D.Mehmet Doğan

D.Mehmet Doğan

Tiyatronun tiyatrosu!

Tiyatronun tiyatrosu!

Tiyatro Türkiye’de artık çok fazla kişiyi ilgilendirmiyor! Baksanıza, sahne ve koltuk sayısında, hatta sahnelenen oyun miktarında belli bir artış olmasına rağmen, seyirci sayısı azalıyormuş.

Nerede? İstanbul’da! İstanbul ki, Türkiye’de tiyatronun başkentidir!

Elbette Cumhuriyet yönetimi resmî başkent Ankara’da da güçlü bir tiyatro yapısı oluşturmak istemiş ve bunun için Konservatuar açmıştır. Ama Devlet Tiyatrolarının kuruluş tarihi ancak 1950’lere kadar götürülebilir. (Kanun 1949 da çıkmıştır).

Daha önce ne vardı? Halkevlerinin tiyatro oyunları, Konservatuar talebelerinin “tatbikat” sahneleri...

Ya İstanbul? Şehir Tiyatrolarının tarihi? 1910’lara kadar gider. Ondan öncesinde, bilhassa Ermeni vatandaşların güçlü bir batı tarzı tiyatro geleneği var.

İyi ki o zaman “kültür nezareti” yokmuş! Yoksa tiyatro belediye bünyesinde değil, bu bakanlığın çatısı altında olurdu! Devlet tiyatroları, 12 Mart askerî müdahalesinden sonra Kültür Bakanlığı oluşturulunca, bu bakanlığın bünyesine alındı.

Anlayacağınız, İstanbul’da ve Ankara’da iki büyük “ödenekli” tiyatromuz var. Ankara’daki Devlet Tiyatroları, İstanbul’daki köklü geleneği saymadı, burada da şube açtı, yıl 1978... Bu yıllarda Yeşilçam’ın oyuncu ve dublaj ihtiyacının da bunda rol oynadığı düşünülebilir.

“Ödenek” denince, yanlış anlaşılmasın. Diyebiliriz ki dudak uçuklatan meblağlar her iki tiyatroya da tahsis ediliyor. Buna karşılık “ödeneksiz” tiyatrolar cüz’i Devlet destekleriyle varlıklarını sürdürüyor.

Tanzimatçılarımız, batıda gördükleri tiyatrolara meftun olmuştur. Namık Kemal, tiyatronun “eğlencelerin en faydalısı” olduğunu söyler. 19. yüzyılda değiliz. Namık Kemal sinemayı görememişti her halde. Televizyon, internet ise ondan elli ve yüzyıl sonra.

Gözümüzü okumadan alıkoyan o kadar çok şey var ki... Görüntüye o kadar takıldık ki...

Tiyatronun bu durumda kendine doğru bir alan seçmesi gerekiyor. Ancak o zaman cazibesi belli nisbette devam edebilir.

Peki seçiyor mu?

Hayır! Çünkü “ödenek” buna müsaade etmiyor!

Her iki kurumun özerk yönetimleri, büyük halk kitlelerini ilgilendiren, talep doğuran oyunlar yerine, kendi dar düşünce ve sanat dünyalarını yansıtan işlere yöneliyorlar. Acaba, sırtlarını devlete dayamasalardı böyle olur muydu?

Bizim neredeyse yirmi yıldır teklifimiz belli: Liberalleşme adımları sanatı da kapsasın. Bir sürü iktisadî teşekkülü (bir kısmı da kâr getiren) özelleştiren devlet, bu kurumları da, mensuplarına bilâbedel, hatta üste para vererek devretsin!

Tiyatro o zaman gerçek tiyatro olur! Ak koyun kara koyun o zaman seçilir. Şimdi milletin değerlerine saldırmak tiyatro sanılıyor. Halkın gözünün içine baka baka her türlü hayasızlık tiyatro diye sergileniyor.

Şu sıralar Devlet Tiyatroları’nın ve Şehir Tiyatroları’nın oynadığı oyunlar sol veya CHP’li bir iktidarın döneminde olsa idi, o sahneler üzerlerine yıkılırdı. Muhafazakâr iktidar döneminde, tiyatrodaki CHP ve sol iktidara itiraz muhafazakâr kesimden gelmeli. Tabiî, belediyeye ve hükümete rağmen bunu yapmak nasıl anlaşılır?

İskender Pala dostumuz bunu bildiği için konuyla ilgili yazısında belediyeyi veya hükümeti ilzam edebilecek ifadelerden dikkatle kaçınıyor. Buna rağmen ertesi gün de telafi maksatlı “Fatih projesi”ni yazıyor.

Bu telafi yazısında, elbette zühûl eseri olmalı, “Cumhuriyeti kuran kadro, isabetli bir kararla üç kurumun başına ‘millî’ sıfatını koymuştur. Milli Eğitim, Milli Kültür ve Milli Savunma” diyor.

Bu bakanlıkların adındaki “milli” sıfatının 1960 darbesinden sonra konulduğunu, hatta Kültür Bakanlığı’nın adında böyle bir sıfatın hiçbir zaman bulunmadığını hatırlatmaktan başka çaremiz yok.

Tiyatroya dönersek: Gözümüzün önünde tiyatronun tiyatrosu sahneleniyor. Sahneye koyucuların tavrı açık: “Bizim mutfağımızdan bu çıkar. Yersen!” diyorlar...

Seçilmişler, sandığa giderken “halk ne derse desin, beğensin beğenmesin” demek lüksüne sahip değil; ama onların tahsis ettiği büyük meblağlarla “sanat” yapmak iddiasında olanlar, “halkın canı cehenneme. Sanat benim yaptığımdır” diyebiliyor...

Bu acayip yemek en azından 10 yıldır afiyetle yenmiyor mu?



Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
D.Mehmet Doğan Arşivi