Ziya Müezzinoğlu

Ziya Müezzinoğlu

İsrail için küçük, küresel hegemonya için büyük bir adım

İsrail için küçük, küresel hegemonya için büyük bir adım

Küresel emperyal güçlerin dayatmaları ile başlayan özür süreci, Türkiye’nin dış politikasını kuşatma ve çıkmaza sürükleme yolunda hızla ilerliyor. Pazartesi günü özür süreci ile ilgili sürece ilişkin görüşmeler yapmak üzere Türkiye’ye gelen heyetin görüşmelerinin, İsrail basınına yansımalarına bakılacak olursa görüşmelerde İsrail lehine olumlu bir durum söz konusu. Haaretz gazetesi, görüşmelerin, ailelere ödenecek tazminatlar ve Mavi Marmara gemisine yapılan saldırıya katılan İsrailli askerler hakkındaki yargı işlemlerinin durdurulmasına odaklandığını yazmış. Gazeteye konuşan üst düzey bir yetkili de görüşmelerin oldukça “samimi” bir atmosferde geçtiğini söylemiş. İsrail ordu radyosu da, İsrail’in Mavi Marmara’da katledilen şehit ailelerine 150’şer bin dolar ödemeye hazır olduğunu haber vermiş. Sadece bu haberler bile alt alta toplandığında İsrail ve ABD’nin özür süreci ile varmak istediği sonucu tüm çıplaklığı ile gözler önüne sermeye yetiyor.

Ortaya çıkan tabloya bakıldığında İsrail’in özür dilemekle kendisi için küçük, küresel hegemonyası için büyük bir adım at(maya çalış)tığı ortaya çıkıyor. Hesap, gayet basit: Özür dile ve Ortadoğu’yu kan gölüne çevirmeye devam et. Şehit ailelerinin her biri için 150’şer bin dolar öde ve tüm davalardan kurtul. Özür dile, Türkiye ile stratejik ortak ve müttefik olarak İslam dünyasına kan ağlatmaya devam et. Bu haliyle kabul edilecek bir özür, sadece Mavi Marmara katliamı şehitlerine değil, Filistin için canını feda etmiş tüm şehitlere yapılan büyük bir hakarettir. Şehitlerin kanları üzerinden dolarla yapılan bu pazarlık,  alçakça sürdürülen kirli bir pazarlıktır.

Son on yıldır her alanda hızla gelişen ve özellikle dış politikada önemli başarılar elde eden ve tarihinde ilk defa İsrail’e özür diletmekle övünen Türkiye, bugün, 622 yıl dünyaya hükmetmiş bir imparatorluğun “hasta adam” olarak değerlendirildiği dağılma döneminde gösterdiği tavrı yeniden gösterip gösteremeyeceğini ve gösteremeyecekse bunun nedenlerini açıkça görmek ve tartışmak durumundadır.  

Derin Tarih dergisi, Aralık 2012 tarihli nüshasında Yahudi tarihi uzmanı Avram Galante'nin, Sultan II. Abdülhamid ile Theodor Herlz arasındaki ilişkileri ve Siyonizm’in Osmanlı'dan toprak koparma macerasını konu edinen bir makalesini yayımlamıştı. O makalede Galante, Sultan Abdülhamit’in Herzl’le olan görüşmesini özetle şöyle anlatıyor:

“Başmabeyincinin Herzl'in görüşme talebinin kabul edildiğine ilişkin tezkeresi kendilerine iletilince İstanbul ve tevabii hahambaşı ile Dr. Herzl, Hahambaşılığın Kapukâhyası Jesaie Adjiman Efendi ile birlikte 21 Haziran 1318 (4 Temmuz 1902) tarihinde saraya gittiler ve Hacı Ali Paşa tarafından çok iyi karşılandılar. Moşe Levi, Dr. Herzl ve kapukâhyası huzura girdiklerinde Sultan onları büyük bir nezaketle karşıladı, oturmaları için yer gösterdi ve İmparatorluk tercümanı Münir Paşa'dan misafiri huzurda görmekten çok hoşnutluk duyduğunu söylemesini, aynı zamanda da İstanbul'u ziyaretinin nedenini sormasını istedi. Tercüman buyruğu yerine getirdi; öncelikle sıcak karşılanışı için teşekkür etmiş olan Herzl'in cevabını Efendisine iletti. Herzl, seyahatinin amacına ilişkin olarak bir kalp rahatsızlığından muzdarip bulunduğu için İstanbul'da bir süre dinlenmek istemiş olduğunu ve bu fırsattan istifade ederek Sultan ile bir konuda, Sultan'ın belirleyeceği gün ve saatte, baş başa görüşmek için yararlanmayı amaçladığını belirtti. Sultan hep Münir Paşa'nın aracılığıyla ona Hahambaşı ile birlikte gelmiş olduğuna göre, söz konusu görüşmeye hahambaşının da katılabileceğini ve bu görüşmenin de hemen yapılabileceğini söyledi.

