Fehmi Koru

Fehmi Koru

Hapse mi atılsınlar, üzerlerine katranla tüy mü dökelim?

Hapse mi atılsınlar, üzerlerine katranla tüy mü dökelim?

Darbeler döneminde darbecilere destek sunmuş medya mensuplarını ne yapmalı? 28 Şubat eksenli son tartışma konumuz bu. Bazıları işi ‘tutuklanacak gazeteciler’ listesi yayınlamaya kadar vardırdı. Onlara göre, başlattıkları soruşturma iyice olgunlaşınca, savcılar, bazı gazetecileri ‘şüpheli’ sıfatıyla sorguya çağıracak...

Yargıdır, bağımsızdır, ne yapsa meheldir ve karışılmaz.

Acaba?

Kuşkum, darbeler öncesi, sırası ve sonrasında medyanın önemli işlevler üstlenmediğine inanmamdan kaynaklanmıyor; tam tersine, 27 Mayıs (1960) ihtilâlinden başlayarak 28 Şubat’a (1997) uzanan çizgide, medya çok belirleyici roller oynadı. 28 Şubat medyadan güçlü bir destek alamasaydı asla başarıya ulaşamazdı. Darbelerin öncesinde halkın tercihiyle oluşmuş iktidarları gözden düşüren, darbeyi davet eden, sonrasında alkışlayan ve hak veren yayınlar yaptı medya organları...

Hemen her darbede benzer tavırlar sergilemiş bugün de fırsat kollayan ‘gazeteci’ kılıklı kişiler bile var. Kimi karakter bozukluğundan, kimi ‘tamamen duygusal sebeplerle’, kimi ise gücün emrine girme alışkanlığıyla her darbede durumdan vazife çıkarmış tipler bunlar.

Onlar ‘gazeteci-yazar’ olduklarını sansa da yakın çevrelerinden başlayarak herkes hepsinin ne idüğünü biliyor.

Aslında darbeler medyanın gerçek işlevini yerine getirmesinin önüne duvar örer. Habere ulaşmak, istediğini yazmak zorlaşır, hatta imkânsızlaşır. 12 Eylülcüler işi Meclis muhabirlerini görev yerlerine tek sıra halinde götürmeye kadar vardırmışlardı. 28 Şubat’ın güçlü askerinin, bir medya patronuna, “Sizin oraya da iki general mi gönderelim” tehdidini savurduğu biliniyor. Her darbeden sonra kapatılan gazetelerin, yazması engellenen gazetecilerin listesi kocaman bir kitap tutar.

Hiç tereddüdünüz olmasın: Darbelere destek yalnızca demokratik bir cürüm değil, mesleki bir ayıptır da...

Peki ya, yargı, ceza, hapis?

Günümüzde bu tür soruların sorulmaya başlanması darbelere arka çıkmış, ortalığı kızıştırarak teşvikçilik yapmış, farklı düşüncede olanları sindirmeye çalışmış ‘darbesever’ tiplerin hâlâ kamuoyunu etkileyebilecek yerlerde bulunmalarından kaynaklanıyor. Saygı görmeseler, küçümsenseler, arkalarından gülünse bile yerleri muhkem. Hiçbir şey olmamış gibi kalem oynatabiliyor, ellerindeki imkânlarla çeteler oluşturabiliyor, sevmedikleri siyasetçileri ve rakip gördükleri meslektaşlarını yıpratma kampanyaları açtırabiliyorlar.

Patronlarıyla ‘kötülükte ortaklık’ üzerine oturan bir ‘dehşet dengesi’ kurmuşlar besbelli. Pişmanlığın zerresi görülmüyor yazı ve davranışlarında; sorulduğunda “Tek başıma da kalsam darbeyi savunmaya devam edeceğim” meydan okumasında bulunanlar bile çıkıyor aralarından...

Birilerini “Tutuklansınlar, en ağır cezalara çarptırılsınlar” temennisine sürükleyen de bu tablo galiba: Umursamazlıkları... Pişmanlık yerine meydan okuyan tavırları... Kasım kasım kasılmaları... Patronları küçülüp mini minnacık hale geliyor, onlar hâlâ kendi havalarında...

Verdikleri görüntü bu...

Kızmak mı gerekiyor? Hayır, tam tersine, böyle durumlarda duyulması gereken his acımak olmalı. En büyük ve en kalıcı cezaya çoktan çarptırılmış durumdalar çünkü. Cezaevlerine tıkılmaları acılarını azaltacak bir rahatlık, zavallı hale düşmüşlükten kurtuluş olur.

Onlar için şimdiki zelil durumlarından daha büyük bir ceza tasavvur edemiyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Fehmi Koru Arşivi