Lütfü Şehsuvaroğlu

Lütfü Şehsuvaroğlu

Ziya Gökalp ve Türk Düşünce Tarihinde Türkçülüğün serüveni: 3

Ziya Gökalp ve Türk Düşünce Tarihinde Türkçülüğün serüveni: 3

Osmanlıcılık zaten hem II. Mahmud’dan itibaren “Saray”ın geliştirdiği bir yenilenme metodunun çocuğuydu ve Batı’nın yeni yaptırımlarına karşı pasif direnme izlenimi veriyordu ve Yeni Osmanlılar’la birlikte siyaset sahnesine çıktığında da yine Batı’daki gelişme modellerini toplum ve şeriat ile dengelemeye çalışan bir akımın adı oldu. Özünde “milliyetçi” bir duruşu her zaman var olan bu akım, zımnen Türkçü-milliyetçi, İslamcı-milliyetçi ve Batıcı-milliyetçi idi. Kendinden sonraki bütün fikir akımlarına da bu damarları sızdıran bu akım, Hıristiyan ahalinin ve Balkanlardaki toprakların ayrılmasıyla birlikte kendiliğinden geçersiz hale geldi; önce İslamcılığa, sonra da Türkçülüğe kalbetti. Türkçü-Turancı hareketin yerli Türkçülüğü aslında İslamcılığın da devre-dışı kalmasından sonra olmakla birlikte; Türkistan tesirli Türkçü-Turancı hareket ta Osmanlıcılığın çekilmeye başladığından itibaren etkili olmuştur. Bu yüzden Anadolu ve İstanbul, yüz yıl süren bir Türk-İslâm çekişmesine ve zaman zaman buluşmasına hep acılar çekerek şahit olmuştur. Her üç fikir kulübü de neticede devleti yaşatmak ve çekilmeyi ertelemek / durdurmak ve derûnundaki “dev”i uyandırmak aşkına dayandığından üç kimliğinde aynı adamda çoğu kez buluşması yadırganmamalıdır. Bu fikirler, Batı’daki fikir akımlarıyla -ki zıtlıkların üstüne bina edilirler- mukayese edilemeyeceğinden her birinin net ve keskin olarak birbirlerinin karşısında tam “bölünük” pozisyonlarını aramak beyhude bir çabadır.

Bu yüzden gerçek batıcılar gerçekte Gökalp’ın terkibinden bile rahatsızdırlar.

“Ziya Gökalp, en baştaki Osmanlıcılık döneminden hayatının sonuna kadar Batı medeniyetine girmeyi savunmuştur. Batıcılar da aynı hedefe yönelmişti. Fakat Batıcıların hareket noktası din bağnazlığı ile mücadele olduğu için onların Batı medeniyetine girme emelleri psikolojik olarak dinden uzaklaşmaya yol açıyordu. Batı’nın bilimini almak ve bilimin imkân ve gereklerine göre toplumu örgütlendirmek amacını güden Ziya Gökalp ise İslamiyet’e bağlı kalarak Batı medeniyetine girmeyi tasarlıyordu. O sıralarda, Meşrutiyet’in doğurduğu düşünce serbestliği içinde Batı’nın sosyal doktrinleri ve felsefe sistemleri kafalarda etkisini gösteriyordu. Bilimin niteliği iyi anlaşılamadığı için pozitivizm ve materyalizm, bilimin ayrılmaz parçası sanılıyordu.” (Özakpınar, s.200)

Ziya Gökalp, işte Özakpınar’ın da her türlü eleştirisine rağmen ısrarla altını çizdiği gibi, Türk düşünce ufuklarını geliştirmesi bakımından önemli bir adamdır ve tarihsel çizgisini takip etmek gerekmektedir.