Sultan'ın bu ifadesi üzerine Herzl, kendisine şunları söyledi: 'Zat-ı alinizin huzuruna kabul edilmek isteğimi belirttiğimde 2 şeyi göz önünde bulundurmuştum: Birincisi, Yahudi tebalarına karşı hep beslemiş oldukları sempatilerinden dolayı kendilerine teşekkür etmekti. Bu sempatinizin tüm dünyadaki Yahudilere de yönelebileceğine inanmak isterim.'

Sultan şu cevabı verdi: 'Yahudi tebamı gerçek Osmanlılarım gibi severim.' Herzl, 'İkinci olarak da Zat-ı alilerine kurmuş olduğum ve Siyonist Cemiyet adını taşıyan, büyük bir cemiyetin adına bir öneride bulunmak istiyordum' dedi. 'Bu cemiyetin programının Zat-ı alinizin fikir ve ilkelerine ters düşmediğini hemen eklemem gerekiyor. Dernek, bazı yabancı ülkelerde acı çekmekte olan Yahudileri huzur ve sükûna kavuşturmayı amaçlıyor. Söz konusu olan şey, sadece Zat-ı alinize ve ülkenize yararlı olabilecek Yahudilerin Filistin'e göç etmelerine imkân sağlaması için Hükûmetinize gerekli buyrukları vermenizdir. Filistin için ne Mısır'da olduğu gibi özerklik, ne de Sisam adasında olduğu gibi bir bayrak değişikliği talep ediyorum. Filistin'de Girit adasındakine benzer bir rejimin kurulmasını istiyorum. Bu talebim kabul edilirse cemiyetim ve onu destekleyenler, Zat-ı alilerinin belirleyecekleri bir meblağı İmparatorluk Hazinesi'ne bağışlayacaklardır. Umarım bu talep, fikirlerinize uygundur. Değilse bu talebimi geri çekmeye hazırım.'

Abdülhamid, iki dakika sessiz kaldıktan sonra şunları söyledi: 'Yahudi milletine olan büyük güvenim bu teklifinizi reddetmemi engellemiyor. Yine de bakanlığımla bu konuda istişare yaptıktan sonra bu teklifinizin kabul edilmesi mümkündür. Bakanlığım bu öneriyi makul bulursa uygulamaya geçirilmesi için gerekenleri yapacaktır. Cevabım sizi memnun etti mi?' Herzl, bu sözlere, 'Çok memnun oldum efendim; görüşmemizin sonucunu meslektaşlarıma telgrafla bildirmeme izin verir misiniz?' karşılığını verdi. Sultan 'Tabii ki' dedi ve ekledi: 'Viyana'ya dönmeden önce bu taraflara geliniz, sarayın kapıları size açıktır.'

Sultan, hahambaşını ağlatıyor

II. Abdülhamid ile görüşmesinden sonra Dr. Herzl, İstanbul'da birkaç gün daha kaldı ve ardından Viyana'ya döndü. Sultan, Herzl'in Avusturya başkentine varmasını bekledi; oraya vardığı günün akşamı bir yaverini, hahambaşının ertesi günü saraya gelmesini hahambaşılığa iletmekle görevlendirdi. Moşe Levi, davete uyarak Osmanlı saatiyle 2'de (yaklaşık sabahın saat 9'unda) saraya gitti ve alışılagelmiş olduğu üzere Hacı Ali Paşa'nın odasında dinlenmeye çekildi; Hacı Ali Paşa da hahambaşının geldiğini Sultan'a bildirdi. Sultan, cevap verdi: Biraz beklesin. Öğleye doğru başmabeyinci Sultan'a hahambaşının beklemekte olduğunu hatırlattı.

 

Sultan'ın cevabı aynı oldu. Akşam olurken başmabeyinci üçüncü kez Sultan'ın huzuruna çıktığında, Sultan hahambaşının gitmesini ve yarın gelmesini söyledi. Moşe Levi, Sultan'ın işlerinin çokluğu nedeniyle kendisiyle görüşemediğini düşünerek saraydan ayrıldı.

