İbrahim Karagül

İbrahim Karagül

G20, küresel hesaplaşma ve Türkiye mücadelesi...

G20, küresel hesaplaşma ve Türkiye mücadelesi...

Küresel ekonomik kriz siyasal krizlere, sosyal patlamalara ve jeopolitik sarsıntılara neden olacak...

Krizin ABD ve Avrupa’yı vurduğu 2009’lardaki güçlü söylem buydu. Aslında 2005 ve 2006’da başlayan ancak uzun süre üstü örtülen, küresel ekonominin beynini, başkentlerini vuran krizi, resmi veriler dışında özgürce tartışanlar, siyasal krizlere ve jeopolitik değişimlere karşı bütün dünyayı uyarıyordu.

Bu uyarıların ne kadar doğru olduğu bugünlerde daha iyi anlaşılıyor. Merkez ekonomiler, o günden bu yana 21. yüzyılın bu travmasının üstünü örtmeye çalışırken krizi sona erdirecek yapısal değişimlere asla kapı aralamadılar. Çünkü varolan ekonomik sistem onlara olağanüstü bir siyasi güç veriyor, bu güçle dünyayı yönetebiliyorlar dolayısıyla bu imkanı ellerinden kaçırmak istemiyorlardı.

Krize çözüm bulunamamasının, bundan kaçınılmasının sebebi aslında siyasi bir kavgaydı ve merkez ekonomiler siyasi güç hesabı yapıyorlardı. Aksi takdirde 21. yüzyılın güç haritasındaki payları küçülecek, en azından ellerindeki gücü paylaşmak zorunda kalacaklardı. Bu paylaşımı yapmamak için de travmanın devam etmesini göze alabildiler.

Davutoğlu ve G20 zirvesi

Bu arada, travmanın siyasi ve sosyal sonuçlarını kendi sınırlarının dışına ihraç etmeye, iç savaşları, etnik çatışmaları, sosyal patlamaları kendi coğrafyalarının çok ötesine taşımaya başladılar. ABD’deki sosyal huzursuzluklar ile Avrupa’daki huzursuzluklar bu şekilde ertelendi. Bu sırada Ortadoğu’da yeni çatışmalar üretildi, Arap Baharı gibi toplumsal dalgalanmalar bizim coğrafyada denendi ve kitlesel reaksiyonun tansiyonu hesaplandı. Bu yönüyle Arap Baharı, Batı ülkelerinin ya da merkez ekonomilerin toplumsal kriz senaryoları için bir deneme oldu.

Başbakan Ahmet Davutoğlu, G20 zirvesi için gittiğimiz Avustralya’da, ekonomik krizin siyasal krizlere dönüşme ihtimalini tekrar hatırlattı. Krizin atlatıldığı imajı oluşturulsa da tehlikenin devam ettiği, dünyanın hala küresel kriz anaforunda olduğu, ülke ve ekonomik/siyasi bloklar arasında ciddi yaklaşım farklıkları bulunduğu bir gerçek. G20 diye bildiğimiz yapının tüm zirveleri, krize çözüm bulmaktan ziyade bu ekonomik/siyasi blokların durdukları pozisyonu güçlendirme çabalarına sahne oluyordu çünkü.

Aslında 2009’dan bu yana bütün G20 zirveleri dünya ekonomisinden çok küresel güç haritasının ne kadar kırılgan ve bu yöndeki rekabetin ne kadar sert olduğunu göstermekten başka bir işe yaramadı. Yeni ekonomik başkentler ve yeni siyasal bloklar arasındaki çatışma dışında söz konusu zirvelerden hiçbir somut sonuç çıkmadı. Her zirve biraz daha ayrışma görüntüsü verdi. 2009 krizinde batan merkez ekonomiler, aynı dönemde hızla yükselen orta ölçekli ülkelerin kazanımları ile krizi atlatma yolunu tercih etti. Ancak bu uyanıklık uzun süreli değildir ve İngiltere Başbakanı David Cameron’ın dediği gibi yeni bir kriz dalgasının dünya ekonomisini vurma riski çok yüksekti.

Onlar hala G20’yi “siyasallaştırmayalım” derdinde olsa da dünya durumu jeopolitik bir kriz olarak tanımladı bile. Atlantik merkezli küresel sistem arayışına karşı olanlar, krizden yeni bir dünya haritası çıkarma, Atlantik'in tartışmasız hakimiyet tezlerini boşa çıkarma derdinde. Bu da çatışmanın yaygınlığını ve şiddetini gözler önüne serecek bir ölçüdür.

Örgütler savaşı ve G20 savaşı..

Biz her ne kadar yakın çevremizdeki çatışmalara, örgütler savaşına, etnik kavgalara, ülkeleri bölme senaryolarına odaklansak da, savaş çok daha derin, çok daha ölümcül. Ekonomik çatışma yeryüzünün bir çok bölgesinde yeni bloklaşmalara neden oluyor, bu ekonomik çevreler hızla siyasal bloklara dönüşüyor. İşin sonunun nerelere uzanabileceğini tahmin etmek güç değil. Çünkü zirveler bu çatışma alanlarını daraltması gerekirken daha da derinleştiriyor, iklimi daha da sertleştiriyor.

