Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Millî Mücadelede Hilâfetçi, Cumhuriyette Pozitivist

Millî Mücadelede Hilâfetçi, Cumhuriyette Pozitivist

Mehmet Şevket Eygi üstâdımız “Kemalizm ile İslam Bağdaşmaz” dedikten sonra yazısına şöyle devam ediyor:

“M. Kemal Paşa'nın ölümünden sonra oluşturulmuş Kemalizm ideolojisi ile Din-i Mübin-i İslam kesinlikle uyuşmaz ve bağdaşmaz. Birtakım Kemalist ilahiyatçıların İslam ile Kemalizm’i bağdaştırma gayretleri gülünçtür ve boştur. Şuurlu bir Müslümanın Kemalist olması mümkün değildir. Kemalizm, M. Kemal'e atfedilen bazı ilkeleri, görüşleri, inançları, dogmaları esas alan bir ideolojidir. Yukarıda beyan edildiği gibi bu ideoloji Paşa'nın ölümünden sonra oluşturulmuştur. Kemalizm'in temel prensipleri nelerdir? Allah inancı konusunda inkarcı veya agnostiktir. Pozitif ilimleri en büyük mürşid kabul eder. Ahiret inancı, hesap kitap, Cennet Cehennem yoktur. İslam Şeriatını reddeder. Risalet-i Muhammediyeyi zımnen reddeder. Kemalizm İslam'a karşı bir reaksiyondur.”

Kendisinin yazı ve fikirlerini tashih etmem ve tartışmam haddim olamaz. Yukarıdaki metnin başımın üstünde yeri var. Fakat birkaç cümlesini kabul etmem mümkün değil. Hatta bu cümleleri ite bulaşmamak için çalıyı dolaşarak yazdığına kanaat ediyorum. O cümlelerin ilki şudur: “M. Kemal Paşa’nın ölümünden sonra oluşturulmuş Kemalizm ideolojisi ile….” İkincisi, “ Kemalizm, M. Kemal’e atfedilen bazı ilkeleri, görüşleri, inançları dogmaları esas alan bir ideolojidir. Üçüncüsü, (…) Bu ideoloji Paşa’nın ölümünden sonra oluşturulmuştur.”

KEMALİZM AYRI, M. KEMAL’İN DÜŞÜNCE VE İCRAATLARI AYRI DEĞİLDİR

Cumhuriyetin, Kemalist ideolojiden meydana gelen despot bir devlete dönüşmesine bizzat M. Kemal’in kendisi sebep ve vesile olmuştur. Bunun böyle olduğuna dair sayfalar yetmez. Sol cenahta olduğu gibi ba’zı “sağcı” ve Müslüman münevveran da tuhaf bir geçiştirme düşüncesine kapılarak, sanki Kemalizm ayrı, M. Kemal’in icraat ve fikirleri ayrı şeklinde kanaat uyandırıyorlar. Sanki M. Kemal, millet-i necibeye uygun bir cumhuriyet arzu ediyordu da kadrosu mâni oldu, tarzında hakikatle hiç mi hiç alâkası olmayan zorlama tevillere başvuruyorlar.

Metinde zikrettiğim üç cümle de bu neviden naylon bir cümle olup geçiştirmek için yazılmış gibi görüyor. Millî Mücadele’de alabildiğine hilafetçi ve İslâmî bir hassasiyet içinde görünen M. Kemal 1923’den sonra aralıklı, 1930’dan sonra hızlı ve kararlı bir siyasetle Kemalizm denen lâdinî ve ceberrut ideolojiyi pozitivizm de katarak cumhuriyet devletiyle aynileştirmiştir. İnönü Dönemi ve 27 Mayıs’ta ilâvelerle bu ideoloji bir sistem olarak daha da pekiştirilir. Buyurun, M. Kemal’in Kemalizm’in bânisi ve nâşiri olarak beyan ve icraatlarından, Türkiye Cumhuriyet Devleti’nin zihnî temellerine attığı pozitivist fikirlerinden derlediklerimizden sadece birkaç kareyi okumaya:

“Bu, bir ‘dünyanın ikinci yaratılışı idi.’ Bundan dört yıl evvel yüzünü gördüğü ve sesini işittiği Tanrı, aydınlığa ‘ol’ demişti; aydınlık oluyordu. Suya ‘ol’ demişti; su oluyordu ve ‘suların arasında Levh olsun’ demişti, Levh meydana gelmişti ve ‘yeryüzünde tohumu kendisinden olarak cinsine göre yemiş veren ağaçlar husule gelsin’ demişti ve tohumun cinsinden türlü ağaçlar bitmişti” ( Ankara, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, s. 163-164).

M. Kemal’e insan üstü bir varlık izafe edilen yukarıdaki satırlar, Yakup Kadri’nin “Ankara” adlı romanının kahramanlarından Selma Hanım’a aittir. Selma Hanım, “Yeni başkent Ankara”nın cumhuriyet balolarında ve toplantılarda tanıdığı M. Kemal’i bu sözlerle “tanrılaştırıyordu.”

Roman kahramanına yaptırılan bu tasvir Yakup Kadri ve devrinin pozitivist aydınlarının zihniyetini yansıtmaktadır. Prof. Dr. Mete Tunçay, bu tasvirin “biçimce Hıristiyan, ama özce pagan bir apotheosöz”, yani insanüstü bir tip tasviri olduğunu ifade eder ( Tek Parti Yönetiminin Kurulması, Prof. Dr. Mete Tunçay, s. 324).

M. Kemal’in, cumhuriyetin “yeni Türk aydını” tarafından nasıl yüceltildiğini anlamak için o devri anlatan metinlere bakmak lâzım. Kemalizm’in sürekli değişen ve aldatan yüzü, sistemin hâlen devam eden çatışmalı yapısını oluşturduğu açık.

“BİZİM PEYGAMBERİMİZ GÂZİDİR, ARABİSTANLI ZÂTLA İŞİMİZ BİTTİ”

Tunçay’ın adı geçen eserinde (s.324) yer verdiği İngiliz yazar Grace Ellison, “Turkey Tudey 1928” adlı kitabında, Yakup Kadri’nin, Büyük Şefi Hazret-i İsa’ya benzettiğini, M. Kemal’i insanüstü bir kült hâline getirdiğini ve cumhuriyetin ilk yıllarında Konya’dan Adana’ya giderken bir okul müfettişiyle konuştuklarını, ona tanrı ve peygamber hakkında sorular sorduğunu anlatıyor:

“Müfettiş: -Bizim Peygamberimiz Gâzidir. Arabistanlı zatla işimiz bitti. Muhammed’in dini Arabistan için gayet iyiydi, ama bize göre değil.
Ellison: -fakat sizin hiçbir inancınız yok mu?
Müfettiş: -Var. Gâzi’ye, ilme, ülkemin geleceğine ve kendime inanıyorum.
Ellison: -Ya tanrı?
Müfettiş: -Tanrı hakkında kim ne bilebilir ki? İlim vardır, iyinin ve kötünün gücü vardır; geri kalanı hakkında ise hiç kimse kesin bir şey bilemez.”

PROF. TUNÇAY: “BU SÖZLER BİR YAZARIN ABARTMALI GÖZLEMLERİ DEĞİL”

Ellison, ulusçuluğun Türkiye’de yeni bir din olduğunu, hattâ bu dinin temel dayanağı olan Misâk-ı Millî’nin Kur’ân-ı Kerim’den daha kutsal sayıldığını ifade eder. Tunçay, adı geçen eserinde (s. 323) “bu sözlerin yabancı bir yazarın abartmalı gözlemlerinden ibaret olmadığını, bu zihniyetin Tek Parti döneminin özellikle ilk yarısında olağan duygu ve düşünceler olduğunu, Atatürk hakkında “En büyük imanım şu; sen Rabbın yarısısın / Yerin üstünde fakat, Türklerin tanrısısın...” tarzında şiirlerin devlet telkiniyle okutulduğundan bahseder.

M. KEMAL: “BENİM DİNİM YOK, BÜTÜN DİNLER DENİZİN DİBİNE BATSIN...”

Prof. Dr. Mete Tunçay’ın adı geçen kitabının 219. sayfasındaki 17 numaralı dipnottan öğrendiğimize göre, İngiliz kadın yazar Grace Ellison, “Turkey Today” adlı Türkiye hakkındaki kitabında (s.24) M. Kemal’in, kendisine “benim dinim yok ve bazen bütün dinler denizin dibine batsın istiyorum. (...) Yönetimini ayakta tutmak için, halkı tuzağa düşürürler gibi dine gerek duyan kişi, zayıf bir yöneticidir. Benim halkım (...) gerçeğin buyruklarını ve bilimin öğretilerini öğrenecek. Boş inançlar gitmeli...” dediğini yazıyor.

