Ziya Müezzinoğlu

Ziya Müezzinoğlu

PAMPA

PAMPA

Başlığa bakıp sosyal medya üzerinden inşa edilen yeni dili ve dolayısıyla gençleri eleştireceğim sanılmasın. PAMPA, kurmayı düşündüğüm partinin ismi: Parti Mezarlığı Partisi. Ne yani, herkesin bir partisinin olduğu şu fani dünyada benim de bir partim olmuş çok mu?

Şaka bir yana, şu dünyada anlamakta en zorlandığım kişilerin başında parti kuranlar geliyor. Buna benzer fonksiyonları yerine getiren birçok emsali varken vakıf ve dernek kuranlar da dahil.

Günümüzde doğulusu batılısı, kuzeylisi güneylisiyle hiçbir ayrım göz etmeksizin insanlık aleminin en çok mücadele ettiği problemlerin başında ayrışma ve parçalanmışlık geliyor. Bu durum, Osmanlı’nın parçalanıp dağılmasının ardından İslam dünyası açısından da günümüze değin yıkıcı etkileri her geçen gün daha fazla hissedilen en temel problem olarak karşımıza çıkıyor. Buna rağmen “baş olma” sevdasıyla yola çıkıp yeni bölünme ve ayrılıklara zemin oluşturmanın mantığını kavrayamıyorum bir türlü.

Dünya onlarca yıldır Einstein’in beyninin sırrını çözmeye çalışıyor ama bana kalsa ben bu türden kimselerin beyin yapısını çözmeye çalışırdım. Hem bu insanlık için de çok daha hayırlı bir hizmet olurdu.

Bu ülkede bir zamanlar “Sabah erken kalkan darbe yapıyor.” diye bir söz vardı. Şimdilerde “Erken kalkan parti kuruyor.” desek sanırım abartmış olmayız. Bu durumu şairler ve edebiyata gönül verenler arasında yaygın olan “İki şair bir araya geldiğinde dergi çıkarır.” şeklindeki kanaate benzeterek “İki siyasetçi bir araya geldiğinde parti kurar” şekline dönüştürmek de mümkün. Gerçekten de artık öyle bir hal aldı ki çevresine üç kişiyi toplayan, hemen parti kurma işlemlerine başlıyor.

Ülkemizde çok partili siyasi hayatın çok uzun bir tarihi olmamasına rağmen geçmişin parti ölüleri ile dolup taştığını görüyoruz. Parti kuranların tüm bunları ve daha dün denecek kadar yakın geçmişteki deneyimleri nasıl değerlendirdiklerini çok merak ediyorum doğrusu.

Bu deneyimleri yaşayıp hayal kırıklığına uğrayanlar arasında başarılı çalışmalarıyla göz doldurmuş ve geleceğin büyük liderleri arasında gösterilenler de vardı. Ama sonuç hiç de onların beklediği gibi olmadı. En yakın örnekler olarak ve birer hayal kırıklığı olarak tarihteki yerlerini alan Abdüllatif Şener ve Numan Kurtulmuş’u sayabiliriz. “Bir parti kursam kesin başbakanım!” düşüncesini aynel yakin tecrübe eden, bu tecrübenin bedelini de fazlasıyla ödeyen son kurbanlar olmuştu Şener ve Kurtulmuş.

Merhum Turgut Özal’ın 1986 ara seçimleri sürecinde kendisine taktığı “Tank Hasan” lakabını ne kadar hak ettiğini 28 Şubat’ın en civcivli günlerinde darbecilerle kahramanca mücadele ederek gösteren yiğit insan Hasan Celal Güzel, onca tecrübeye, onca yaşanmışlığa ve onca sevgiye rağmen 100 bin oyu bile bir arada göremeden siyasi hayatına veda etmişti.

Gördüğü herkesle öpüşüp tokalaşmayı ve kendi deyimiyle “elense çekmeyi” adet edinen Güzel, bu durumu da soyadı gibi güzel esprili bir dille “Bana sadece öpüştüğüm kişiler oy verse başbakan olurdum.” diye değerlendirmişti.

Benzer bir şeyi milyonların kalbinde taht kuran ama bu sevgiyi hiçbir zaman oy olarak göremeyen bir diğer yiğit insan merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun da “Bize gönül verenler oy da verse kesin iktidar olurduk!” şeklinde dile getirdiği anlatılır. Sadece bunlarla da sınırlı değil, şöyle biraz daha gerilere gidecek olsak bu yolda Hüsamettin Cindoruk, İsmail Cem, Sadettin Tantan, Yaşar Okuyan, Yaşar Nuri Öztürk gibi anlı şanlı(!) nice isimler çıkar karşımıza.

Geçtiğimiz haftalarda peş peşe üç partinin kuruluşuna daha şahit olduk. AK Parti’den Kütahya milletvekili olarak meclise giren İdris Bal, Demokratik Gelişim Partisini kurduğunu açıkladı önce.

Sonra CHP’de ulusalcı olarak bilinen Emine Ülker Tarhan, ardından da içişleri eski bakanı İdris Naim Şahin açıkladı parti kurduklarını.

Malumunuz, cemaatin parti kurup kurmayacağı meselesi, 17 Aralık’tan sonra kamuoyunun en çok tartıştığı konuların başında geliyordu. Bu sebeple şimdilerde her yeni kurulan parti “cemaatin partisi” olarak lanse ediliyor. Ben, defalarca farklı ağızlardan ilan ettikleri gibi cemaatin hiçbir zaman parti kuracağına ihtimal vermiyorum. O yüzden İdris Bal’ın ya da başka isimlerin kurduğu diğer partilerin de cemaatin partisi olduğuna inanmıyorum.

İnandığım şu ki, AK Parti sonrası senaryolar için büyük bir öngörüyle akıllı davranıp parti kurduğunu düşünenler, yakın bir gelecekte tıpkı diğer öncülleri gibi büyük bir hayal kırıklığı olarak tarihin derinliklerinde yerini alacaktır. Bu sinyali istisnasız hepsi de daha ilk günden verdi zaten.

İdris Bal’ın kurduğu Demokratik Gelişim Partisi, henüz kuruluş dilekçesinin dumanı tüterken Fevzi Bubilik’in “Partide demokratik bir ortam yok.” diye istifa etmesiyle gündeme geldi. Sonraki günlerde de İdris Bal’ın yalnızca bir gazetecinin katılımıyla düzenlediği basın toplantısı yansıdı medyaya. İdris Naim Şahin’in partisi ise tam bir fecaatla başladı işe. Partinin amblemi ve isminin dahi “kopyala, yapıştır” usulüyle belirlenmiş olması, kurucuların dahi partilerine güvenmediğinin en büyük kanıtı gibi.

Ne demiş atalar?

Görünen dağ uzak olmaz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ziya Müezzinoğlu Arşivi