D.Mehmet Doğan

D.Mehmet Doğan

Alevî açılımı kime, nasıl?

Alevî açılımı kime, nasıl?

Alevilik, Bektaşilik, Kızılbaşlık... Bu üç kavram bazı farklılıkları ifade etmiyor mu? Alevilik, kapsayıcı anlamı dışında, düne kadar kır kesimi ile ilgili, köylülükle ilgili bir kavramdı. Bektaşilik, şehirde Aleviliğin kurumsallaşmış hali idi. Osmanlı son döneminde turuk-ı aliye/büyük tarikatlar tasnifi yaptığında, 12 büyük tarikat arasında Bektaşilik de vardı. Kızılbaşlık ise, esas olarak 16. asrın başına mahsus bir kavram olarak görülebilir. 

Tamam; Osmanlı Sünnî İslâmı temsil eden bir devletti... Peki, onun daimi ordusunu teşkil eden yeniçerilerin Habı Bektaş bağlılığını nasıl tevil etmeli veya yorumlamalı? 

15. yüzyılın sonu ile 16. yüzyılın başında İran merkezli Safevilik Anadolu’da etkili olmaya başladı. Şah İsmail’in Kızılbaşlık ideolojisi Türkmenleri Erdebil’e doğru hareketlendirdi. Osmanlı, devletin merkez topraklarında böyle bir teşevvüşe dur demek zorundaydı. 

Yavuz Sultan Selim’in Şah İsmail üzerine yürümesi Hacı Bektaş bağlısı yeniçerileri savaştan alıkoydu mu? Gerek Çaldıran Savaşı’nda, gerekse yüz yıldan fazla süren Osmanlı İran savaşlarında yeniçerilerin böyle bir tepki gösterdiklerini söylemek mümkün değil. 

Düşünün bir: Şah İsmail’in Kızılbaş ordusuna karşı Hacıbektaş gülbangi ile hücum eden yeniçeriler!

O zaman “Osmanlı Sünnî idi, Alevileri kesti” peşin hükmünü bir tarafa bırakmak zorundayız. Osmanlı, devlet varlığına karşı komşu bir devletten ciddi tehdit algılamış ve bunu bertaraf etmek için harekete geçmiştir. 

Yeniçeriler İran’la savaşmaktan geri kalmazken, Padişah seferi Türkistan’a doğru uzatmak istediğinde karşı çıkmışlardır. 

Osmanlı Devleti ne farklı dinlere karşı ne de farklı dinî inanış sahiplerine karşı uygulamalar içinde olmadı. Sünniliği temsil etmek başkadır, farklı görüşleri yasaklamak, yok etmek başkadır. Nitekim, yüzyıllar boyunca Aleviler, Bektaşiler Osmanlı toplumu içinde yaşamış, büyük bütünün dışına da düşmemiştir. 

Cumhuriyet’in yanlış laiklik siyaseti, esas olarak Aleviliğin, Bektaşiliğin ciddi bir mesele haline gelmesine yol açmıştır. Cumhuriyet döneminde Diyanet Sünnî İslâmı kontrol için merkezde tutulurken, Alevileri-Bektaşileri temsil eden bir kurumlaşmaya izin verilmemiştir. Bektaşilik tarikatlar kapanıncaya kadar bu temsil vazifesini üstlenmişti. Tarikatlar men edilince, o da ortadan kalktı. 

Şimdi ipin ucunu buradan tutmak gerekiyor. Cemevlerine tanınacak statü, kadirihanelere, nakşihanelere, mevlevihanelere... tanınmazsa, mesele çözülmüş olmayacaktır. 

“Caminin alternatifi cemevidir” diyen bir anlayış, Türkiye’de Aleviliği ne ölçüde temsil ediyor? Ali’siz Aleviliğin dillendirildiği bir toplumda, kaç çeşit Alevilik var? Aleviler temel kaynaklarından uzun süre yoksun kaldılar. Temel metinlere yaslanmayan bir hareket, efsaneye, hurafeye kapılır. Bugün olan da budur. 

Diyanet güzel bir iş yaptı, Alevî Bektaşî klasiklerini yayınladı. Bunların Alevî toplumunu temsil etmek iddiasında olanlar tarafından pek de tasvip edilmediğini biliyoruz. Geçmiş asırlarda, Alevî, Bektaşî medrese vakıflarının olduğu biliniyor. Şimdi, sistemli öğretimi olmayan bir dini akım söz konusu. Temel metinler olmayınca, öğretim olmayınca, ne üzerinden konuşulacağı da bilinemiyor. Alevilik her niyetle yenilen muza benziyor!

Bu durumun açılımın çerçevesini belirlemekte büyük sıkıntılara yol açacağını tahmin etmek güç değil. Bir çerçeve çizseniz bile, o çerçeve dışında kalan, çerçeve dışında görünenlerin itirazları sona ermeyecek. 

Diğer bir mesele: Dedelik ve ocak kurumudur. Dedelik soy, ocak takip eder. Eğer bir soydan geliyorsanız, ocaktansanız, bir şey bilmeniz gerekmez. Bilmeden de din önderi olabilirsiniz, nitekim böyleleri çok. Aleviliğin bu tarafının mevcut demokratik sistemle çelişkisi de ayrı bir mesele olarak önümüzde durmaktadır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
D.Mehmet Doğan Arşivi