Tunçay, Millî Mücadele yıllarında din bağının alabildiğine vurgulandığının herkesçe bilindiğini, Birinci B.M.M’de bir tek gayr-ı Müslim üyenin olmadığını, kamu gelirlerinde onca azalmayı göze alarak dinî sebeplerle içki yasağı kanununu (Men-i Müskirat Kanunu) çıkartanların bu ilk meclis olduğunu, İslâm milliyetçiliğiyle Kuvvacı siyasî hareketin dinden faydalandığını, öteki Müslüman topluluklardan Kürtler, Çerkezler, Lazlar vb. toplulukların işbirliğini sağlama yönünde dinin bu işbirliğine hizmet ettiğini anlatmaktadır ( Tunçay, a. g. e., s. 212).

O. NURİ ERGİN: “M.KEMAL YARADANCI, TABİATÇI (NATÜRALİST) VE DETERMİNİSTTİR”

Tunçay, Amerikalı A. Bill ve Carl Leiden adlı iki yazarın “Niyazı Berkes gibi kimi uzmanlar Atatürk’ün tanrıtanımazlığını yadsıyor olsalar da o kendisinin dinsizliğini kabul eden hemen tek reformcudur...” sözlerini aşırı bulduğunu belirterek, “Amerikalı yazarların tanrıtanımazlıkla dinsizlik arasında bir ayrım gözetmedikleri anlaşılıyor” der ve M. Kemal’in “tabiatçı ve determinist olduğunu” söyler:

“Atatürk’ün din konusundaki tutumunu uzun boylu tartışan Osman Nuri Ergin de ‘Türkiye Maarif Tarihi’ kitabının 5. cildi, 1673. sayfasında benim yorumuma yakın bir biçimde, M. Kemal’in Tabiatçı (Doğacı=Natüralist, her şeyin tabiatın tesiriyle oluştuğunu ileri süren, ilâhî bir varlığın dünyadaki gücünü kabul etmeyen doktrin) ve Determinist olduğu yargısına varmaktadır” (Tunçay, a. g. e., s. 219).

MİLLÎ MÜCADELE’DE İSLÂMCI GÖRÜNEN M. KEMAL POZİTİVİZME KAYIYOR

M. Kemal’in, 1930’dan itibaren A.Comte’un fikri olan, Allah’ın varlığı ve dini hakkında şüphe duyan, dünyanın mahiyetinin sebeplerinin bilinemeyeceğini, her şeyin müspet ilimle ve keşifle elde edilebileceğini, “üç hal kanununa” göre din ve metafiziğin vaktini doldurduğunu, ilim kanunlarının geçerli olduğunu ileri süren pozitivizmi benimsediği beyan ve yazılarıyla sabittir.

Tunçay, Kemalist laiklik anlayışının “tabiî olarak kendisinin (M. Kemal’in) din konusundaki görüşlerinden kaynaklandığını, çeşitli konuşmalarına bakarak onun bir ara kaba materyalizmin tesiriyle böyle bir eğilim kazandığını, fakat Atatürk’ün tanrıtanımaz (atheist) değil, yaradancı (deist) ve 18. yüzyıl aydınlanma çağına ve doğal din (natüralizm) inancına sahip olduğunu, millî mücadele döneminde İslâm’ın doğruluğunun ispata ihtiyaç olmayan ekmel bir din olduğunu siyasî bir taktik gereği kabul ediyor görünerek, İslâmlığı bu çizgide yeniden yorumladığını” ifade ediyor ( Tunçay, a.g.e., s. 213).

“Deist”, her türlü vahyi ve vahyin bildirdiği Allah’ı, peygamberi, dinin varlığını kabul etmeyen, sadece akıl ile idrak edendir. Bu anlayışın öne çıkmış isimleri Volter ve Rousseau gibi aydınlanmacılardır.

PROF. TUNÇAY: “M. KEMAL DİN ADAMLARINA MÜTHİŞ DÜŞMANDIR”

Tunçay, adı geçen kitabının 213 sayfasında M. Kemal için “din adamlarına müthiş düşmandır” diyor ve 26 Mart 1923 tarihli Hakimiyet-i Millîye Gazetesi’nde M. Kemal’in Konya Türk Ocağı’ndaki bir konuşmasında dinle ilgili düşüncelerini açıkça belirttiğini söylüyor:

“...Ben şahsen onların düşmanıyım. Onların menfî istikamette atacağı bir hatve yalnız benim şahsî imanıma değil, yalnız benim gayeme değil, o adım benim milletimin hayatıyla alakadardır. (...) O adım milletimin hayatına karşı bir kasıt, o adım milletimin kalbine havale edilmiş bir hançerdir. (...) Farzımuhal eğer bunu temin edecek kanunlar olmasa, bunu temin edecek meclis olmasa, herkes çekilse ve ben kendi başıma yalnız kalsam yine tepeler ve yine öldürürüm.”

