Cemal Nar

Cemal Nar

“Kara Avradın Oğlu”

“Kara Avradın Oğlu”

Bir gün Ebu Zer, Bilal-i Habeşi’ye kızmış ve haddi aşarak ‘’siyah kadının oğlu’’ diye hakaret etmişti. Bilal onu Rasul-ü Ekrem’e şikayet etti. Hz. Peygamber (s.a.v) Ebu Zerr’e dedi ki:

- ‘’Onu anasının zenci olmasıyla mı ayıpladın? Sen öyle bir adamsın ki sende hala cahiliyet kokusu var. Bak, sen takva ile daha üstün olmadığın takdirde, beyaz veya siyah derililerden daha hayırlı değilsin.’’(Ahmed ibn Hanbel, el- Müsned, Mısır 1313, V, 158.)

Bu olayın ravisi Mağrur’un naklettiğine göre o, Rabeze denilen mevkide Ebu Zer ile kölesini aynı cins kumaştan yapılmış elbiseler içinde görmüştü. Kendisine bunun sebebini sorunca, Ebu Zer: “Ben bir kimseyi annesi sebebiyle kınamış, onu küçümsemiştim. Bu duruma muttali olan Nebi (s.a.s.) bana dedi ki: “Ey Ebu Zer! Onu gerçekten annesinden dolayı kınadın ve küçümsedin mi? Şayet böyle ise sen kendisinde cahiliye özelliği/cahiliye huyu bulunan bir kimsesin. Onlar sizin kardeşleriniz ve hizmetçilerinizdir. Allah onları sizin himayenize vermiştir. Kimin himayesinde bir kardeşi varsa yediğinden ona yedirsin, giydiğinden de ona giydirsin Onlara güç yetiremeyecekleri şeyleri yüklemeyiniz. Şayet yüklerseniz kendilerine yardımcı olunuz.” buyurdu.”( Buhârî, İman 22; Itk 15; Müslim, Eymân 40)

Hadis şarihleri, Ebu Zerr’in annesi sebebiyle kınadığı kimsenin Bilâl el-Habeşî olduğunu söylerler. Ebu Zer, Bilal’e “Siyah kadının oğlu” diye seslenmiş ve annesinin zenci/siyah tenli oluşunu, sanki onun için bir noksanlık ve ayıpmış gibi ifade etmişti.

Ebu Zer, bu acı uyarı üzerine derhal Bilali Habeşinin evinin önüne gelir, Bilali Habeşi’yi çağırır ve yere yatar, yanağını yere koyar ve der ki; “Ya Bilal! senin o siyah ayağın benim bu beyaz yüzüme basmadıkça buradan kalkmayacağım! Yüzüme bas ve bana hakkını helal et!”

Hz Bilal Ebu Zer’in gurur ve kibirini ayaklar altına alması, Rasulüllah'a ve dine gösterdiği derin sadakat ve tevazusu sebebiyle o muhteşem sahabenin yüzüne basmaz elbette, bilakis öper ve affeder. Fakat Ebu Zer, rivayetten de anlaşıldığı gibi ömrünün sonuna kadar yaptığı bu işten pişmanlık duyar.

İşte sahabe-i kiram böyleydi, Allah Teala’nın hoşnut olmadığı ve Peygamber Efendimiz’in kınadığı bir şey yaptıkları zaman onu derhal terk eder, işledikleri günah ve kusura tövbe eder ve bir daha o hataya dönmemeye azami dikkat gösterirlerdi.

İşte Bilâl el-Habeşî! (r.a.) Müslüman olduğu için kölelikten sultanlığa yükselenlerden birisidir o!. Emirü'l-mü'minin İmam Ömer b. Hattab (r.a.), Bilâl (r.a.)'ı ararken, "Seyyidimiz" diyordu. Cabir b. Abdullah (r.a.) anlatıyor: Ömer:

- Ebu Bekr, bizim seyyidimizdir. O, bizim seyyidimizi de hürriyete kavuşturdu, der idi. Bununla da, Bilâl'ı kasdederdi.( Sahih-i Buhârî, Kitabu Fedailu Ashabi'n-Nebî, B.25, Hbr.94)

Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor: Rasulullah (s.a.s.), sabah namazı sırasında Bilâl'e hitaben buyurmuştur:

- "Ya Bilâl, İslâm içinde işlediğin ve senin nazarında menfaatçe en ümitli olan bir amelini bana söyle. Çünkü ben, bu gece cennetin içinde, önümde senin iki ayakkabının yürüyüş sesini işittim."

Bilâl:

- Ben, kendime göre menfaatçe şundan daha ümitli olan bir iş işlemedim: Ben, gece yahud gündüzün herhangi bir saatinde iyice temizlenir ve bu temizlik ile de muhakkak bana kılmaklığım takdir buyrulduğu kadar namaz kılarım, dedi.( Sahih-i Buhârî, Kitabu't-Teheccüd, B.17, Hds.30. Sahih-i Müslim, Kitabu Fedaili's-Sahabe, B.21, Hds.108)

Bu din bir zenciyi(!) işte böylesine yüceltmişti.

Allah Teâlâ ‘’Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık. Birbirinizi tanıyabilmeniz için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerliniz en müttaki olanınızdır. Allah her şeyi bilir, her şeyden haberdardır.’’(Hucurat 13)

Bu ayette insanların aynı kökten geldiğini, Hz. Adem ile Hz. Havva’nın çocukları olduğunu, dolayısı ile doğuştan gelen bir üstünlüğün ve imtiyazın hiç kimse için söz konusu olamayacağını; insanların doğuştan eşit haklara sahip olduklarını Allah’a yakın olmak için nesebinin, içinde yaşadığı zaman ve zeminin, yer ve cemiyetin değil, Allah’ın koyduğu esasların hakkını verebilme şartının herkes için geçerli olduğunu biliyoruz.

Buna göre ırk, renk, vücut yapısı gibi ferdin iradesine bağlı olmayan hususlar üstünlük ölçüsü ve övünç vesilesi olamaz. Veda Hutbesi’nde bu gerçek şöyle dile getiriliyor:

‘’Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Dikkat edin, hiçbir Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a, hiçbir beyazın zenciye, zencinin de beyaza takvadan başka bir şeyle üstünlüğü yoktur. Şüphesiz Allah katında en değerliniz O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır.’’

Ancak bu damarlara sirayet eden menfi duygudan kurtuluş o kadar da kolay olmamıştır. Peygamberimizin insanların eşitliği hususundaki hassasiyetini hep vurgulamış, ama yine de ta içlerde, kalbin derinliklerinde arınma zor olmuştur. Bazen bunun için açık ve acı bir ameliyat gerekmiştir. İşte böyle bir iş şu olayda olduğu gibi açık seçik görülmektedir.

Peki bu böyleyken, milletin görev gereği eline silah verdiği insanlar, hangi hakla millete “ben sizin tanrınızım” der gibi haksız ve hukuksuz işlemler yapabiliyor?

Acaba bunlar mı daha alçak ve haysiyetsizdir, şerefsizdir; yoksa bunlara “evet öylesiniz” diyerek kulluk yapanlar mı? Onlar suç işlese de “canım o da bu kadarcığını yapsın artık” diyerek mazur görmeye çalışanlar mı?

Ne günlere kaldık Ya Rabbi! İnsan kendi onurunu nasıl da kolay harcıyor!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Cemal Nar Arşivi