Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Ömür Dediğin, Kulağımıza Okunan Ezanla Salâ Arasıdır

Ömür Dediğin, Kulağımıza Okunan Ezanla Salâ Arasıdır

Ömür dediğin, “kulağımıza okunan ezanla salâ arasıdır.” Ezandan musalla taşına kadardır. Nefes aldığımız mühlettir. İki nefestir, ilki aldığımız, ikincisi verecek olduğumuz.                                                                                                                                   Ömür dediğin, uyumakla uyanmak arasıdır. Dünya gurbeti ile ahret arası imtihanımız, yani bir müddet gurbette kalmaktır. Ozanın dediği gibi, “İki kapılı bir handa gidilen” yolculuktur.                                                                                                                   
Ömür dediğin, yüreğin yanında olduğu kadar, dostluk üzerine rüyalara yattığın kadar, mâveradan kelimelere hayâl kurduğun kadar yaşadığındır. Gönlüne düşenlere sevinmek ve yetinmektir. Yanlarında huzur bulduğun, cezbeye kapıldığın gönül dostlarıyla yaşanan hayatın tamamıdır.                                                     

Ömür dediğin, hayatı salih amel ve Efendimiz Âleyhisselâtüvesselâm’ın hüznüyle yaşayıp dünya kapısından çıkmaktır. Dünya ile ahret arasında amel defterimize yazılanların yekûnudur.

Ömür dediğin nedir? Nur yüzlü ninelerin, aksakallı dedelerin yüreğimize dokunan hayat hikâyeleridir. Kiminde bir kahırdır. Kiminde bir yoksulluk, bir ıstırap. Kiminde huzurla geçen bir hayat.                                                                                                            
Ömür dediğin nedir? suali sorulunca, yüreğimin üstünden seferberlik gâzisi yaşlılarla, çocuklarını adam edip, gelin edip yuvadan uçurduktan sonra eşi ölen mahzun ve mütevekkil ihtiyarlar geçer.                                                                                 

Ömür dediğin nedir? suali sorulunca, çilelerin, dertlerin, meşakkatin ardından kavruk yüzlerinde nakış gibi kırışıklar olan yaşlı kocalar aklıma gelir. O kırışık yüzlerde bir ömrün hikâyesi yazılmış binlerce takvim yaprakları vardır. O hüzünlü yüzleri gördükçe eski bir şairin mısralarını hatırlarım: “Şakaklarıma kar mı yağdı ne var? / Benim mi Allah'ım bu çizgili yüz? / Ya gözler altındaki mor halkalar?”                                                                                                                                                                           Ömür Dediğin nedir? sualinin cevabını Hz. Mevlânâ asırlar önce vermiş: “Ömür var ya ömür çok sevdiğin… Üç beş nefes sonra, toprak…”

Ömrünün sonuna gelenlere sorun bakalım, ömrü uzun olan mı, kısa olan mı saadettedir? Ömürlerini nasıl geçirmişler? Ömürlerinin sualini verebilecekler midir? Ömürlerinin hakkını verebilmişler midir? Ömür mü kendisini onlara vermiş, onlar mı kendilerini ömürlerine vermişler?                                                  

Ömrüne doymayanlara sorun bakalım, daha fazla ömür istediklerinden emin midirler? Ömrüne doymayıp şikayet edenler bedbahtırlar. Kendini bilen için ömür ah ü vah ile geçse de bir nimettir. Öbür ucunda ahret hesabı yoksa ömür dediğin nedir ki? Yalan dünyadır. Biraz keder, biraz neşe.                                            

“Ömür az keyfine bak” diyenlere kanmayın. Onlar, içlerinde dünyadan ukde kalanlardır, ömrün kısalığından şekvacı olanlardır. Onlara sorun, az dedikleri ömürlerini neye vermişler? Dünyaya mı ahrete mi? Kahkahaya mı hüzne mi?                                                                                                                                                     

Ömür sermayesini boş yere tüketip, yaşımızı başımızı aldığımızı fark edince kaygıya düşüyoruz. Gaflet içinde tüketilmiş bir ömrün âhirinde “keşke” demek yerine, hayırlı bir ömrün neticesinde “Elhamdülillah” desek daha güzel olmaz mı? Ömür sermayesini hayırla kullananlar bahtiyardır.                                      