“BİZ MAYMUNUZ, DÜŞÜNCELERİMİZ İNSAN...”

M. Kemal’in o dönemdeki beyanlarının Türkiye’de pozitivist ve materyalist felsefenin argümanlarıyla düşünmeye başlayan “aydın” kitlenin oluşmasına ve eğitim anlayışı hâline gelmesine yol açtığını söyleyenler bizzat o dönemin “Atatürkçü” yazarlarıdır. Ruşen Eşref Ünaydın’ın hâtıralarında M. Kemal’in şu ifadeleri niçin yazılmış olabilir?:

“İnsanlar, ‘kurtçuklar’ gibi sulardan çıktılar en önce... atamız balıktır, işler daha daha ilerledikçe, o insanlar, ‘mat’ (maymunları da içine alan memeliler cinsi) zümresinden türediler. Biz maymunlarız; düşüncelerimiz insandır!” ( Hatıralar, Atatürk, Tarih ve Dil Kurumları, s. 53, 1954). Bu beyanlarıyla M. Kemal, Darvinist nazariyeyi benimsemeye de yol açmış görünüyor. M. Kemal’in yaratılışla ilgili aynı fikirleri Afet İnan’ın “Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler” kitabında da yer almaktadır ( T. İş Bankası Y., s. 277, 1984).

“ALLAH’A DEĞİL, TOPLUMA İNANMAK...”

Aydınlar arasında İslâm karşıtlığının oluşmasının hızlanarak resmîlik kazanmasına ve devlet katında neşv ü nema bulmasına M. Kemal’in şu sözlerini gerekçe gösterirler:

“İnsanlar ilk devirlerinde pek acizdi. Kendilerini koruyamıyorlar, hiçbir olayın da sebebini bilmiyorlardı. Kendilerini koruyacak bir kuvvet aradılar. Sonunda insanlık, vicdanında bir kuvvet yarattı. O da işte ‘Allah’tır. Her şeyi ondan beklediler, ondan istediler. Hastalıktan, felaketten korunmayı hep Allahlarından istediler. Fakat modern çağlarda, insan her şeyi Allah’tan beklemedi. Ancak toplumdan bekledi. Her şeyin koruyucusu insan toplumudur. Bizi koruyan, refah içinde yaşatan toplumdur. Bu sebeple topluma önem vermek, onu kuvvetlendirmek ve yaşatmak lâzımdır...” (Enver Behnan Şapolyo, Atatürk ve Millî Mücadele Tarihi, s.305, 1932).

Bu fikirler, vahyi reddeden “Allah’a değil, topluma inanmanın” adı olan pozitivizmin kurucusu ve “İnsanlık Dininin filozofu” A. Comte’un fikirlerinin aynısıdır.

M.KEMAL: “TÜRK YALNIZ TABİATI TAKDİS EDER”

Resmî zevat, Atatürkçülük adı altında materyalist ve pozitivist fikirlerin ders kitaplarında yer almasını neyle izah edebilirler? M. Kemal’in sebep olduğu bir başka problemli konu, 1930 yılında bir Alman muhabirinin “Türk’ün inanç yapısı” hakkındaki sorularına verdiği cevaptır: “Türk yalnız tabiatı takdis eder (kutsar). Tabiatın her şeyden büyük ve her şey olduğu anlaşıldıkça tabiatın çocuğu olan insan kendinin de büyüklüğünü ve haysiyetini anlamaya başladı” (Liseler için Medeni Bilgiler Kitabı 1931). Bu ifadeler, sonraki baskılarından çıkarılan Atatürk Söylev ve Demeçleri, 1937, Cilt:III, s.86’da mevcuttur (Kaynak: A. İnan’ın a.g.e.).