Özakpınar, tıpkı Hegel’in ruhçu diyalektiğini bir formülle maddeci diyalektik haline getirerek altüst eden Marx gibi önemli bir iş yapıyor ve Gökalp'ın kültür ve medeniyet tariflerini yeniden farklı boyutlarıyla ele alarak medeniyet kurgusunu sarsıyor ve “üçleme”sini birbirinden çok uzakta ayrı daireler olmaktan kurtararak içiçe halkalar haline getiriyor. Böylece yüz yıl boyunca Gökalp’e en sert eleştirileri yapan hatta açıktan saldıranların asla erişemeyecekleri bir Gökalp eleştirisi ortaya koyduğu halde; onun Türk düşüncesini geliştirmedeki rolünü önemsiyor ve Gökalp’e bilim adamı ve ülkücü olarak sahip çıkıyor:

“Ziya Gökalp büyük bir düşünce adamıdır. Büyük düşünce adamları, toplumu etkiler. Fakat yeni ve karmaşık bir düşünce ürettikleri için de daima yanlış anlaşılma ve basmakalıp bir değerlendirme ile basite indirgenme tehlikesine maruz kalırlar. 

Toplum, büyük düşünce adamlarına ihtiyaç duyduğu dönemde onların ruhundan, tutkusundan ve kişisel özelliklerinden etkilenir. Ama sonradan gelenler o ruhu anlama ihtiyacını yeteri kadar duymadan, tasavvur dünyasında o tutkuyu kendileri de yaşamadan ve fikirlerin ayrıntılarına yeteri kadar dikkat etmeden o büyük düşünce adamına yaklaşırsa, basmakalıp övgüler, anlamsız saldırılar ortalığı kaplar ya da o büyük düşünce adamı görmezden gelinir. Düşüncenin verimliliği onun kişisel bir çeşni olmaktan kurtulmasıyla ve başka zihinlerle eleştirel işbirliği kurmasıyla mümkündür.

Düşünceleri kendi köşelerinde kalmaktan kurtaracak bir düşünce geleneğine, eleştirel işbirliğine ihtiyaç vardır. Ziya Gökalp, kendi zamanında bunu yapmıştır. Bizim de onun fikirlerini birer müze eseri gibi saklamak yerine, o fikirlerle düşünmemiz ve gerektiğinde yeni fikirlere doğru ilerlememiz gerekiyor.” (Özakpınar, s.252-253)

Gerçekten de Gökalp, uzun yıllar İmparatorluğu yıkan bir düşünce akımının öncüsü sayılarak basmakalıp saldırılarla düşünce dünyamızdan gözardı edilmek istenmiş; ya da müze eseri gibi hatta zaman zaman bir put gibi üzerinde tartışmalara bile tahammül edilmemiş ve bu yüzden de her iki koldan en büyük haksızlıklara uğramış bir düşünce adamımızdır. Sağlıklı eleştiriler, temsil ettiği fikri yücelteceği gibi; onu anlamaya çalışan başka akımlar için de yol gösterici olacaktır. Ama ilk Türk sosyologu olarak açtığı çığırda ne yazık ki çok az adam yetişmiştir.

Dağarcık:

Zi­ya Gö­kal­p’­in müs­lü­man­lı­ğı­nı eleş­tir­mek bir za­man­lar mo­da idi. Fey­zi­ye Ab­dul­lah Tan­sel Mal­ta mek­tup­la­rı­nı üç cilt ha­lin­de ya­yın­la­mış­tı oy­sa. O eser okun­say­dı Gö­kal­p’­in ne ka­dar sa­mi­mi bir Müs­lü­man ve kız­la­rı­na ti­tiz­lik­le Mal­ta­’da esir­ken gön­der­di­ği mek­tup­lar­la da na­sıl bir ila­hi­yat eği­ti­mi açık öğ­re­tim­le ver­di­ği an­la­şı­lır­dı.

“…­mi­ni mi­ni Tür­kan du­a et­sin. Hür­ri­yet de ar­tık Al­lah ile ba­rış­sın. Çün­kü bi­ze fe­na­lık ya­pan Al­lah de­ğil şey­tan­dır. Al­lah dai­ma doğ­ru­la­rın ve iyi­le­rin yar­dım­cı­sı­dır.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Lütfü Şehsuvaroğlu Arşivi