G7’nin G20’ye dönüşmesi Batı’nın ekonomik krizin faturasını paylaşma projesiydi. Ancak bu dönüşüm yükselen ekonomilere yaradı, kendileri için bir çözüm üretemedi. Aslında çözüm apaçık ortada, zihinlerindeydi. Küresel iktidarı paylaşmamakta ısrar ettikleri müddetçe kriz ABD ve Avrupa’yı çok daha şiddetli dalgalarla vuracak. Bunu biliyorlar ama gücü yine de paylaşmıyorlar. Sadece sonu erteliyorlar.

Bu erteleme hiç de hayra alamet değil. Batı ekonomilerinin, siyasal merkezlerinin bu erteleme düşüncesinin arkasında oyunun bütün kurallarını değiştirecek acımasız bir hesaplaşma düşüncesi olabilir. Bu hesaplaşmanın da, bugün Ortadoğu’da yaşadığımız dar ölçekli çatışmaların çok ötesinde olabileceğini aklımızın bir kenarında tutalım. Yoksa oyunun kurallarını Batı lehine değiştirecek başka ciddi ihtimallerin ufukta görünmediğini herkes biliyor.

Türkiye’nin, G20 Dönem Başkanlığı yeni bir söyleme fırsat verecek. Kendileri dışındaki her çevrenin, ülkenin ve toplumun kendi başına bırakılmasını isteyen ayrımcı düşünceye karşı Türkiye, dünyanın zenginlerinin diğer ülkelerle aralarında bir köprü kurmasını istiyor. Aksi takdirde bu ayrımcılığın geri dönülmez travmalara neden olacağı konusunda uyarılar yapıyor.

Geniş “talan” alanları

Yakın çevremizde yaşanan, bizi de vuran kimlik eksenli çatışmaların, iç savaşların aslında küresel hesaplaşmanın birer alt başlığı olduğunu, kaynak ve pazar savaşlarının, bunun yol açtığı siyasal güç hesaplaşmalarının yansıması olduğunu idrak etmeliyiz. Etnik ve mezhep kimlikli bütün çatışmaların beslendiği kaynak burası. Ve bu hesaplaşmanın en sert ve acımasız hali Ortadoğu’da yaşanıyor.

Kitlelerin demokrasi ve özgürlük isteği ile merkez ekonomilerin kaynak ve pazar arayışları arasında tersine bir bağlantı var. Kitlelerin kaynaklarına sahip olmasının önüne geçmek için özgürlük söylemleri boğulurken, otoriter rejimlere destek hastalığı devam ettiriliyor, yeni vesayet rejimleri ihdas ediliyor. Yerli duruş, söylem cezalandırılıyor. Bu yönde gayret eden, yeni bir siyasi söylem geliştirmeye çalışan ülkelere, devletlere savaş açılıyor. Ortadoğu’nun, Güney ve Güney Doğu Asya’nın ve Kuzey ve Orta Afrika’nın tamamı bir talan alanı olarak görülüyor. 

Siz siz olun, IŞİD meselesini, Kobani meselesini, Mısır’da olanları, Irak ve Suriye’ye yönelik senaryoları yerel anlaşmazlıklarla tanımlamayın. Hata edersiniz. Böyle bir bakış açısının bir gün sonrasını görme yeteneği olmayacak ve yarın bunu anlamak çok acı verici olacak.

G20’nin detayları, Rusya’nın dışlanması, Türkiye ve orta ölçekli yıldız ülkelerin geleceğinin ne olacağı, yeni güç bloklarının nasıl şekilleneceği, bunların siyasi sonuçlarının neler olabileceği, Ortadoğu’dan sonra hangi bölgelerin benzer krizlerle yüzleşeceği gibi çok can alıcı konular var. Umarım önümüzdeki günlerde bunları daha net tanımlarla paylaşma fırsatı bulabiliriz.

‘Birbirine omuz atanlar’ kulübü

G20’nin aslında birbirine omuz atanların kulübü olduğunu bilin. Şimdilik birbirlerine omuz atıyorlar, böyle giderse yakında tokat atmaya başlayacaklar. Sonrasında ise ellerin tetiğe kadar gidebileceğini düşünebiliriz.

Maalesef ben dünyanın gidişinin o yönde olduğunu sezebiliyorum. Başımızı kaldırıp, gözlerimizi kör eden bölgesel sorunların bir adım ilerisine bakmamızda fayda var. Türkiye olarak, bütün bunların idrakinde olarak yeni ve güçlü bir siyasal dil ile kendimizi geleceğe hazırlamaya çalışıyoruz. Şu an bir çok ülke ve devlet, bu bakışın çok gerisinde ve günü kurtarma derdinde. İşte bu yüzden ardı ardına saldırılara maruz kalıyoruz.

Son iki yılda yaşadıklarımız işte bu yüzden bir küresel müdahaledir. Türkiye’ye ve gelecek hesaplarına karşı bu yüzden savaş açılmıştır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İbrahim Karagül Arşivi