İbrahim Karagül

İbrahim Karagül

Eller tetikte!

Eller tetikte!

Pakistan'dan Azerbaycan'a, Mısır'dan İran'a, Lübnan'dan Ürdün'e kadar her yer ateşe mi verilecek? Sadece Suriye'de Baas yönetiminin devrilmesi için mi bu kıyameti hatırlatan hazırlıklar?

Ortadoğu ve Kuzey Afrika, hiç kimsenin güvende olmadığı, hiçbir gücün inisiyatif alamadığı, hiçbir bölgesel aktörün toparlayıcı adımlar atamadığı bir coğrafyaya mı dönüştürülecek? Yoksa Suriye'deki yönetimin ayakta kalmasını isteyenler böyle bir korkuyu mu işliyor?

Öyle ki, Suriye odaklı restleşme, Atlantik'ten Asyalı güçlere, bölgesel aktörlerin en marjinal örgütlere kadar hatta sokaklara kadar herkesi etkileyecek bir hale geldi, gelecek de. Bu coğrafyada yaşadığımız olağanüstü gelişmelerden Suriye olayına benzer tek örnek Irak işgali ve iç savaşıdır. Irak dahil, bunlardan hiçbiri, bölgesel bir kaosa yol açmadı. Ama bu ülkedeki gelişmelere müdahil olanların tavrına bakınca, sanki sadece Suriye değil konu. Neredeyse bütün bölgeyi ateşe verecek daha geniş ölçekli bir restleşme giderek gün yüzüne çıkıyor.

Tiflis'te ve Yeni Delhi'de İsrail misyonlarına yönelik saldırı ve girişimleri oluyor, İran suçlanıyor. Nükleer Pakistan, İran'a saldırı olursa Tahran'ın yanında yer alacağını açıklıyor. İran Tahran'daki Azeri Büyükelçi'yi çağırıp sert bir dille uyarıyor ve nükleer bilimcilere yönelik saldırıları yapan İsrail ajanlarının Azerbaycan'dan geldiğini iddia ediyor.

Bağdat yönetimi, cihatçıların Irak'tan Suriye'ye geçtiğini açıklarken karşı taraf İran'dan binlerce milisin Suriye'ye geçtiğini hatta Rus komandoların bu ülkede olduğunu iddia ediyor. Aynı şekilde Atlantikçi güçlere ve Arap ülkelerine ait özel birliklerin de Suriye'de olduğu öne sürülüyor. Konuyla ilk bakışta alakası yok gibi görünüyor ama var: Mısır, ABD yardımları keserse Camp David anlaşmasını askıya alırız diyor. İsrail ise, "böyle olursa en sakin sınırımız hareketlenecek" uyarısı yapıyor.

Bunlar ve daha bir çok gelişme, aslında Suriye krizi üzerinden bölgesel ve küresel aktörlerin sürdürdüğü müthiş kapışmanın yansımaları. Öyleyse, Suriye ile ilgili pozisyonları güçlü tutmak için ya blöf yapıyorlar ya da gerçekten Suriye'nin de ötesine geçen bir çatışma hali güç kazanıyor.

Son olarak Arap Birliği, Suriye'de sistemi felç edecek kararlar aldı. İçerideki çatışma hali yoğunlaşırken, ilk haftalardan itibaren Suriye'de rejim değişikliği için ön sırada yer alan örgüt, ticari ilişkilerin durdurulması, diplomatik ilişkilerin kesilmesi, gözlemci misyonunun iptal edilmesi ve Suriye'ye doğrudan müdahalenin şartlarının oluşturulması kararı aldı. On dört maddelik kararda, Arap Gücü ile Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin ortak güç kurması yönündeki çağrı, belki de en dikkat çekici olanı.

Rusya ve Çin'in veto kararlığına karşı bu nasıl başarılacak? Bilmiyoruz, belki de yeni bir müdahale örneği ile karşılaşacağız. Arap Birliği ülkelerinin Suriye yönetimine açıktan savaş ilanı bu. Hangi güçle? Hiçbir ülkenin Suriye'ye tek başına savaş ilan etmesi mümkün değil.

