Halil Mert

Halil Mert

Geleceği yeniden Planlama ve Siyasi Aktör Olarak CEMAATLER

Geleceği yeniden Planlama ve Siyasi Aktör Olarak CEMAATLER

Sürekli olarak Psikolojik Harp kavramına vurgu yapıyorum. Neden mi? Hani hep söylediğimiz birkaç cümle vardır. “Biz Türkler tarih yaparız ama yazamayız.” ya da “Biz Türkler cephede kazanırız, masada kaybederiz.” diye. Bu beceriksizliğimizi ve işi nihayete doğru erdiremeyişimizi de kahramanlık olarak anlatır ya da kahramanlığımızın bir parçası imişçesine sunarız.

Şimdi kaybetmek için ne cepheye gerek var ne de cephe sonrasına. Çünkü görünen o ki, gelinen noktada artık cepheye çıkacak o cihangir irade de kalmadı.

Son yüzyılda eğitim sistemi aracılığı ile geleneksel değerlerimize yabancılaşmış, hatta düşman olmuş nesiller yetiştirildi. Sistemin uzanamadığı taşralardaki muhafazakâr ve yerli halka da cemaat ve tarikat yapıları aracılığı ile ulaşıldı. Sonucunda Milletimizin ORTAK DEĞER, ORTAK AMAÇ, ORTAK İDEAL, MİLLİ BİRLİK, GÜÇLÜ GELECEK, İMAN VE İSLAMIN İHYASI, İ’LAY-I KELİMETULLAH, BİRLİKTE İSTİKBAL TASAVVURU gibi kaygıları yok, kalmadı. Ya şahsi menfaat ve hırslar var ya da cemaat liderlerinin istek ve prensipleri. Bu isteklerde de maalesef İslami ve Milli Birlik kaygısı yok ya da çok az.

Bayram malum akrabalar bir araya geldik. Hepimiz aynı ailenin çocuklarıyız. Ailelerimiz bizi ortak maddi ve manevi ideallerle yetiştirmişlerdi. Akrabam Emniyet Müdürü paralel addedilip pasif göreve çekilenlerden. İlk görüştüğümüzde şöyle demişti; “Ben Onlardan hiç olmadım. Tabii arkadaşlarım var görüştüğümüz. Ama takdir ve taltif alanlara baksınlar, istihbarat ve organizede görev yapanlara baksınlar. Ben Polis Okulunda onların istediği gibi davranmayacağım, çocukların notları ile oynamayıp ilk üçe girecekleri adaletsizlikle belirlemeyeceğim için bak abi beni şu göreve getirmezler, getirmediler.” nevinden konuşmuştu. Akabinde de “Biliyorsun ben Milliyetçi, İmanına bağlı, İslam’a hürmetkâr ve her türlü haramdan adaletsizlikten ve hukuksuzluktan kaçınan bir insanım.”

Bu bayramda yine beraberdik. Hakikaten vefalı, iyi ahlaklı büyüğünü küçüğünü bilen iffetli bir insan. Ancak şimdi sosyal manada söyledikleri tamamen değişmişti. Dedi ki; “Abi, ben yine aynıyım. Ama artık aynı yerde durmayacağım. Sosyal demokratlar daha dürüst. Artık onlarla hareket edeceğim.” Şaşırdım ve sordum. “Peki, bir kısım subayların, emniyet personelinin aldıkları talimatla bölücülüğün siyasi temsilcisi HDP’ne oy vermesini nasıl değerlendiriyorsun?” “Ben oy vermem, ama iyi olmadı mı? Ülkenin önü açıldı. Dört bakanla başlayacak soruşturmalar, 17, 27 Aralık’ta durdurulan operasyonlar başlatılacak, bilahare Cumhurbaşkanı dâhil hepsi tutuklanacak. Duyduğuma göre Cumhurbaşkanı yurtdışına da kaçmaya hazırlık yapmış.” dedi. Aklıma Ergenekon soruşturmalarının ve ilk tutuklamaların yapıldığı dönemde genç bir savcının fütursuzca herkesin içinde “Biz bu ülkede en büyük gücüz, gerekirse Tayyip’i de tutuklarız.” dediği geldi. Buradaki “biz”den kasıt, adalet sistemimiz değildi elbette.

