuşan, çok iyi bir modern eğitim ve saray terbiyesi almış, o ölçüde de mütevazı bir insan. İnsanda derin bir saygı hissi uyandırıyor. Yeğenlerinden Emire Meha hanımın ısrarıyla bizimle Türkçe konuşmaya başladı, heyecandan titreyen sesine mukabil konuşması son derece düzgündü. Bir süre sonra diğerlerinin katılımıyla tekrar Arapça'ya döndük.

Annesi merhume İffet hanımın özellikle kadının eğitimi ve sosyal konumunun yükseltilmesi hususunda başlatmış olduğu cehdi uzun uzun anlattı. Önceleri kız çocuklarına yönelik medreseler şeklinde başlattığı çabaları daha sonra bir İslami ilimler fakültesi, şimdilerde ise kızlarının gayretiyle bütün bölümleriyle tam teşekküllü devasa bir üniversiteye ulaşmış bulunuyor. Bunları anlatırken Annesinin aldığı Osmanlı eğitiminin onda nasıl bir aktivizmi beslemiş olduğunu anlatıyordu.

Sohbetin bir yerinde Emire Meha hanım Türklerle Araplar arasındaki tarihssel farkları İbn Haldun'un göçebe, Hadarilik, asabiye gibi kavramlarını kullanarak anlattı. Ona göre "Araplar İslam'a uzun süre hizmet ettikten sonra hadarileşmenin beraberinde getirdiği hantallaşmaya ve ağırlaşmaya maruz kaldı. Ancak Allah tam zamanında göçebeliğin dinamizm ve fedakârlık avantajlarını üzerlerinde taşımakta olan Türkleri yolladı ve o saatten sonra Türkler İslam'a hakkıyla bayraktarlık yaptığı tarihsel dönem başladı. 1. Dünya Savaşı'ndan sonra ikisi birbirine sırtlarını döndüler. Türkiye Araplar için tercihini Avrupa'dan yana kullanmış bir ülke olarak göründü, oysa son on yıldır Recep Tayip Erdoğan yönetimindeki "Türkiye'nin bölgeye dönüşü" Arap halkları arasında özellikle Suudi halkı arasında müthiş bir heyecanla ve büyük bir hüsnü kabulle karşılanıyor. Arap dünyasının bugün maruz olduğu birçok sıkıntıya karşı Türkiye bütün İslam dünyasında bir toparlanmaya öncülük edebilir, ediyor da..."

Söz açılmışken, Türklerin görünürde aşırı peygamber sevgisine ilginç ve bize oldukça "empatik" gelen bir açıklama getirdi. Ona göre "Araplar için peygamber aralarından biri olduğu ve kendileri Arapça bildikleri için Kur'an bütün mucizesiyle kendilerini büyülemiş oluyordu. O yüzden Araplar için İslam Kur'an merkezli bir dindir. Oysa Türklere İslamiyet somut şahıslar ve onların pratikleri yoluyla ulaştı ve Kur'an'ı ilk etapta anlamadıkları için Kur'an yerine o karşılaştıkları şahısları yetiştirmiş olan Peygamber'e, gıyabında büyük bir muhabbet duydular. Bu muhabbet Türkler için İslam'ı Kur'an merkezli olmaktan ziyade Peygamber merkezli bir din haline getirdi. Bu da İslam dünyası için Allah'ın bir bereketi. Türklerin peygambere hürmeten Muhammed yerine "Mehmet" ismini tercih edip bunu çok yaygın olarak kullanıyor olmaları bende Türklere dair hep ayrı bir saygı uyandırmıştır."

Oldukça sosyolojik ve akıl ve anlayış dolu bir açıklamaydı bu. Sosyolojiden siyaset bilimine, hermenötikten tarih ve dini bilimlere bu kadar rahat geçişler yapabilmesine dair şaşkınlığımızı ise sosyoloji eğtimi almış olmakla gidermeye çalıştı. Ama belli ki sadece sosyoloji eğitimiyle yetinmemiş.

Açıkçası, Suudi Arabistan'da birkaç kadından bu yüksek kültür düzeyine tanık olmak beni bile şaşırttıysa, bu bizim sahip olduğumuz Arap algısının kökenlerine dair ciddi bir uyarı sayılmalı.

Suudi Arabistan'da daha önce Mekke, Cidde ve Medine'den hac ziyareti dolayısıyla gelenler üzerinden edindiğimiz izlenimlere ilaveten, siyasi ve kültürel başkentten edindiğimiz bu izlenimler Türkiye hakkında çok şey söylüyor.

Kendi içimize kapanarak başkalarının bizim hakkımızdaki niyetleri hakkında oluşturduğumuz evhamın kaynağı nedir ve kime yaramaktadır? Bu evham bizim hangi psikolojik veya nefis hastalıklarımızı gizliyor? Dönüp tekrar tekrar bakmaya değmez mi sizce?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi