Abdullah Yıldız

Abdullah Yıldız

Meşrûtiyet’in 100. yılında meşrûiyet sorunu ve İttihatçı tarz-ı si

Meşrûtiyet’in 100. yılında meşrûiyet sorunu ve İttihatçı tarz-ı si

Türkiye’de icrây-ı siyaset geleneği İttihat-Terakkicilerden mevrûstur ve yaklaşık yüz yıldan beri çark-ı siyaset hep aynı minval üzere dönüp durur. Komitacılık, cuntacılık, ayak oyunları, muhalefeti sindirme yöntemleri, orduyu politik bir enstrüman olarak sahaya sürmek, halkı ‘güdülecek bir sürü’ gibi görmek vb. alışkanlıklar bu kadim tarz-ı siyasetin kötü mirasları olarak İttihatçılardan günümüze intikal etmiştir. Ve bu gelenek, “meşrûiyetini” kendinden alır; halka, halkın iradesine ihtiyaç duymaz, halk vicdanında meşrûiyet aramaz.
10 Temmuz 1908’de Meşrutiyet’in (Anayasalı Yönetim) yeniden ilanına vesile olarak siyasi iktidarı devralan İttihat Terakki Cemiyeti yöneticileri, nasıl ki “istibdâda son verip memlekete özgürlük getirmek” niyetiyle yola çıkmışlar ama koyu bir istibdâd’ın uygulayıcıları olmuşlarsa; demokrasi vaad eden Cumhuriyet elitleri de aynı istibdâdı benzer yöntemlerle sürdürmüşlerdir. Tarihi hakikat şu ki; Cumhuriyetin askeri ve bürokratik kadrosunun yaklaşık % 95’i Osmanlı’nın son döneminde görev alan ve İttihatçı gelenek üzre yetişen elitlerdir.
İttihatçı tarz-ı siyaset, 1908’den beri -evet tam yüz yıldır- “tepeden inme” uygulamalarına karşı çıkanları “irticâ” töhmeti ve “vatan hainliği” damgası ile itham etmekle kalmaz; “memlekette sürekli irticacıların ve vatan hainlerinin mevcut olduğunu” ileri sürerek, jakoben iktidarına meşrûiyet üretir. Halktan alamadığı meşruiyeti, bu sanal tehditler üzerinden almaya kalkışır. Bu yüzden de bu ülkede “hainler”, “mürteciler”, “bölücü”ler... bitmez.
İttihatçı tarz-ı siyaset, 1908 hariç hiçbir zaman seçim kazanamadı. Tarihe ‘Sopalı Seçim’ olarak geçen 1912 seçimlerinde; “yok kanun, yap kanun” mantığıyla anayasada değişiklik yapıp muhalefeti ortadan kaldırarak iktidarlarını sürdürdüler. İttihat-Terakki’ye muhalif olan Prens Sabahaddin’in Ahrar Fırkası 1910’da, Hürriyet ve İtilaf Fırkası da 1913’de kapatıldı. 1913 Bâb-ı âli baskını ile yönetime tümüyle el koyup ardından İmparatorluğun canına okuyan İttihatçıların particilik ve komitacılık gelenekleri hakkında Attila İlhan der ki: “İttihatçılıkta Batı manasında particilik yoktur, Rus manasında, narodnik manasında komitacılık vardır. Yani orada seçim vardır ama seçimin sonucu ne olursa olsun onlar iktidar olurlar, buna hayır diyenler de sokakta öldürülür. Böyle bir mantık içinde oluşmuştu o zaman bizde particilik.” (A.İlhan, Zaman İçinde Yolculuk, TRT-2, 3 Nisan 2004 tv.haberbilgi.com/attila_ilhan040403)
Cumhuriyet döneminde ilk kurulan parti Halk Fırkası oldu ve 1950’lere kadar “tek parti-tek şef-tek millet” anlayışıyla muhalefete yer bırakmadı. Kasım 1924’te kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası seçime bile girmeden bir yıl içinde kapatıldı. Serbest Cumhuriyet Fırkası ise, 1930’da, kurulduktan dört ay sonra kendini feshetmek zorunda kaldı. II. Dünya Savaşı’ndan sonra dış baskılarla çok partili hayata geçildi ama 1946’da yapılan ilk çok partili seçimi “açık oy, gizli tasnif” numarasıyla Halk Partisi aldı. Türkiye insanının tarihte ilk kez özgür oy kullandığı 1950 seçiminde ise Halk Partisi değil Menderes ve arkadaşlarının kurduğu Demokrat Parti iktidara geldi. O günden beri de CHP bir türlü halkın oyunu almayı başaramadı. Meşruiyeti halktan alamayan elitler; 1960’tan itibaren “CHP + Ordu + üniversite/Basın/Sermaye” denklemi kurularak on yılda bir millete rağmen iktidar çarkını ellerinden bırakmadılar.
Parti kapatmanın “raconunu” da kendisi belirleyen İttihatçı gelenek; DP, MNP, MSP, RP, FP’den sonra sırayı AKP’ye getirerek, “Ordunun siyasete müdahil olması gerektiğini”, “halktan % 95 oy da alsa rakip partilerin kapatılabileceğini”, kısaca kendi derin iktidarını sürdürmek için “hukuk”u “guguk”a çevirmek dahil yer yola başvurabileceğini açıkça ilan ediyor.
İmdi, Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu en can alıcı soru/n şu: Meşrûiyetlerini halktan değil kendilerinden alan bürokratik azınlık, derin iktidarını sürdürmek için her yolu “meşrû” sayacaksa ve halkın özgür iradesi ile yapılan seçimlere rağmen iktidarda kalacaksa, gelin milleti de dünyayı da aldatmayın; seçime, sandığa, milli iradeye paydos deyin ve meşrûiyeti kendinizden menkul despotizminizi “Demokrasi” ve “Cumhuriyet” diye sunmayın. Cumhuru hiçe sayan Cumhuriyet, “Demo”yu/halkı yok sayan Demokrasi, tam da size yakışıyor doğrusu!
(Umran Dergisinin Haziran sayısı bu konuyu enine-boyuna inceliyor. Tlf: 0212-640 01 22)


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Abdullah Yıldız Arşivi