Prof. Dr. Şaban Şimşek

Prof. Dr. Şaban Şimşek

Atatürk’ü sevmek ya da sevmemek (2)

Atatürk’ü sevmek ya da sevmemek (2)

Bugünkü yazımızda, mezkûr kitaptan (“makale” demek istemedim çünkü bu bir alıntı), herhangi bir yorum yapmadan, geçen hafta bahsettiğimiz Çankaya’daki o süfli geceye giden yolun taşlarının nasıl döşendiğini aktaracağız. Burada, bir yönüyle, 1920’lerdeki Türk siyasetinin genel atmosferini yansıtan bir hava da mevcut. Haftaya ise “o gece’yi” anlatıp, bir iki paragraflık açıklama ile konuya nokta koyacağız.

Genel siyasi hava ve iktidara dair…

…Mustafa Kemal’in talebi üzerine Meclis, Türkiye’yi kurtarmak için Takrir- Sükûn Kanunu ile anayasayı askıya alıp tüm iktidarı, tam yetkili olarak, ona teslim etti. Mebus dokunulmazlığı kaldırıldı. Basın sıkı bir sansüre tabi tutuldu. Hükümet aleyhinde bir hareket ya da sözlü eleştirinin vatana ihanet olacağına karar verildi. İstiklal Mahkemeleri Türkiye’yi temizleyecekti, hem de derhal.

Mustafa Kemal muhalefet liderlerinin mahkeme önünde yargılanmalarına karar verdi… Muhaliflerin çoğu kendi dostlarıydı. Aralarında pek çoğu, örneğin Rauf, Kazım Karabekir, Türkiye’ye büyük hizmetleri dokunmuş büyük adamlardı; vatana ihanet ettiklerine dair kanıtlar çok zayıftı, siyasal bir manevra için yeterliydi belki ama bir hukuk mahkemesi için yetersizdi.

Atatürk’ün, muhalifleri hakkındaki kararında tereddüdü var mıydı?

…Fakat artık ne tereddütle, ne serbest bırakmakla, ne de yarım yamalak önlemlerle oyalanacaktı. Fethi’yi başvekillikten azledip, katı kurmay subayı, acımasız ve sert amiri, yani

İsmet’i geri çağırdı.

Liderleri bu defalığına elinden kaçırmış olabilirdi ama taraftarları acı çekeceklerdi. Bu işle İstiklal Mahkemeleri’ni görevlendirdi. Mahkemeler kanlı hükümlerle kurdukları dehşet egemenliği altında bütün Türkiye’yi taradılar. Zamansız bir jest, üstü kapalı bir eleştiri ya da kimi önemsiz kurallara uymama gibi eylemler yüzünden bile insanları darağacına gönderdiler.

Yargıçlar gevşeyecek olduklarında Mustafa Kemal onları tehditlerle uyarıyordu. O, tam yetkili diktatördü ve iktidar, içindeki yönü ortaya çıkarmıştı. Ankara’nın Bozkurt’u öfkeyle kabarmıştı.(…) (…) (burada uzunca bir satır karalama var, ŞŞ) Türkiye’ye damgasını basmıştı.

Uygun fırsatı beklemek zorunda kalan Mustafa Kemal, büyük muhaliflerini ele geçirmekte hala eskisi kadar kararlıydı. Kendisi içgüdüsel bir komitacıydı ve komitacıların zihniyetlerini gayet iyi biliyordu. Vatan ile İttihat ve Terakki Cemiyeti’ndeki deneyimleri ona devrimlerle karşı devrimlerin araçlarını ve tekniklerini gayet iyi öğretmişti.

İşini bitirecek bir karşı devrimden kıl payı kurtulduğunun farkındaydı. Yenilmiş olsaydı, Yeni Türkiye’nin tahrip edileceğine inanıyordu. Karşılaştığı herkesten kuşku duymakta, hepsine hakaret etmekle birlikte, o tanımlanamaz kişiliğe, Türkiye Halkı’na ve ondan büyük bir ulus yaratma konusundaki görevine olan fanatik, şiddetli inancı hala korumaktaydı.


Görevi kadar egosu konusunda da tam bir fanatik kesilmişti.

Atatürk zimnen ne diyordu?

Ben Türkiye’yim” diyordu. “Beni yok etmek, Türkiye’yi yok etmek demektir.” Sanki “Ben Tanrının Oğlu’yum” der gibiydi.

Ona yönelik tehlike halktan değil, yalnızca önemli muhaliflerden geliyordu. Eğer Fethi’nin gevşekliği olmasaydı, kanıtlar yeterli de olsa yetersiz de olsa, hepsini yarılatacak ve astırmış olacaktı.

….

Hepsinin arkasındaki kişinin Enver ve Talat’ın arkadaşı, İttihat ve Terakki’nin eski Maliye Nazırı olan Selanikli Yahudi Cavit olduğundan emindi. Doğu Masonları’ndan dostları ve uluslararası bankerlerle olan ilişkileriyle bu ufak tefek tombul Yahudi, en başta hesabı görülmesi gereken kişiydi. Perde arkasındaki beyin, oydu.

…Türkiye’yi gizli polis, casuslar, sivil polisler, ajan provokatörlerden oluşan geniş bir sitem kapladı. Mustafa Kemal padişahtan kalan bu sistemi geliştirmiş ve daha da yaygınlaştırmıştı.

Polisi daha da tetikte olması konusunda uyardı. Düşmanlarına karşı daha fazla kanıta ihtiyacı vardı. Bu kanıtları onlar bulmalıydılar. Mustafa Kemal, ağının ortasında acımasızca ağını bekleyen zehirli bir tür boz örümcek gibi, muhaliflerini bekliyordu.