Devamla, Emniyet Müdürü yakınım; “Siz de yarın bir sebep gösterilmeksizin hapse atılabilirsiniz.” dedi. Evet, artık adalet beklemiyoruz. S. Nursi Hz.’nin dediği gibi; “Zalimden hak talep etmiyoruz. Çünkü zalimden hak talep etmek hakka zulümdür.” Biliyoruz. Ancak ya gelinen nokta? Bu adaletsiz, müfterilerin makam sahibi olduğu ortamı kimler sağladı? Müslümanlar mücadele ettikleri kâfirler ya da münafıklara karşı aynı yöntemleri kullanabilirler mi? Mesela iftira edebilirler mi? Komplo kurabilirler mi? Adamın özel hayatını kaydedip tehdit edebilirler mi? Düşmanın silahı ile silahlanmaktan kasıt bu mudur? Savaşta okullarımızı bombalayan düşmanın okullarını bombalayabilir miyiz? Kadın ve kızlarına tecavüz edebilir miyiz? Kundaktaki bebeklerini öldürebilir miyiz?

Ahmet Şık kitabının arka kapak sözünde; “AKP suçladığı cemaat kadar çete, Cemaat suçladığı AKP kadar hırsızdır.” diyor. Sözün doğruluğunu tartışmayacağım ama gelinen noktada söylenen bu tür sözler Milletimizin milli ve zinde zeminin iflasından başka bir şey değildir. Bu sözler duyulmalıdır. Eğer ilgili ve sorumlular duymazlarsa erken seçimden de kimse farklı bir sonuç beklemesin.

Peki, HDP oylarından çıkan sonuç nedir?

Öncelikle AKPARTİ’nin tek başına iktidar olmasının önünü kesmek isteyen tüm çevreler ki; seküler kimlikler, kapitalistler, liberaller, cemaat, radikal sol kesimler, bölücüler, maalesef İslamcı Kürtler dâhil Kürt seçmenlerin çoğu, dış düşmanlar (başta İngiltere, ABD ve Almanya olmak üzere) ve onların ülkemizdeki maşaları HDP’ni desteklediler. Bu kesimlerin hiç biri verdiği oydan pişman değil. AKPARTİ yanılmasın. Erken seçimin sonucunda dağ fare doğurur. Belki AKPARTİ’ye kızıp MHP’ne oy veren çok az seçmenin oyu geri gelir. Bunun da sonucu değiştireceğini düşünmüyorum. Artık kıbleye dönen birileri de gerek Kürt Irkçılığı, gerek AKPARTİ karşıtlığı, gerek dış güçlerin maşası olarak bölücü, Marksist ve seküler temelli bir siyasi hareketi desteklemekte hiçbir sakınca görmedikleri gibi bu hali doğallaştırıp konuşabiliyor, savunabiliyor.

Daha önce de örneklerini görmüştük. Başka bir cemaat de; Mesut Yılmaz’ın ANAP’ını desteklemekte hiçbir beis görmemişti.

Cemaatler bir tür STK’dur ve toplum hayatının parçasıdır. Ancak bir kısmında inanç temelli sorunlar olduğundan dolayı İtikadi gerekçelerle insanlar imanlarının gereği imişçesine emredilerini koşulsuz yapmaktadırlar. Bu gün TALİBAN, IŞİD (DEAŞ) gibi terör yapılarında da, İslam Dünyası’ndaki birçok cemaat yapılarında da sorun bilgisizlik ve aklın fert fert kullanılmamasıdır. Asr-ı saadet de dahi böyle bir misal yoktur. Şimdi seküler kimlikli CHP’nde de cemaatler olacak. Ne güzel. CHP bir de AKPARTİ ile koalisyon kurar. Böylece toplumdaki CHP korkusu biter. Dindarlar sisteme entegre olur. Bir aşama sonra daha özgür İslamcı yetiştiren İmam Hatipleri beraberce kapatırlar. Hatırlayın 12 Eylül öncesi de İmam hatiplere “İmam hatap” diyen cemaatler vardı. Müslümanlar şahsi anlamda İmanlarının hürriyetleri olduğunu kavrayamadığı sürece her kesimde dolgu malzemesi olarak kullanılmaya devam edileceklerdir. Eskiden halk eğitimli değildi ama ferasetliydi. Şimdi ferasetimiz de eğitimle eritildi.

