Rektör atamaları CHP'ye ders olur mu?

Rektör atamaları CHP'ye ders olur mu?

Mevcut anayasal veya yasal mevzuat cumhurbaşkanına YöK'ün kendisine sunduğu üç kişilik aday listesinden istediği birini rektör olarak atama yetkisini tanıyor. Bu üç kişiden kimin hangi oy aldığına bakmakla yükümlü değil Cumhurbaşkanı. Zaten YöK'ün cumhurbaşkanına sunduğu liste de üniversitede bir seçim sonucunda oylamaya katılanlardan en fazla oy alan altı aday arasından yine kaç oy aldıklarına bakmasızın kendi istediği üç kişinin seçilmesiyle oluşmuştur.

Bu sistemde hiçbir etkisi olmayan tek unsur üniversite öğretim üyelerinin verdiği oylardır. öğretim üyeleri kaç oy verirlerse versinler, en çok oy alan altı aday YöK'e bildirildiğinde başlıyor seçim. İki kademeli seçimin birinde mutlak seçici YöK iken ikinci kademede nihai seçici Cumhurbaşkanı oluyor.

Doğrusu bu seçim CHP'nin sürekli YöK ve Cumhurbaşkanlığını elinde tutacağı varsayımıyla oluşturulmuş, bu konuda hiçbir şansa yer bırakmayan bir sistemdir. O yüzden bu sisteme şimdiye kadar CHP'nin muhalefet ettiği görülmedi. Sorun, aynı sistemin başkasının eline geçtiği durumda ortaya çıkıyor. Ancak bu durumda sistemin ne kadar anti-demokratik, meziyete veya niteliğe değil, tamamen yanaşmacı-himayeci-kadrolaşmacı bir zihniyete prim veren bir sistem olduğu anlaşılıyor.

Bu sistemin başında Teziç veya özcan'ın, Sezer veya Gül'ün olması fark etmiyor. Sistemin kendisi yanlış ve bu sistem var olduğu sürece rektörlük seçimi hiçbir zaman tartışmalardan uzak kalabilecek değildir. Bugün sistemin başında YöK başkanı olarak özcan'ın, Cumhurbaşkanı olarak Abdullah Gül'ün bulunması ve bunların rektörlük seçimlerinde seleflerine kıyasla çok daha demokratik veya çok daha isabetli ölçütlere başvurmuş olmaları sistemi, özünde demokrasiden uzak olmaktan kurtarmıyor.

Halbuki, atanan 21 üniversite rektörünün hiç birinde Sezer veya Teziç-Gürüz zamanlarında yaşananla kıyaslanabilecek ölçüde bir dengesizlik yoktur. Hiçbir akademik liyakatın gözetilmediği, sadece laiklik sembolizmi ekseninde çirkin bir siyasallığın ve fanatikçe bir sadakatin baz alındığı kriterlerle, ama mutlaka özenle bezenle seçiliyordu rektörler.

O yüzden rektörler arasında bir zamandır ürkütücü boyutlarda bir homojenlik, bir tek-tiplilik, tek görüşlülük hâkim olmuştu. üAK toplantılarında siyasal bir konuda “oy birliği” ile kararların alındığı bir ideolojik arenaya dönüşmüştü üniversiteler. Diğerlerinden bir nebze fark ortaya koyabilecek bir tane bile nümune-i emsal rektör bulunamıyordu.

Bu açık kadrolaşma yer yer en az oy almış olan birinin, iki oy almış birinin beş altıncı sıradan alınıp seçilmesi gibi komiklikler pahasına oluyordu. En çok oy alanın rektör olarak seçildiği durumlar nedeyse bir istisnaya dönüşmüştü.

Oysa YöK rektörlük seçimleri tarihinde ilk defa hangi rektör adayının YöK üyelerinden kaç puan aldıklarını duyurarak eski YöK'e yeni bir şeffaflık adeti getirdi. Bu sayede anladık ki, en çok oy aldığı halde ismi listeye çıkmamış olan Gazi, Uludağ ve Dicle üniversiteleri rektör adayları içlerinde eski YöK yönetiminden olan üyelerin de oylarıyla bu değerlendirmeye konu olmuşlar. Demek ki yeni YöK yönetimi kendisine tahsis edilen ve yine de “hiç de demokratik olmayan yetki alanını” bile kendi sınırları içinde olabilecek en demokratik şekilde kullanmış.

Ayrıca Gül'ün kendisine gelen isimler arasında 21 adaydan sadece 4'ünü ikinci sıradaki adaylar arasından; geriye kalan 17 ismi de ikinci sıradan seçmiş. Bu en azından bir hassasiyetin gözetildiği anlamına geliyor.

Buna rağmen, ne kadar hassasiyet gösterilirse gösterilsin, sistemin kendisi yanlıştır.

Yanlış üretmek üzere kurulmuş bir sistemin içinden doğru bir icraat çıkmaz, en fazla ehven bir icraat çıkar. Bugünkü seçimden kendilerini mağdur hissedenler bugünkü mevkilerini bir önceki seçimlerde başkalarının çok daha ağır bir mağduriyetine borçlu olanlardan oluşuyor. Normal şartlarda ortalığı birbirine katacak kadar muhalefet edebilecekleri halde seslerinin bu sefer cılız kalmasının bir sebebi kendileri için kurmuş oldukları ve hep kendilerine çalışacağı garantisini hissettikleri utanılası bir ayrıcalıklı sistemin başkalarının eline geçmiş olması. Hangi telden çalsalar karşılarına kendi kazdıkları kuyulardan mahcup bir ses yankılanıyor.

üstelik bu sistemin değişmesi karşısında ilk YöK reformu teşebbüsüne ve en son gündeme gelmiş olan anayasa değişikliğine karşı da hırçın bir muhalefet sergilemiş olanlar da yine kendileri. Halihazırda askıda bulunan sivil anayasa metninin içindeki düzenlemelerde rektörlük seçimlerinin daha demokratik bir ilke gözetilerek yapılmasına dair düzenlemeler de vardı. Başta Teziç önderliğindeki YöK çevreleri olmak üzere CHP'liler özellikle YöK ile ilgili her türlü düzenlemeye isyankâr bir tutum sergiledi.

Belki Abdullah Gül'ün eliyle gerçekleşen ve tabii ki kendilerini hiç de memnun etmemiş görünen son rektör atamaları yeni ve daha demokratik bir Anayasanın herkes gibi kendileri için de bir ihtiyaç olduğunu hissettirir.

ülkenin barışını yeniden tesis edecek ve toplumsal unsurların birbirlerine karşılıklı saygı ve kabul temelinde sözleşmelerini tesis edecek yeni bir anayasa çizgisine şu veya bu yolla herkesin gelmesi ibret verici, ama mukadder görünüyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi