Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Hızır’ın, Savaş Hoca Sûretinde Yardım Etmesi Hakkındadır

Hızır’ın, Savaş Hoca Sûretinde Yardım Etmesi Hakkındadır

Ey azizan! Başımdan bir hâdise geçti ki, Hızır Aleyhisselâm’ın varlığını kabul eden ancak anlatacaklarıma inanır. Bir gece fakirin arabası yerinden hareket etmez. Çâre bulması için çağırdığım otoelektrikçi bakıp ederken öteden İlker Hoca zuhur eder ve “hayırdır, yapacağım bir şey var mı?” der. “Bakıyorlar, sağ olasınız.” Kısa bir müddet sonra araba çalıştırılıp teslim edilir.

Ertesi öğleyi müteakip araba yine çalışmaz. Yokuş aşağı “kaptırma” metoduyla çalıştırdım, fakat elli metre ötede netameli biri yerde “istop” eder. Boş sayılabilecek yolda bir gencin zuhur etmesi ve arabayı “yiteklemesiyle” araba çalışır. Yolun devamındaki son derece muhataralı kavşağı, yeşil lambanın yanmasına sevinerek, elham ve kulhüallahü okuyarak geçtim ve yüz metreyi buldum bulmadım, bakımı ihmal edilmiş ihtiyar arabam yine “istop” eder.

Fakir, ne yapacağını bilmez bir haldeyken, bir önceki “istop” vakasında arabayı “yitekleyenlerden” genç olanı yanımda bu kez arabasıyla zuhur eder. Gayet hasbî bir şekilde “yine mi istop etti arabanız, çekilin de bir bakayım” der. Sonra “siz binin, ben biraz yitekleyeyim, fakat ayağınızı gazdan hiç gevşetmeyin” dedi ve dediklerini, kurtarıcısını titreyerek dinleyen bir talebe heyecanıyla yaptım ve araba kısa mesafede çalışıverdi ki, motordan çıkan sesler kurtuluş marşının nağmeleri gibi dimağımı sarıverdi inanın.

Arabanın çalışmasıyla “...akınlarda çocuklar gibi şendik” edasıyla doğruca sanayie vâsıl oldum. Akşamla yatsı arasında arabayı teslim ettiler. Sevinçle bir şair dostumu ziyaret edeyim diyerek şehrin orta yerindeki otelin önünde durdum durmadım, arabamın “motor kaputundan” dumanlar yükselmeye başladı. “Adamın arabası yanıyor hey!” tarzında vukûat seyretmekten keyf alan birkaç vatandaşımızın seslerinden bu kez daha yüksek dozlu bir “paniğe” kapıldım.

“Motor kaputunu” açtım açmadım, az öteden bir genç “Abi, kapağı açma sakın, su kaynatmış, bir müddet soğusun” diyerek kararlı bir üslûpla gelip fakiri teskin eder. “Fan bozulmuş” dedi ve küçük bir işlem yaptıktan sonra fanı çalıştırdı ve tehlike “şimdilik” geçmiş oldu.

Genç: “Fana kısa devre işlem yaptım, bu vaziyette bulabilirsen şayet sanayie gideceksin. Yok, evime gider sabah usta çağırırım derseniz, bu fan sabah usta gelene kadar çalışır ve arabanızın aküsü de biter, motor da zarar görür. Bu iki riski göze alamam derseniz, arabanız burada kalır” deyince, soğuk sayılabilecek bir havada başımdan aşağı terler boşanmaya başladı.

Gecenin saat on buçuğunda, askerden izine gelip kıtasına dönecek olan oğlumu garaj bırakmam ve bacımı alıp evde bekleyen hane halkının yanına yetişmem gerektiği aklıma düştükçe, başıma gelenlerin müsebbibi olarak bakımı ihmal edilmiş mazrur ve fedakâr arabama hakaret edeceğimi sanıyorsanız aldanırsınız. Çoğunuzun aklına gelmeyeceği bir şekilde Kemalist cumhuriyet rejimine ve Ankaracı-ulusalcı Türkçülere epeyce kahrettim.

Hayrete şayândır ki, arabamla alâkadar olan hasbî genç söylediklerimi hiç de garipsemedi. Sanki söylediklerime bir yerlerden âşina bir dost tavrı ile tebessüm etti. “Kimsin sen aziz dost?” dedim. “Endüstri Meslek Lisesi Motor Bölümü doksan beş yılı mezunuyum” dedi. O okulun eski öğretmenlerinden Savaş Hocayı tanır mısın?” dedim. “Hayır” dedi. Fakat yüz dilinden kimliğini gizleyen bir insan tavrı da sezmedim değil.

