Cemal Nar

Cemal Nar

Asıl İle Abes Farkı

Asıl İle Abes Farkı

Yazar yazdıklarından ne kadar sorumlu ise, okur da okuduklarından, yani okuduklarını doğru anlamaktan, ancak doğruları kabul etmekten o kadar sorumludur.

Yazarı anlamak okura düşer. Bu yazı niçin yazılmıştır? Yazının ana fikri nedir? Yazı hem baştan sona, hem de daha evvel yazılanlar ile uyumlu ve tutarlı mıdır? Her gün temcit pilavı gibi aynı şeyler mi yazılmalıdır? Dava adamı olmak, sadece bir konuyu gündeme getirmek ve hayatın geri kalanını unutmak mıdır? Yoksa hayatın her alanından aynı davayı görmek, aynı asla vurgu yapmak mıdır?

Biraz daha yakından soralım; bizim yazıların amacı nedir?

İslam denilen bir ulu davanın her gün ayrı bir köşeden sunulması, hayattan dışlanan bir din ve sistemin siyaset bile olsa günlük yaşantının içine girdirilerek sürekli gündeme getirilmesi midir?

Yoksa basit bir particilik, iktidara yağcılık ve dalkavukluk ile kişisel çıkar sağlamak mıdır?

Telif ücreti bile almadan yazan bir adamın amacı “rü’yetü’l gayr” ile kişisel egolarını tatmin midir? Yoksa şan ve şöhret ateşine odun taşıyarak kendi cehennemini kaymak mıdır? Durup dururken sistemle kavgasında başını belaya sokmak mıdır?

Ben bir şey söyleyemeyeceğim. Çünkü “Vela tüzekkû enfüsekum” ayeti başımın üstünde bir kılıç gibi hem korkutuyor, hem de utandırıyor.

Bir yazarın yazma niyet ve amacını anlamanın okuyucu indinde bir kıstası var mıdır? Varsa okuyucu bu ölçünün farkında mıdır? Yazar bunları nasıl bilecektir? Bunu bilmenin bir kriteri var mıdır?

Mesela geçen yazımın sonunda bazı sorular sorulmuştu. Biz de demiştik ki “Bence cevaba gerek yok, son iki yazıda yazdıklarım yeter. Yok, yetmez denilirse, azıcık daha yazalım isterseniz.” Merak ediyorum, okuyucularımdan “evet, bizce cevap malum” diyenler acaba ne orandadırlar?

Acaba yazdıklarımız için “Ak Partiyi temize çıkarma” ve “parayla yazma” gibi bir niyet ve amacımız olduğunu “saptama” iddiasındakilerin kalbimizi okuma ölçü veya aletleri nelerdir? “Zannın çoğundan sakınınız” ve “tecessüs yapmayınız” (Hucurat 11.) gibi açık ilahî emirler acaba onlar için ne derecede bir ölçüdür?

Neyse, bilinmezlikler meydanında yazar madem ki yazıyor, Ziya Paşa gibi “meydâne düşen kurtulamaz seng-i kazadan” diyerek yoluna devam edecektir. Biz dahi yola revan olalım ve gelelim sorulara…

Sondan başa gidelim isterseniz. Ak Parti Memlekete şeriat getirmedi. Buna söz de vermedi. Üstelik verse de getiremez. Sistemin partisi şeriat getiremez. Yazdık bunları.

Ama partiler şunu yapabilirler; evrensel insan haklarını ülkeye getirir ve hukukun üstünlüğünü yaşama geçirirler. Bu arada insan hakları bazında herkese dinini diyanetini öğrenme ve yaşama imkânı verirler, o kadar. Bu haklardan inananlar da faydalanır elbette. Böylece dinlerini, şeriatlarını, mükellefiyetlerini, vazifelerini öğrenir, yaşamaya ve yaşatmaya çalışırlar. Bunun derneklerini, vakıflarını, STK’larını kurar, toplumu sevgiyle sımsıcak sarar, bürür, kuşatır ve barış içinde, asla cebir ve şiddete düşmeden, asla dayatmaya gitmeden toplumu müspet manada maneviyata dönüştürmeye çabalarlar. Dâhilde cihattan maksat da budur zaten.

Bunun ne kadar önemli olduğunu CHP iktidarını görmemişler hakkıyla bilemezler. Bilemeyince tatmin olmaları da zor olur. Belki bunda da vardır bir hayır. Böylece haklarını daha yaman savunurlar inşallah.

Peki, siyasetin yapabileceği ancak bu kadar ise, peki, İslam Şeriatını kim getirecektir?

Hemen söyleyelim, İslam Şeriatını getirecek olanlar, onu bilen, yaşayan, uğrunda bedel ödeyerek malını ve canını ortaya koyan bilinçli bir önder kitle ile bunları seven, bunlara güvenen, bunlara destek veren bir halktır. Bu önder kitle ve onları destekleyen halk olmadan, bir başka ifadeyle halk İslam’a layık ve hazır hale gelmeden, İslam Şeriatını da gelmeyecektir. Yani İslam Gökten zembille inmeyecektir. Melekler eliyle de inmiş olmayacaktır.

En azından bir halkın üçte birisi cidden isterse, Allah da izin verirse İslam şeriatı gelir. Bu hem “sünnetullah” dediğimiz “ilahî yasaların”, hem de “sosyoloji” biliminin gerçekleridir.

Esas sorun veya sorulacak asıl soru şu: Etrafınıza şöyle bir bakınız, hatta bizzat kendi içinize bir bakınız, ne görüyorsunuz? Kaç istekli ve hazır var bedel ödemeye?

Sonuç cevap veremeyecek kadar korkunç ise, demek alınacak daha çok mesafe var demektir.

Memleketin en temel meselesi bu kadar can yakıcı olarak ortada duruyor ise, bu acı ve utançla yaşamaya mecbur ve mahkûm isek, bu konuya çözüm getirecek asıl mevzuları bırakıp da “ABD, AB, Anıtkabir” gibi ayrıntıları tartışmak, konumunu bilmemek, ayakları yere basmamak, bozgun psikolojisi ile ayrıntılarda boğulmaktır.

Eskiden halk buna “abesle iştigal” derdi. Şimdilerde ise “gevezelik” diyorlar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Cemal Nar Arşivi