Ertesi gün aynı saatte saraya geldi. O gün de aynen önceki gün gibi geçti. Moşe Levi bu kez, yine ertesi gün gelmek üzere saraydan ayrılırken Sultan'ın kendisine karşı olan tutumundan kuşkulanmaya başladı. Üçüncü gün de akşama dek aynen önceki iki gün gibi geçti. Sultan'ın Osmanlı Yahudiliğinin liderine karşı bu tutumu yüzünden Moşe Levi'nin çehresinde oluşan kaygı, başmabeyincinin dikkatini çekti. Bu durumdan Sultan'a söz etti, Sultan da Moşe Levi'yi güneş battıktan sonra huzuruna getirmesini söyledi. Sultan, onu karşısına oturttu. Başka zamanlardakinin tersine en ufak bir sıcaklık belirtisi göstermedi ve birkaç dakikalık bir sessizlikten sonra kuru ve sert bir ses tonuyla şunları söyledi: 'Hahambaşı, amcamın [Abdülaziz] tahtta olduğu zamandan beri sizi tanırım ve birkaç gün öncesine kadar sürdürmüş olduğunuz sadakatinizi takdir ederdim. Fakat Herzl'in gelişinden sonra bu sadakatten ayrılmış olduğunuzu büyük bir esefle müşahede etmiş bulunuyorum. İmparatorluğumdan bir karışlık toprak parçasının bile verilemeyeceğini çok iyi bilen siz hahambaşı, nasıl oldu da İmparatorluğumun Müslüman ve Hıristiyan âlemlerinin gözlerinin üzerinde olduğu bir parçasına ilişkin olarak benden böyle bir talepte bulunması için o adamı buraya getirebildiniz? Bu adamın talebinin yüzde birini bile kabul etseydim benim ve İmparatorluğumun başına kim bilir neler gelirdi! Şimdi cevap veriniz: O adamın beni ziyaret etme maksadından haberiniz var mıydı, yok muydu? Burada nelerin olup biteceğini biliyor muydunuz, bilmiyor muydunuz?' Üzgün ve mahcup olan hahambaşı, şu cevabı verdi: 'Zat-ı alinizin sadakatime ilişkin düşünceleri doğrudur. Size hep sadık kaldım. Şimdi de sadığım ve hep sadık kalacağım. Efendimiz, yemin ederim ki, Herzl'in burada Siyonizm’den söz edeceğini bilmiyordum; bu konuda daha önce bana hiçbir şey söylemedi. Beni onun suç ortağı olmakla suçlamayın. Ben masumum, milletim (Osmanlı İmparatorluğundaki Yahudiler) de masumdur!' Bunları söyledikten sonra Moşe Levi ayağa kalktı, ağlayarak Sultan'ın ayaklarına kapandı ve kendisini ve milletini affetmesini istedi. Sultan öfkeyle ayağa kalktı ve şöyle dedi: 'O adamın ziyaretinden haberinizin olmadığını söylüyorsunuz, oysa mektubunuzda onun benimle Yahudi milletine ilişkin bir konuda görüşmek istediğini yazıyorsunuz! Ne demek oluyor bu?!'

 

Moşe Levi gözleri yaşlarla dolu bir vaziyetle, 'Efendimiz, o adam gazeteci, Zat-ı alinizin genel olarak Yahudi sorunu konusundaki görüşlerini öğrenmek istediğini zannetmiştim' [dedi]. Yetmişlik bir ihtiyarın karşısında ağlamasından duygulanmış olan Sultan onu şöyle teselli etti: 'Şimdi sizin masum olduğunuzu anladım.' Sonra Hacı Ali Paşa'yı çağırdı ve hahambaşı efendiyi dinlendirmesini emretti. Moşe Levi başmabeyincinin odasında yarım saat kadar dinlendikten sonra gecenin ilerlemiş bir saatinde evine döndü. Çekmiş olduğu bu heyecanlar kendisini hasta etti. 15 gün yatakta yattı.”

İsrail ile ilişkilerde ve sürdürülen özür pazarlıklarında Sultan Abdülhamit’in bu duruşunu ve İstiklal şairi Mehmet Akif’in şu sözlerini tekrar hatırlamak faydalı olacaktır:

“İsterim sizlerde görmek ırkınızdan yâdigâr!

Çok değil ancak! Necip evlâda lâyık tek şiâr.

…………..

Kahraman ecdâdınızdan sizde bir kan yok mudur?

Yoksa: İstikbâlinizden korkulur, pek korkulur!”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
5 Yorum
Ziya Müezzinoğlu Arşivi