Yatsı ezanı okunuyordu (gündüzlerin en kısa olduğu günlerde olduğumuzu hatırlatırım), “acaba sanayide açık dükkân bulabilir miyim?” düşüncesiyle ilk şartı kabul ettim ve “Ya Allah!” diyerek yola revan oldum. Sanayinin birinci kapısından giriş yaptım, fakat ortalık karanlığa bürünmüş hayâlet sokakları gibi ıssızdı. Bir tur attım. Nihayet ışığı yanan iki dükkân gördüm. İlk dükkân motor tamircisiydi ve darabasını kapatıyordu. Diğerinin ikinci darabası açıktı ve sahipleri gitmek üzere hazırlanıyorlardı. Talihime bakın ki, tabelasında “otoelektrikçi” yazıyordu.

Derdimi vecd ile anlatmaya başlayınca adamlar tuhaf tuhaf baktılar. Dedim ki: “milletdaşlarım, bu arabanın arızası şu... şu... Batı’nın keferesi uzaya çıkıyorsa, siz de bu arızayı mutlaka bulup halledin, fakiri onlara muhtaç etmeyin.”

İki genç, önceki yardımsever gençlerde olduğu gibi yine hasbî şekilde yarım saat içinde zanaatlarını icra ederek “garantili” şekilde arabaya binebileceğimi söylediler.

Dedim ki: “Aziz kardaşlarım! Siz necip Türk milletindensiniz. Sağolun, bu iyiliğinizi unutmam. Sizleri gece vakti burada bırakamam, evlerinize anahtar teslim götüreceğim” dedim. Hakikaten evlerinin kapılarında bıraktım ve sonra hane halkıma yetişip vazifelerimi tamamladım.

Yolda “Ya Rabbi! Nedir bu başımı gelenler” dedim. Ardından “ben milletimi seviyorum, benim milletim âsildir, yardımseverdir, neciptir, bir daha olur olmaz milletimin fertleri hakkında suizanda bulunmayacağım” dedim.

Nihayet gecenin ortasında gönül ve fikir dostlarımın sohbet meclisine vâsıl oldum ve bu hâdiseyi olduğu gibi naklettikten sonra, Bir Hocam’ın ikincisine dedim ki (Bir Hocam iki kişidir): “Hocam, bağlınız Yunus’un aleyhinde konuştum, başıma bunlar geldi.”

Hocam dedi ki:
“Arabanı bozan Yunus değildir; bozan da yardım eden de Savaş Hoca’dır. Hızır Aleyhisselâm, Savaş Hoca sûretinde sana yardım etmiştir. Çünkü o, ehl-i irfan ve derin bir zat olduğu için Hızır Aleyhisselâm onun sûretine girmiştir. Arabanı bozması, onun mekânı olan ‘Kulağı Kutlu’yu şu sıralar ihmal etmendendir. Yardım etmesi ise, seni ‘yoloğlu’ bilmesindendir.”

“Arabanı gece bozan da, ertesi gün ‘istop’ ettiren ve ‘yitekleyen’ genç de, arabanın hızlanıp kavşağa yaklaşırken yeşil lambanın yanmasına vesile olan da, yüz metre ileride tekrar ‘istop’ ettirip ardından yine yitekleyerek kısa sürede çalıştıran da, arabanıza su kaynattırarak duman çıkartıp seni paniğe kaptıran da, sonra yardıma gelip sizi sanayie ulaştıran da ve sanayide her yerin kapalı olduğu bir saatte açık bir dükkânda seni bekleyen o hasbî gençler de Savaş Hoca sûretine girmiş insanlardı.”

“Gelelim arabanızın bozulduğu o geceye. İlker Hoca yanına geldiğinde arabanı elleseydi ertesi gün o sıkıntıları yaşamazdın. Çünkü sen o zâta bühtan ettin ve hatırlarsan bir oruç vaktinde oğluna ‘biz şehirde kırk bir derece sıcakta oruç tutarken, mübârek babanız bağevinin serinliğinde geceleri kaput giyerek ramazanı eda ediyor, bunun sualini nasıl verecek, sor bakalım?’ dedin. Oğlu, babasının umrede olduğunu sana söylemeden çekip gitmişti.”

“Bir süre sonra İlker Hoca, bu dostlar meclisini elinde zemzem bidonu ve hurma paketiyle ziyaret ederek, mânalı bir şekilde sana ‘evet elli beş derece sıcakta oruç tuttum’ deyince bir hoş olmuştun. İşte o gece arabanızı ellemeyip sadece bakıp gitmesi bundandır. Zaten Savaş Hoca ile İlker Hoca arasında “derin”i bilmek hususunda hem birliktelik, hem rekabet var. Bazen biri bozar, öbürü yardıma koşar. Sen sen ol, önüne gelen herkese fikrî zarflar atma.”

Bir Hocam sözünü böyle bitirdi ki, gaflet içinde olduğumu anladım ve araba vakasından sonra dilime bir düğüm daha attım, n’olur n’olmaz.