“POZİTİVİST CUMHURİYET İSLÂM’A TAVİZ VERMEK NİYETİNDE DEĞİLDİ”

Cumhuriyetin aydınlarından Adnan Adıvar’ın sözleri, Kemalistlerin niyet ve zihniyetlerinin dinden uzaklaşıp pozitivist bir Türkiye meydana getirmek olduğunu ortaya koymaktadır:

“Dinciler, İslâm düşünce ve imanını, doğal ve bilimsel yasalarla uzlaştırmaya çalışarak ve laikliğin gerçek anlamını vurgulayarak savunmaya devam ettiler. Bir bakıma övülesi bir çabaydı. (...) Fakat genç cumhuriyet (...) İslâm düşünüşüne herhangi bir ödün vermek niyetinde değildi. O dönemde Batı düşünüşünün, daha doğrusu Batı pozitivizminin egemenliği öylesine yoğundu ki, buna düşünce demek bile zordur. Daha iyisi, ‘resmî dinsizlik dogması’ demelidir. Prof. Gibb’in imgeli deyişiyle, Türkiye pozitivist bir anıt-kabir olmuştur” (a.g.e., s.215).
----------------------------------------------------

İLÂVE YAZI:

GÖNLÜME DÜŞENLER

Fazlı Bayram; nizam-ı âlem Türklerinden. Fikir Dükkânı’nın, yani Mekteb-i İrfan’ın müdavimlerinden ve türküdarlarından. Türkü söyler ve bağlama çalar. Bu marifeti dolayısıyla fakîrin nezdinde hususî bir yeri var. Çünkü nazarımda, tasavvuf kokan gönül işi türküler çığıran türküdarlar, âlim, derviş ve edip mertebesindedir. Şahsî bir dâvadan hapishaneye girdi ve fikirli bir Yusufiye ehli olarak çıktı. Alp ve celâl tarafını yonta yonta alperen oldu ve sonunda aile ve maişet nizamı içinde yerleşik hayata geçti. Kökü sağlam bir dost. Dostluğun pîrleri ondan râzı olsun.
-----------------------------------

AÇIKLAMA: Muarızım ve sıkı okuyucum ve ba’zı tarihî hayâllerine de katıldığım Cemay’ın sağı solu belli olmuyor. Bu kez de fakîri “İttihatçı” addetmiş. El insaf! Başka bir yafta kalmadı? Dediği şu: “Ben sizden hiç ayrılmamışım. Sizin İttihatçılık fikriyatından ayrılamayacağınızı her zaman savundum. Ancak biz bölgesel, kütüğe dayalı bir tehcirden başka bir yol olduğuna inanmıyoruz.”

Sanki daha önce İttihatçıymışım da bir süre rücu edip tekrar eski fikrime avdet etmişim gibi usturuplu bir ifade ile takdim ediyor bendenizi. Yanlış vitrine sokmaya çalışıyor ve sözde “beraberiz” zarfı atıyor. Amma ki düşmem bu zarflara. Hayatımda hiç İttihatçı olmadım. İnsan, yakıştıracak gerçekçi bir yafta bulur yahu! Hayret! İttihatçılık, apayrı bir çizgi. İttihatçılık deyince darbecilik, suikastçılık, cinayet, zorbalıkla makamları elde etme vb. uygulamalar akla gelir. Enver Paşa’nın, Abdulhamid Han’ın İttihad-ı İslâm programını devam ettirmesi, Bediüzzaman’ların, Mehmet Âkiflerin de olduğu Teşkilat-ı Mahsusa’nın Âl-i Osman’ı kurtarma hamlelerini İttihatçı başlıkla ifade etmek hatalıdır. Hâsılı uzun bir mevzu.

Cemay’ın şeriki Ömay da, fakîri manipüle etmek, yanlış takdim etmek yoluna tevessül edivermiş: “Yeniden Türkleşeceksiniz. Her ne kadar bir dönem AB’ci politikalarla rahata ereceğinizi düşünseniz de, liberal ve demokrat ideolojilerle Müslümanları daha asude bir hayata ulaştıracağınızı düşünseniz bile bir gün yeniden aslınıza dönebileceğiniz umudunu hep taşıdım. Yavaş yavaş da olsa olacak inşallah.”

Ey azizan! Külliyen iftira bu sözler. Muarızlarımda insafın nâmı kalmamış. Dediğine bakınız: “Türkleşecekmişim! Yani aslıma dönecekmişim! Fesübhanallah! İftiranın da bir yakışığı olur. Ömrünü muazzez ve necip Türk milletinin medeniyet dâvasına ayıran ve Kemalist cumhuriyetin bu milletin dilinde, hafızasında, düşüncesinde, din ve değerlerinde yaptığı operasyonları, tâdilatları, asimilasyonları yazıp anlatmaya adamış birine “Yeniden Türkleşeceğini…” söylemek, bir merkezin işi olsa gerek. İyi ki yanlarına muarızlarımdan Dr. Hunu’yu almamışlar. Ne diyeyim? Yine de muarızlarımın akl-ı selime geleceklerine inanıyorum.























Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
11 Yorum
Ahmet Doğan İlbey Arşivi