Beklediği fırsatı nerde buldu?

Beklediği fırsatı çok kısa zamanda yakaladı. İzmir’e resmi bir ziyaret yapmak üzereydi. Oraya varmasından iki gün önce polis, üç şüpheli yakaladı. Mustafa Kemal’in geçmesi gereken sokağın üzerindeki bir evde hazır durumda bombalar, suikast planları ve Meclis’teki Ziya Hurşit adlı muhalefete mensup mebuslardan birini suçlamaya yarayacak mektuplarla birlikte ele geçmişlerdi.


Mustafa Kemal darbesini indirmekte gecikmedi. Polis her çeşit kötü muameleler, işkence, falaka veya başka yollara başvurarak muhalefet liderlerine, yani dört askeri kumandanı ve özellikle Enver’in çetesine mensup olan eski İttihat ve Terakki liderlerinin herhangi birine suç isnat edilmesini sağlayacak yeterli kanıtı bulmak zorundaydı.

Polis ve hâkimler işini iyi(!) yaptı mı?

Polis işini iyi yaptı. Ülkedeki tüm muhalefet liderleri tutuklandı ve onları yargılamak üzere bir İstiklal Mahkemesi kuruldu.


Mustafa Kemal dişlerini sıkarak yargıçlara “Bu kez hiçbir hata istemiyorum. Bu, bir son olmalı” diyordu.

Yargılama iki aşamada yapıldı: İzmir’de yapılan ilkinde, önemsiz tutuklular yargılandı. Mahkeme heyeti muhakeme usullerini ya da kanıtlarını hiç umursamadan hepsini astı.

İdam müzekkereleri, imzalaması için Çankaya’daki evine gönderildi…

Mustafa Kemal’in “tek dost’u” için verdiği karar…

İdam müzekkerelerinin arasında Arif’inki de vardı. Mustafa Kemalle münakaşasından sonra muhalefete katılmıştı. Tek dostu, Bağımsızlık savaşının kara günleri boyunca, o padişah tarafında ölüme mahkûm edilmişken Samsun’da, Amasya’da, Erzurum’da ve Sakarya’da hep yanında ve ona sadık kalan Arif; bu odada birlikte kâğıt oynadığı ve içki içtiği (…) (…) (…)
(burada altı satırlık uzun bir karalama var, ŞŞ) içinde, iradesini yumuşatacak hiçbir anıya ya da duyguya yer yoktu.

Yargılamanın ikinci kısmı Ankara’da gerçekleştirildi. Duruşmalar Bolşeviklerden örnek alınarak büyük bir siyasal gösteri gibi hazırlanıp sahneye kondu.

Rauf ve Rahmi gibi kaçmış olanların dışında bütün muhalefet liderleri sanık sandalyelerinde oturuyordu. Kaçanlar da gıyaben yargılandılar.

Mahkeme süreci ve o meşhur hakim Kel Ali…

Mahkeme Başkanı Kel Ali’ydi. Yaşlı bir İskoçyalının yumuşak vakarına sahip, nazik bir beyefendi görünümündeydi. Gerçekteyse, en büyük övünme vesilesi olarak, 7 000 yeniçeriyi öldürten II.Mahmut’tan sonra en çok sayıda adamı kendisinin asmış olmasını gösteren bir alçak ve kana susamış, ihtiyar bir vicdansızdı. Yardımcıları Ali (Kılıç Ali olsa gerek, ŞŞ) adında terbiyesiz, kabadayı bir zorba ile bir savcıydı. Her üçü de Mustafa Kemalin yakın çevresine dâhildiler ve ondan idam kararı verme emrini (yetkisini, olsa gerek. ŞŞ) almışlardı.

Kel Ali davayı adalete uymak yönünde en ufak gayret göstermeden yürüttü. Sanıklara, savunmalarında kendilerine yardım edecek bir avukat bulma izni verilmedi; acımasız bir zorbalığa maruz kaldılar… Suçlananların, Mustafa Kemal’e karşı oldukları ve onun ölümü halinde iktidarı ele geçirmeye çalışacakları açıktı. Ama suçlandıkları suikast girişiminde hiçbir rol oynamamış oldukları da aynı derecede ortadaydı.

….

Hâkimlerin ya biri ya öteki, kâh Ali kâh diğer Ali, birdenbire Gazi’nin üstün nitelikleri- onun fevkalade ileri görüşü, derin yurtseverliği, olağanüstü dehası, tüm soylu eylemleri, hayret verici cesareti, vb üzerine tumturaklı söylevler vermeye başlıyorlardı. Ardından bunları, sanık sandalyesinde oturan muhaliflerinin rezil ve alçak karakteriyle karşılaştırıyorlardı.

Medyanın rolü var mıydı?

Mahkeme işini çok iyi yaptı; gazeteler de duruşmaları yayımladılar. Mustafa Kemal göklere çıkarıldı. Sanıklar alçak vatan hainleri olarak teşhir edildiler. Dört askeri paşanın kişilikleri alenen paramparça edildi, dünyanın gözleri önünde karalandılar; ordudaki nüfuzları tuz buz edildi ve toplum yaşamının dışına itildiler. Ardından Gazi’nin soylu karakterini ve müşfik yüreğini göstermek üzere, bir lütuf olarak serbest bırakıldılar.

Yüzündeki yumuşak tebessümle Kel Ali kalanların hepsini gayet nazik bir tavırla, ölüme mahkûm etti.

Kısmet olursa haftaya devam edeceğiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
15 Yorum
Prof. Dr. Şaban Şimşek Arşivi