Ecdâdımız, ömrü sermayeye benzetir. Ömrü heba etmeyi, eldeki sermayeyi savurmakla aynı görür ve ömür sermayesini boş yere tüketenlerin ahiretinin zararda olacağını söyler. Ömür fânidir, her ömrün bir sonu var. Ömrün sonuna gelince, Erzurumlu Âşık Emrah’ın “Hazan ile geçti şu benim ömrüm / Eylen dertli bülbül zar garip garip / Ne bir gülüm kaldı ne de dikenim…”  türküsü içimize oturmasın sakın.                                                                                                           

Ömrünü heba edenlerin ah ü vah’ını çokça türkülerden öğreniriz: “Geldi geçti benim ömrüm / Ömrüm kadrini bilmedim / Bir kuş gibi uçtu ömrüm / (…) / Satılmazsın alayım seni  / Nerelerde bulayım seni / Eyvah beni eyvah beni…”                                                                                                                                                  

Ömrünün kıymetini bilmeyenlere Yunus Emre Hz. leri nasihat eder: “Ömür bohçasının gülü solmadan / Uyan gel gözlerim gafletten uyan.” Sonu bir nefes olan ömrü bir an önce tamamlayıp ahrete uçmayı arzu ettiği içindir ki dünyada uzun bir ömür yaşamaya tenezzül etmez. Ömür, gerilmiş bir oktaki yay gibidir, atılınca hızla gider; geri dönmesi mümkün değildir: “Ömrün senin ok gibi,  yay içinde dopdolu / Dolmuş oka ne durmak, ha sen onu attın tut /  Her bir nefes kim gelir, keseden ömr eksilir / Çün kese ortalandı, sen onu tükettin tut.”                                                                                                                                                                                                                                   Ona göre, ömür yüz bin yıllık bile olsa sayılı olduğundan bir kuşluk vakti kadar bile değildir: “Yüz bin yıllık ömür olsa bir kuşlukça değildir / Geçtik bitmez sağışdan anı yağmaya verdik.” Ömür uzun da olsa kaale almaz, ömrün tez tükeneceğini söyler: “Ecel erer kurur baş tez tükenir uzun yaş / Düpdüz olur dağ u taş gök dürülür yer gider.                                                                                                  

Cüneyd-i Bağdadi Hz. leri gibi bir ehl-i tasavvuf dahi ömür sermayesini heba ettiğinden kaygı duyuyorsa, zamânenin modern Müslümanları ömrünü üfleyerek kullanması gerekmez mi? Okuyanların malûmu olan hadiseyi hatırlayalım:                                                                                                    
Bağdadî Hz.leri yolda bir buz satıcısının “Sermayesi erimekte olan bu insana merhamet edin!” diye bağırışını duyunca düşüp bayılır. Başına toplananlar niçin bayıldığını sorduklarında, “Satıcı buzunun erimesine üzülüyorsa, ben ömür sermayem erirken ne yapmaktayım” düşüncesiyle bayıldığını söyler. İnsana bahşedilen ömür buz misali eriyip tükeniyor. Veyl, kıymetini bilmeyenlere!                                                                 

Ömür sermayesini heba ettiğini fark edenler, onun mısralarını günde birkaç kez hatmetmelidir: “Ney gibi her dem ki, geçmiş ömrümü yâd eylerim / Tâ nefes var ise kuru cismimde feryad eylerim / Bir ticaret kılmadım, nakd-i ömür oldu hebâ/ Yola geldim, lâkin göçmüş cümle kervan, bîhaber.”                                                                                              

Necip Fâzıl, “Tam otuz yıl, saatim işlemiş ben durmuşum / Gökyüzünden habersiz, uçurtma uçurmuşum” mısralarını niçin yazmıştır? Ömür sermayesinin bir kısmını gafletle geçirdiğine hayıflanmış olamaz mı?                                               

Ömür, paha biçilmez bir sermaye. Bediüzzaman Hz.lerinin dediği gibi, “Ömür sermayesi pek azdır; lüzumlu işler pek çoktur.” Bu ilâhî sermayenin kıymetini kaç kişi biliyor? Müslüman kişi ömrünü Müslümanca doldurmalı değil midir? Allah’tan gâfil olarak tek bir nefes dahi almamak kimin şiarı? İbrahim Ethem Hz.lerine göre insan, “Son nefesinde nasıl olacaksa hep öyle öyle olmalıdır.”        

Efendimiz (s.a.v.), “İnsanların en hayırlısı, ömrü uzun olup ameli güzel olandır. İnsanların en şerlisi ise ömrü uzun, ameli kötü olandır” buyurur.      