Daha önce, Suudi Arabistan liderliğindeki Körfez İşbirliği Konseyi'ne bağlı altı ülke, bir "Arap Ordusu" kurma kararı almıştı. Bu güç, bölge içi çatışmalara müdahil olacaktı. İlk denemesini Yemen'de yaptı ama başarısız oldu. Bazı Arap ülkeleri bu çerçevede Yemen'e birlik gönderdi. S. Arabistan'ın isyanları bastırmak için Bahreyn'e gönderdiği güç de bu kapsamdaydı.

Ama Suriye'de Baas yönetimini devirmek için çok daha büyük bir güç gerekiyor. BM ile Arap Birliği bunu nasıl formüle edecekler? Bu güç hangi ülkelerden oluşacak? Belli değil. Türkiye ile Arap Birliği'nin oluşturacağı ortak gücün müdahale edeceği söylentileri bile var.

Bazı kaynaklar, müdahalenin beklenenden kısa süre içinde gerçekleşeceğini, Ürdün, Lübnan ve Türkiye sınırlarında bazı bölgelerin müdahale için hazırlanacağını bile iddia ediyor.

Peki, böyle bir müdahalenin sonuçları ne olur?

Çin'in yaptırım gücü fazla olmayacaktır. Ancak Rusya Suriye'yi bir cephe olarak görüyor ve bu cepheyi kaybetmenin acısını yaşayacaktır. Ticari yaptırımlar ve Suriye'deki iç savaşa destek dışında Moskova'nın çok da fazla seçeneği yok gibi. Ancak İran'ın çok ağır bir bedel ödeyeceği kesin. Suriye gibi, kendisine yönelik sert rüzgarlara kalkan olan bir ülkeyi kaybetmek, İran'ı tam anlamıyla savunmasız bırakacak. Tıpkı, Lübnan'dan çekilmenin Suriye'ye savunmasız bıraktığı gibi. Dolayısıyla asıl yaptırımı İran'dan göreceğiz...

Bir kere İran, Arap Birliği'nin yaptığının aynısını yapacak. Bağdat yönetimi ile birlikte Suriye içinde bir güç olarak kendini hissettirecek. Bunu istihbarat, özel birlikler ya da milisler, ambargonun uygulanamaması gibi bir çok açıdan yapacak. Şam yönetiminin devrilmesinin önüne geçmek için savaşta dolaylı olarak yerini alacak. Aynı şekilde Bağdat da örtülü bir şekilde İran'ın yanında olacaktı. Dolaylı ve örtülü ifadelerini özellikle kullandım. Ama işler endişe ettiğimiz kadar büyürse Basra Körfezi'nden Akdeniz kıyısına kadar kimlik eksenli bir çatışma ihtimali hep vardır ve işte bu ihtimal örgütü ve dolaylı olanı açık ve doğrudan savaşa dönüştürür.

Bugün itibariyle Suriye bölgesel çatışma konusudur. Ve bu ülkeye doğrudan müdahale yapılacaktır. Kılıçlar çekildi ve müdahale tahminimizden daha kısa süre içinde olabilir.

Uluslararası kurguyu sorgularız biz hep. Ama bu ülkenin kan gölüne dönüşmesinin birinci müsebbibi Şam'daki istihbarat rejimidir. Saddam ve Kaddafi'nin hatasını tekrarladılar. Artık onlar da Suriye'yi ellerinde tutamayacaklarını çok iyi biliyorlar. Ya ülkenin bir bölümüne sahip olmanın ya da bir örgüt gibi düşmanlarıyla savaşmanın hesabını yapıyor olmalılar...

Binlerce insan öldü. Belki on binlerce insan daha ölecek. Keşke, bu ölümlerin önüne geçmenin bir yolu olsaydı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İbrahim Karagül Arşivi