Faruk Çakır

Faruk Çakır

İş dünyası da dertli

İş dünyası da dertli

En başta ifade etmek gerekir ki, dertli ülkemin dertsiz insanı yok gibi. Fakirler de dertli, zenginler de. Profesörler de dertli, işçiler de. Topyekûn bir dert sarmalına sarılmış haldeyiz. Bir yandan bu sarmaldan çıkmaya çalışırken, bir yandan da ‘daha aşağı’lara bakıp hepimiz şükretmek durumundayız.
Tarihe mal olmuş adil idarecilerden misaller verilirken, onların zaman zaman tebdil-i kıyafet yapıp, kendi kimliklerini perdeleyip halkın içine çıktığını ve hadiseleri yerinde görüp tesbit ettikleri anlatılır. Bu hadiselerin en meşhuru, adalet denince akla gelen Hz. Ömer’in (ra) gece vakti Medine sokaklarında gezmesidir. Herkesin bildiği yaşanmış hadiseyi kısaca hatırlatmak gerekirse, Hz. Ömer (ra), geceleyin sokakta gezerken bir evden ağlayan çocuk sesleri duyar. Yaklaşır, annenin çocuklarını teskin için sarf ettiği gayrete şahit olur. Kapıyı tıklar ve anneye, çocukların neden ağladığını sorar. Anne, çocukların aç olduğunu, kendisinin elinde de yiyecek hiçbir şey olmadığını söyler. Hz. Ömer (ra) ‘bir vatandaş gibi’ “Peki, durumunu Halifeye bildirip yardım isteseydin” der. Ateşin üstündeki sıcak su kabında çakıl taşlarını karıştırarak çocukları oyalayan anne, “Onun işi ne! Gelip halimizi niçin sormaz? Halife halimizi bilmiyorsa nice halifedir, ne işe yarar” gibi sözler sarfeder. Hz. Ömer (ra) hemen oradan ayrılır ve “hazine”den yüklendiği bir çuval unu anneye götürür, helâllik ister.
“Saadet Asrı”nda yaşanan bu hadisenin farklı anlatımları olabilir. Ama özeti bu. Peki, şimdiki idarecilerimiz bu tabloya ne kadar yakın? Hiç kimse, “Zaman değişti, şimdi benzer şekilde davranmak mümkün değil. Güvenlik meselesi var. Hem 70 milyon insana bir idareci nasıl yetişsin?” demesin. Elbette şartlar değişti, ama şartlar hep aleyhte değişmedi ki! Şartlar değişirken, teknoloji de gelişti. Bir idareci isterse ve arzu ederse, her ilden, her ilçeden istediği anda haberdar olabilir! Arzu etse, fakir fukaranın “ah” sesini işitebilir!
Tamam, idarecilerimiz kıyafet değiştirip kendilerini gizlemeyi, öylece halkın içine çıkmayı beceremiyorsa; hiç değilse dile getirilen şikâyetleri ciddiye alsın ve kulak versin. Neredeyse bütün kurum ve kuruluşların “halkla ilişkiler” bölümleri var. Hatta, bu kuruluşlara bir ‘tık’ mesafesinde sayılabiliriz. Çevrilen bir telefonla yöneticilere ulaşmak (aracılar vasıtasıyla da olsa) mümkün. Ama önemli olan bu talepleri ciddiye almak, dinlemek ve çare üretmek. Yoksa, “(müşteri memnuniyeti dolayısıyla) Konuşmalarımız kayıt altına alınıyor” demekle bu iş olmaz ve olmuyor.
“Dicle kenarındaki bir vatandaş”ın şikâyetinin duyulmaması neyse de, “boğaz kenarındaki iş adamları”nın şikâyetlerinin dahi duyulmadığına şahit oluyoruz. Belki duyuluyor, ama çare bulunmadıktan sonra duymanın ne faydası var?
Eliyle kurup geliştirdiği önemli bir firmayı, yabancı bir şirketine satmak mecburiyetinde kalan Davut Yurttaş isimli bir iş adamımız, ‘dert’lerini şöyle sıralamış: “Bizleri bu sonuca (yani, şirketlerimizi yabancılara satmak mecburiyetinde kalmamız/FÇ) götüren başlıca sebep her durumda arkamızda kimsenin olmaması, daha da kötüsü devletin bir sanayileşme politika ve endişesi olmaması sonucu sanayiciye üvey evlât, hadi lâfımızı sakınmayalım ‘’hırsız’’ gözüyle bakması, sürekli karşısında elpençe-divan durmaya zorlaması, yapılanın takdir edilmeyip küçümsenmesi, yasaların memurların yorumlarına çok açık ve sanayi ve üreticiden çok devletten yana olması, teşviklerin çok yetersiz ve sonuca götürücü olmaması, olanların kullanımındaki bürokrasi yoğunluğu ve aşırı güvensizlik, yoğun yabancı hayranlığının yarattığı marka yaratma ve markayı ayakta tutma zorluğu, istihdamın teşvik edileceği yerde adeta cezalandırılması, vergi adaletsizliği ve kayıtdışılığa karşı devletin duyarsızlığı, kümesteki tavuk muamelesi ile sürekli hırpalanmak gibi ortak ve daha çok uzatılabilecek sorunlardır.” (Aktaran: Tevfik Güngör, Dünya g., 13 Haziran 2012)
Bürokrasiden ve ‘devlet’in yaptığı yanlışlardan şikâyet eden bir iş adamı değil, neredeyse her iş adamıdır. O halde bu şikâyetlerin ciddiye alınması ve problemlerin çözülmesi lâzım. Yoksa, “Ben devletim, ne istersem yaparım” anlayışıyla Türkiye’nin iyi noktalara ulaşması mümkün değil.
Hedef, her insanın huzurlu olduğu, devlet ile milletin kaynaşıp tek vücut gibi hareket edebildiği bir ülke olmak olmalı...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Faruk Çakır Arşivi