Ömrünü kadrini bilmeyenler Hasan-ı Basri Hz. lerine kulak vermelidir: “Üzerinde düşünürsen dünya üç gündür: Gitmiş olan ve ona ümit bulunmayan gün; seninle olan gün, onu ganimet saymalısın; onda diri olup olmayacağını bilmediğin, belki de ondan önce ölmüş olacağın gün. Dün, öğretici bir bilgin; bugün, ayrılma durumunda bir dost. Ancak kayboluşuyla seni üzen dün, senin için bilgisini bıraktı. Onu kaybettiysen de onun yerinde olan sana ulaştı. Dün, senden uzun süreli bir yokluğa gitti. Bugün ise senden hızlıca ayrılıyor ve elinde de yarının emeli var. O halde amelle/çalışmayla ebediliği al…” (Prof. Dr. Adnan Karaismailoğlu’nun “Mehmet Âkif’in ‘Bir Hasbilah’ veya ‘Ömür bir gündür’ Düşüncesi” başlıklı makâlesi)                                                                     

Şems Hz. leri, ömrü kadrini ancak “vaktin çocukları” olanların bileceğini söylüyor: “Bir mezar taşında, ömür, bir saattir diye yazılı idi. Bir saat, üç saat nihayet ömrün bir sonu vardır. Sofi için, vaktin çocuğu derler. Yani vaktine bağlı insan demektir. Bizim de ömürden nasibimiz ancak şu bir saattir…”       

Demek ki ömür saatlerle sınırlıymış. Âkif’in bir mısraı ile söyleyelim ki, “Edenler ömrünün sâ’âtini hakkıyla isti’mâl (kullanmak)” gerekmiş. Öyleyse ömrün saatini hakkıyla yerine getirenlerden olmalı insan.  

Tasavvuf anlayışında ömür bin yılda olsa “iki günlüktür”:  “Subhan’a ben canımı feda ettim / Kimse bilmez adu (düşman, kötü) yollara gittim / Eli boş geldim eli boş gittim / İki günlük ömür için dünyaya.”                                           

“Doğum gününü sabaha, gençlik dönemini öğlene, olgunluk dönemini ikindiye ve ölüme yakın olan yaşlılık dönemini akşama” benzeten eski şairler, “Gençlik yıllarını ilkbahar ve yaz, yaşlılığı da sonbahar mevsimi” olarak tasvir ederler.           

İslâm kültürünün edebî kökleri olan ve tasavvuftan beslenen Dîvan Şiiri’nde ömür en çok işlenen bir konudur. Dîvan Şiiri’nin emektarlarından Ruhî, “ömrü akan bir suya” benzetir: “Ömr bir sudur ki akmakdur işi şâm u seher / Mevt bir yeldür ki eyler her gelen andan güzer.”                                                                               

                                                                                                                    Diyor ki: Ömür su gibi gece gündüz akmaktadır. Bir yel gibi gelip geçidir. Bir başka beyitinde de “İki günlük ömür, dostları düşman etmeye ve kavgaya değmez diyor: “Dost düşman deyü itme halk ile ceng ü cidâl / Câhil olma iki günlük ömr içün gavgâyı ko.”                                                                                    

Hayretî de, saraya (kasr) benzettiği ömre güvenilmeyeceğini şiire döker: “Kasr-ı ömrüñ yok durur bünyâdı gel dîvârına / Arka virme sanma ey hâce esâsın üstüvâr.” Yani ömür denen bu sarayın temeli yoktur, duvarına dayanmak yanlıştır diyor.                                                                                                                
Şairlerin büyük atası Fuzûlî, “Nazenin ömrün çabuk geçtiğini” söyler ve ömrün iyi kullanılmasını tavsiye eder: “Zayi geçirme fursatını agla her nefes / Bu ömr-i nâzenî çü bilürsin kılar şitâb.” 

Diyor ki üstad:  Boşa geçirme ömrünü, her anını ağlayarak niyazla geçir. Çünkü bilirsin ki ömür hızlıdır, çabuktur.                                                                                                                         
Birisi için “yaşlanmış, beli bükülmüş, ömrünün sonuna gelmiş” dediklerinde bilmezdim ömrün kıymetini genç iken. Koca bir ömrünü Allah ve Resûlüne niyazla geçirmeye devam eden anamdan öğrendim yaşlanınca ömrün kıymetini.                                                                                                                                             

Ömür geçip gidiyor ey azizan! Yaşlandığımızı, ömrün âhirine geldiğimizi hissedince, Yunus Emre Hz.lerinin mısraları nasılda çöküyor içimize: “Geldi geçti ömrüm benim / Şol yel esip geçmiş gibi / Hele bana şöyle geldi / Bir göz yumup açmış gibi.”                                                           

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
5 Yorum
Ahmet Doğan İlbey Arşivi