Abdullah Yıldız

Abdullah Yıldız

Allah’ı Sever Gibi Önderlerini Sevenler

Allah’ı Sever Gibi Önderlerini Sevenler

Türkiye bir seçimi daha geride bıraktı. Sevgi ve nefret duygularının tavan yaptığı, insanların takım tutar gibi fanatikçe siyasi ve “dinî” liderlerin peşine düştükleri seçim ortamları, yaman çelişkilerin, savrulmaların ve daha önemlisi imanî sapmaların sergilendiği süreçlerdir. Bu süreçte, doğrudan veya dolaylı siyaset yapan başkan ve önderlerin talimatları, ilahi buyruk gibi algılanabilmekte; onların söz ve davranışları, tabir yerindeyse, ‘kırk dereden su getirilerek’ meşrûlaştırılabilmektedir. Bugün, bu konuya ışık tutan Kur’ân âyetleri hakkında tefsir kitaplarımızda yer alan bilgileri paylaşmak istiyorum.

“İnsanlar arasında Allah’ı bırakıp da O’na eşler (endâd) koşanlar vardır. Onları, Allah’ı sever gibi severler. Müminlerin Allah’a olan sevgisi ise çok daha güçlü bir sevgidir. Zulmedenler (Allah’a eş koşanlar) azaba uğrayacakları zaman bütün kuvvetin Allah’ın olduğunu ve Allah’ın azabının pek şiddetli olduğunu bir bilselerdi! Kendilerine uyulanlar o gün azabı görünce, kendilerine uyanlardan uzaklaşacaklar, aralarındaki bütün bağlar kopacaktır. Uyanlar: ‘Keşke bizim için dünyaya bir dönüş olsa da, bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsak’ derler. Böylece Allah onlara, hasretini çekecekleri işlerini gösterir. Onlar cehennemden çıkmayacaklardır.”(Bakara 2/165-167)

Bu âyetlerde Al­lah’a ortak koşmakta ısrar edenler kınanıyor ve “zalimler” olarak niteleniyor. Zira zulmün asıl anlamı; ‘yanlış fikre ve inanca saplanmak, yapılmaması gereken şeyler yapmak’tır. Bu sebeple Kur’ân, Allah’a ortak koşmayı “en büyük zulüm” sayar (Lokman 31/13).Allah’ı bir tanıyan insan, O’nu her şeyden daha çok sever. Âyette “İman edenler ise en çok Allah’ı se­verler” buyurularak buna işaret edilmiş; ‘inananların yalnız Allah’ı sevdikleri’ değil, ‘en çok Allah’ı sevdikleri’ ifade edilmiştir. Zira insan, sevilmesi meşru, makul ve yerinde olan Al­lah’tan başka varlıkları da sever. Bu, Allah’ın insan fıtratına verdiği doğal ve gerekli bir haldir. Yeter ki başka sevgiler Allah sevgisini unutturmasın ve onun önüne geçmesin. Çünkü o zaman insan, düşünce, duygu ve inançlarını, hayatını ve ilişkilerini, Allah’ın iradesine göre düzenlemek yerine, Allah’ın dışında sevip bağlandığı, Allah’ı sever gibi sevdiği şeyleri ölçü alır. O zaman da doğru yoldan çıkar, şirke sapar ve Allah’ın azabına uğrar. Bir şeyi Allah ve Resul’ünden ve O’nun yolunda bir cihaddan daha çok sevmek fısktır ve böyleleri doğru yolu bulamaz:

“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabanız, kazandığınız mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden evler sizce Allah’tan, Resul’ünden ve Allah yolunda bir cihaddan daha sevgili ise, Allah’ın emri (azabı) gelinceye kadar bekleyin. Allah fâsık kimseleri doğru yola eriştirmez’.” (Tevbe 9/24)

En çok Allah’ı sevenler, yalnız O’nun buyruklarına göre hareket ederler. Allah’ın dışındaki varlıkları Allah’ı sever gibi sevenler ise, O’na eş tuttukları başka şeylerin ve nefislerinin-tutkularının esiridirler.

Âyetteki “eşler: endâd” kelimesinin tekili “nid”dir ki, bazı müfessirler, bununla önder ve liderlerin kastedildiğini belirt­irler. 166. âyetteki ‘izlenen kişiler’ bu anlamı pekiştirir. İbn Abbas ve Süddî’ye göre de; “endâd”dan kasıt, kendilerine uyulan başkanlardır. Allah’a isyanı emrettikleri halde emirlerine uyulan liderler, önderler... Nitekim buradaki “hüm” zamiri, akıl sahibi varlıklar için kullanılan zamirdir. Fahreddin Râzî’nin aktardığı tasavvufi yorumlara göre ise; insanın kalbini, zihnini Allah’ı unut­turacak derecede meşgul eden her şey âyette belirtilen varlıklar (endâd) kapsamına girer. Şu halde Allah’tan başka bir şeye -bu şey ister put, ister lider veya önder, isterse para-pul, mal-mülk, makam-mevki olsun- taparcasına bağlananlar, böyle bir şeyi Allah’ı sever gibi sevenler ve bu suretle, Kur’an’ın bütün uyarılarına rağmen şir­ke sapanlar için artık kurtuluş ümidi yoktur. Onlar, sonunda âhirette inkâr ve is­yanları yüzünden hak ettikleri azabı gördüklerinde tüm güç ve kudretin Allah’a ait olduğunu, dünyada iken bu güce inanmamakla kendilerine ne büyük kötü­lük ettiklerini, Allah’ın azabının ne kadar şiddetli olduğunu anlayacaklardır. Oysa bunu dünyadayken anlayıp ona göre inanmalı ve yaşamalıydılar. Ahirette ise, iş işten geçmiş olacak, büyük ve önder bilip tanrılaştırdıkları ve peşlerinden gittikleri kişilerin de kendi dertlerine düşüp onların yüz­lerine bile bakmadıklarını, bütün kurtuluş imkânlarının yok olduğunu, ümitlerin kesildiğini görünce pişmanlık ve kederleri bir kat daha artacaktır. Sonuçta dünya­da yaşadıkları sürece yaptıkları bütün işler âhirette kendilerine sadece pişmanlıklar, acı ve üzüntüler getirecek, bir daha kurtulamayacakları bir azaba gireceklerdir.(Kur’ân Yolu, Razi ve Kurtubi tefsirleri)

Evet, aslolan Ahiret’te pişman olmamaktır; bu dünyada iken hatalarımızdan pişmanlık duyup, tevbe ve istiğfar ederek salih amellerle Allah’a yönelmek ve Ahiret için azık hazırlamaktır, vesselâm.

NOT: Bu tür konuları işlediğimiz “Aşır Aşır Kur’ân” derslerimiz; P.tesi Fatih AKV, Salı Üsküdar Balaban Tekkesi, Çarşamba Kartal FSM Camii, Perşembe Sanayi mah. AKV’de 20.00’de devam ediyor (Tlf. 0212-63113850212-6311385). Önceki dersleri, her Salı 09.00’da KON TV’de izleyebilirsiniz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
10 Yorum
Abdullah Yıldız Arşivi