EKYAZI:

YEMEN’E GİDEN DOSTLA YEMEN TÜRKÜSÜNCE HASBIHÂL

Fikir ve gönül yoldaşım Enver Çapar’ın mektep arkadaşı ehl-i dil Mahmut Bıyıklı dostum! Yemen’e seyahat eylediğini “Dünyanın En Güzel Yemen’i” adlı yazınızdan öğrendim. Şüphesiz ki sevindim ve duygulandım. “Dünyanın en güzel Yemen’i” derken, şimdiki zamanın Yemen’ini değil de İslâm kokan hüzünlü Yemen mekânlarını kastediyorsun inşallah. Bilirim ki sen de bir Yemen Türküsü dostusun. Yüreğinin Yemen Türküleriyle yanıp tutuştuğunu duyarım da sevinirim.

Yiyip içtiğin, görüp gezdiğin senin olsun. Peki, Yemen’e vardın da bu fakiri yâdetmedin mi? Ecdâdımın ruhaniyetini hissettiren Yemen’in tarihî taş sokaklarında bu fakiri yâd etmediysen fikir ve gönül tâlimi yönünden ağır bir mesûliyet altında kalmışsın demektir.

“Gülü çemen” olan Yemen çarşılarında dolaşırken bu fakirin Yemen ateşi kalbine vurmadı mı? Üç tertip ecdâdımın Yemen çöllerindeki acısından ah ü vah ettiğimi Yemenlilere duyurmadın mı? “Ülkemde, Yemen Harbinde şehit olanların, yitip kaybolanların acısını ve gurbetini Yemen Türküleri dinleyerek ciğerine çekip yanan bir dost var” demedin mi?

Yemen Türküsünü milletimizin mâşerî hüznünün dili olarak ıstırap üstü “diriliş” tâlimine dönüştüren fakirin gayesini unuttun mu yoksa? Yemen’e nasıl bir dil ve yürekle gidileceğini fakire sormayı düşünmüş müydün? Bu ülkede fakirin Yemen tâlimlerini bilmeden Yemen’e gidilemeyeceğini bildiğini sanıyordum.

“Yemen seferleri ülkemdeki Yemen Türküsü tâlimcisinin yüreğini bu gün dahi yakıp kavuruyor” diye yüreklerine dokunmadın mı Yemenli şair ve muharrirlerin? Yemen adının, millet-i hâkime’nin hafızasında hâlâ dinmeyen bir gurbet ve hasret acılarını çağrıştırdığı hakkında seminer vermedin mi?

Yemen Türkülerinin hikâyesini bilmeden dinleyenlerin bu milletin kâmil bir mensubu olamayacağını anlatıp durduğumu söylemedin mi Yemenli bir eski zaman adamına?

Bu fakirin her Allah’ın günü Yemen türküleri dinleyip, Yemen’e gidenlerin dönmeyişine ağıt yaktığını yüreklerini kanatarak anlatmadın mı o zâlım Yemen’in Osmanlısever ağalarına?

O YEMEN Kİ ECDÂDIMI ÇOK ÜZMÜŞTÜR

Yemen çöllerinde şehit düşen ve kaybolan üç nesil ecdâdımın sualini nasıl vereceklerini sordun mu Yemen’in beylerine? “Soyka Yemen yiğit koymadı Anadolu’da” demedin mi aziz dost?

“Şol Yemen’de can veren Mehmet’le Memiş’lerin” ruhuna fatiha okuyup okumadıklarını sormadın mı? “Yemen Yemen şanlı Yemen” diyerek, Yemen’i İngiliz’in fesad ve iğvasından kurtarmaya gittiklerini ima etmedin mi Yemen’li devletlûya?

“Al yeşil bayrağı gelin sanarak” anadan, yârdan, evlâttan ayrılıp “ümmet-i İslâm toprağıdır” diyerek Yemen’i kurtarmaya gidenlerin isimsiz mezarlarını yokladın mı demem seni üzer mi?

Yemen Türküleri üstüne her Cuma günü Mekteb-i İrfan’da dostlarıyla tâlim ederek, Sultan Abdülaziz’den bu yana Yemen için çekilen ıstırap ve fedakârlığı Maraş’ın kalbine düşüren bu fakirin hüznünü dile getirmedin mi Yemenli münevverana?

Yemen’ de bir çayhâneye oturup orada bulunanlara Yemen Türküsü dinletmediysen şayet çok üzülürüm güzel dost! Hele de fakiri yâdederek Yemen Türküsüyle terkip olmuş fikirli bir çay içmediysen daha çok üzülürüm Üç tertip askerimizin, “vatan-ı İslâmiye’nin uzak bir arka bahçesidir Yemen” deyip sefere çıktıklarını anlatarak yüreğini sızlatmadın mı Yemenli bir pîrin?

Hâsıl-ı kelâm, “hâdimü’l” sıfatıyla Yemen’de vazife yapan, şehit olan ecdâdımın gurbet çeken mezarları başında duâ ettikten sonra Yemen türküsünce bir “ah!” çektin mi söyle dost!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Doğan İlbey Arşivi