Yeni dönemde kim dost, kim düşman, kim münafık, kim mü’min toz duman olacağı gibi, At izi ile it izi de birbirine karışacak. Bunun anlamı şudur; Milletimizin terazi gibi duran Milli bilinci ve şuuru yok edildikçe durum daha da kötü olacaktır.

1991 Genel Seçimleri’nde Diyarbakır’da Seçim meydanında siyasi ve sevdiğim bir büyüğüm Erbakan Hocam, “Benim kendi memleketinde kendi dilini konuşamayan hemşehrilerim, Esselamü aleyküm” demişti. Bu gün O insanın Müslümanca temennisini özgürlük olarak Kürt Kökenli yurttaşlarımıza kazandıran AKPARTİ bölücülüğe çanak tutar pozisyona bizzat Kürt vatandaşlarca düşürülmüştür. Öyle ki, Kürtlerin tüm sosyal kazanımlarını PKK ve Apo sağlamış görüntüsü maalesef bölgeye hâkim olmuştur. Aslında AKPARTİ ve Cumhurbaşkanımız R. T. Erdoğan’ın aldığı siyasi sorumlulukla gerçekleşen süreç maalesef seçimlerde bu sonucu doğurmuştur.

GELİNEN NOKTA, DURMA, YENİDEN HER ŞEYİ GÖZDEN GEÇİRİP, YENİDEN DEĞERLENDİRİP, YENİ KARARLAR ALMA ZAMANIDIR.

Dindarlarımızın geldiği nokta da acı vermektedir. İlk başörtülü eylemcilerle, şimdi sözde başörtülülere bir bakın Allah aşkına. Ne kadar birbirine benziyorlar? Kapalılık süslenmenin bir parçası olmuş. Rusya’dan gelen Müslüman bir Tatar diyor ki; “Türkiye’de kapalı hanımları görünce çok sevinmiştim. Ama Ramazan’da sokakta sıgara içen, sarmaş dolaş öpüşen, aşırı makyajlı sözde kapalıları görünce de ağladım.” Kapalı kıyafetler satan sözde dindar şirketler de verdikleri reklamlara ve astırdıkları sözde kapalı kadınların resimlerine bir baksınlar.

Hâsılı, biz yaşadığımız, ecdadımızın canıyla kazanılmış şüheda fışkıracak  vatan topraklarımızda Müslüman’ca ve kendi medeniyetimizle kıyamete kadar yaşamak zorundayız. Ecdadımız bu ideale; “İ’LAY-I KELİMETULLAH” demiş. Kapılmışız bir rüzgâra gidiyoruz. Durup değerlendirmeler yapıp, geleceği her aşamada yeniden planlamak ve geri besleme yapmak gerekmez mi?

Vahiy var malum ama vahiy sahibi gelmeyecek. Biz Kur’an-ı kerim’in ışığında, sünnetin rehberliğinde yeniden toparlanacağız, planlayacağız ve hareket edeceğiz. Bunu yaparken de geleceği ve toplumları yönlendirmek zorundayız. Ön almak zorundayız. İttihad-ı İslam’a geçmişte rehberlik eden Müslüman Türk Milleti’ni yeniden hazırlamak zorundayız. Değerlerimizin altını sulandırarak oyan her hareketin içinde, ahmaklık, ihanet ve satılmışlık aramak zorundayız. Necip Fazıl Merhum’un dediği gibi; “"Kim var!" diye seslenilince, sağına ve soluna bakınmadan, fert fert "Ben varım!" cevabını verici, her ferdi "Benim olmadığım yerde kimse yoktur! " duygusuna sahip bir dava ahlâkını pırıldatıcı bir gençlik... Zifiri karanlıkta ak sütün içindeki ak kılı fark edecek kadar gözü keskin bir gençlik...”

“Zifiri karanlıkta ak sütün içindeki ak kılı fark edecek kadar gözü keskin bir gençlik...” Bu cümle anlayana çok şey ifade ediyor. İcabını yapmak için; Kamil İman, Milli şuur, Manevi mes’uliyet, Bilgi ve Akıl gerekiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
14 Yorum
Halil Mert Arşivi