Şevket Tandoğan

Şevket Tandoğan

Yeni yıla başlarken

Yeni yıla başlarken

Yeni yılın bu ilk günlerinde geçmişin muhasebesini yaparken, Rabbimize şükrederek geleceğin hazırlığını da yapmalı ve tedbirlerini almalıyız. Zira bir süre önce idrak ettiğimiz 1434.Hicrî yıl ve henüz girdiğimiz 2013.Miladî yeni yıl ile birlikte ömür defterimizden bir sayfa kapanarak yeni bir sayfa açılmış, böylece bir yıl daha yaşlanmış bulunuyoruz.

Vakit nakittir. Geçen zamanı geri getiremeyeceğimize göre, geçen yıllar içinde yarınlarımız için neler hazırladığımıza iyi bakmalı ve adımlarımızı buna göre ayarlayarak kendimizi revizyona tâbi tutmalıyız.

Gerçek şu ki, dünya ve âhiret hayatımız için yüzümüzü ve yüreğimizi Rabbimize çevirip onun aynasından baktığımızda; doğuşumuzdaki sâfiyetin kalmadığını, muhtelif kir ve lekelerin bulaştığını hemen görürüz. O halde maddî ve mâ’nevî temizliği ve revizyonu hemen başlatmalıyız.

Çünkü insan, pâk, ma’sum ve günahsız bir halde dünyaya getirilmiştir. Geldiği gibi tertemiz ve mükemmel şekilde hayatını tamamlayabilmesi için bir takım vazifeler ile mükellef tutulmuş, yasaklar konulmuştur. Mâlûmdur ki Hz.Allah bizleri imtihan için yaratıp bu âleme göndermiş, pâk ve lekesiz huzuruna dönmemizi istemiştir.

Nitekim Müslümanlıkta maddî şeyler ile kirlenen bir vücûdu, bir elbiseyi, bir mekânı temizlemek şart olduğu gibi; günah denilen mânevî fenâlıklarla kirlenen bir rûhu (mânevî bünyeyi) temizlemek de şart ve mecburîdir.

Hz.Peygamberimiz:(s.a.v.) “Nezâfet îmandandır.” Buyururken her iki yönlü temizliği kastetmiştir. Zaten maddî ve mânevî temizlik biri diğerinden ayrılmaz. Hatta bu iki kısım nezâfet iç içedir. Örneğin abdest bir bakımdan maddî temizlik ise de diğer bir bakımdan mânevîdir.

Maddî pislik ve kirlerin çeşitli temizlik maddeleri olduğu gibi, günah ve fenalıkların temizliği de tövbe ve istiğfardır. İnsan beşerdir. Şaşabilir. Günah işleyebilir. Yeter ki kalbi sızlasın, içten pişmanlık duysun, Hemen Allah’ına yönelsin, günahının affedilmesini dilesin, gözyaşı döküp yalvarsın, zaman geçirmeden günahtan kurtulmaya çalışsın.

Allâhü Teâlâ: “Ey mü’minler!. Hepiniz Allah’a tevbe ediniz ki, kurtulabilesiniz.” Buyuruyor. Resûl-i Ekrem Efendimiz de: “Günâhından tevbe eden, günah işlememiş kimse gibidir.” Buyurmuştur. Nitekim Resûlüllah (s.a.v.) bizzat kendisi günde yetmişten fazla istiğfar ve tövbe ederdi.

İnsanlar karar verirken, söz söylerken, bir işe adım atarken çok iyi düşünüp tartıp öyle hareket etmelidir. İstişaresiz fevrî ve nefsânî kararlar maddeten ve mâ’nen perişanlığa yol açabilir. Hatta bir anlık hatalı işler ve sözler hayatının kararmasına sebep olur, bir ömürlük kazanımlar bir anda kül olur, ömür boyu nedamet gözyaşlarına boğar.

Buna örnek olmak üzere; merhum şâir Mehmet Akif’in hatıratında yer alan ibretlik bir hadiseyi nakletmek isterim, M.Akif anlatıyor:

“Her sabah Sultanahmet Câmiine erkenden gelen bir zat vardı. Saçı sakalı bembeyaz olmuş bu ihtiyar adam, mihrabın bir kenarında ümitsiz bir şekilde durmadan ağlıyordu. Nihayet bir gün yanına sokuldum:

-Muhterem,dedim. Allah’ın rahmetinden bu kadar ümitsizlik olur mu? Niye bu kadar ağlıyorsun? Bana:

-Beni konuşturma, Kalbim duracak, dedi.

Çok ısrar edince anlattı:

-Ben Abdülhamid devrinde Binbaşı idim. Anam-Babam vefat edince sadârete bir dilekçe gönderdim. Dedim ki, “Mallarımız, gayrimenkullerimiz var. Bunların bir nezaretçiye ihtiyacı vardır. Kabul buyurulursa istifa etmek istiyorum.” Sadâret benim dilekçemi

Padişaha göndermiş, bana doğrudan doğruya Hünkârdan bir yazı geldi, “istifa kabul edilmedi” deniyordu.

Ben bir daha gönderdim, yine aynı cevap geldi. Bizzat huzura çıkıp şifahî görüşmek istedim. Ben o cehalet ile Padişahın huzuruna çıktım:

-Sultanım, istifamın kabulünü istirham edeceğim. Durumumuz budur,dedim. Derin derin düşündü. İstifa etmemi istemiyordu. Yüzünden belli idi. Israrıma da dayanamadı. Öfkeli bir edâ ile,elinin tersiyle: -Haydi! İstifa ettirdik seni, dedi.

Ben ayrılıp işimin başına geldim. Bir gece rüyada mânâ âleminde orduların teftiş edildiğini gördüm. Resûlüllah Efendimiz Yıldız sarayının önünde duruyor, Türk ordusunun geçişini teftiş ediyordu. Osmanlı Padişahlarının ileri gelenleri orada idi. Abdülhamid, Fahri-Kâinat efendimizin arkasında duruyordu.

Derken benim birliğim geldi. Başında kumandan olmadığı için darmadağınıktı.

-Nerede bunun kumandanı? diye Resûlüllah sordular:

-Ya Resûlallah çok ısrar etti. İstifa ettirdik, dedi. Resûlüllah (s.a.v.)da:-Senin istifa ettirdiğini biz de istifa ettirdik, buyurdular.

-BEN AĞLAMIYAYIM DA KİM AĞLASIN?...


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Şevket Tandoğan Arşivi