Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

“Rıza” yahut “Râzı” olmayı unutunca…

“Rıza” yahut “Râzı” olmayı unutunca…

Kendimi bilmez haldeyken, rızkıma dair yaptığım mesai sırasında işimizin tabiatı gereği hemen her gün vuku bulan bir kısım müşterilerden dolayı halkıma içimden ağır sözler söyledim.

İnancım ve meşrebim gereğince halkıma gayet yakîn ve müşfik olduğum halde bir kısım kaba saba, düşüncesiz ve incelikten mahrum müşteriler yüzünden bazı ânlar mekânın tenha yerine geçip, içimden sitem ettiğim oldu.

Hattâ birkaç kez, “Ey halkım! Arpa mı yiyorsun da böyle incelikten mahrum, düşüncesiz olabiliyorsun ...?” yollu yine içimden ağır hakaretler ettim çok kez. 

Müşterilerimden çektiğimi, temsilî olarak “Mamak zindanlarında çekmedim…” şeklinde bir söz daha ettim ki, fikirli bir dost İsmail Göktürk, “Bu söz ağırdır, başına çok iş açar, rıza vardır, râzı olmak gerek…” deyince ayıktım. “Bu bir rıza lokmasıdır / Yiyemezsin demedim mi” türküsünü de hatırlayınca daha beter oldum.

“Rıza” mevzuunda gaflette bulunmuşum. Nefs-i emmarem galebe çalmış, o ân özümü unutmuşum. Oysa fakir, halkını köylüsünden şehirlisine, garibanından efendisine kadar çok sever, hepsiyle pekâlâ sohbet ve dillik eder. Bu mevzu uzun, sadede geleyim.

İçime bir nedamet ateşi düştü şu seher vakti. Bu sebeptendir ki içimi dökmek istedim ey azizan!

Müslümanın vasıflarından biri olan “rıza ve râzı” hallerini “Kalp Nefs ve Ruh” kitabından bir daha okuyunca gafletime ve nefs-i emareme ah ettim. Ardından,

Ali Yurtgezen hocanın “Bir Mânevî Hastalığımız: Şikâyet” yazısını bulup okuyunca hâlime râzı olmadığımı, ham ervah gibi şikâyet ehli olduğumu anladım:

“Ya nimeti azımsadığımız ya sıkıntıyı çok bulduğumuz için şikâyet ederiz. Her iki halde de bu kadarını hak etmediğimiz kabulü var. Yani bir haksızlığa uğradığımızı düşünürüz hep. Böyle bir düşüncenin aradaki sebepler zincirine rağmen rıza-yı ilâhiye dokunabileceğini hesaba katmak lâzım. Bir de şikâyet etmeden önce hakikaten neye müstehak olduğumuzun muhasebesini adaletle yapmak... Neyi ne kadar hak ettiğimizi insafla düşünürsek eğer, bütün şikâyetlerimiz şükre dönüşecektir. (…) Sıkıntı ve musibeti talep etmek, bunlardan dolayı sevinmek yok ama şikâyet de yok. Sabır rızayla çelişmez. Zira sabr-ı cemil, Allah’ın takdir ettiğine râzı olabilmenin semeresidir…”

Rıza, yâni râzı olmanın kolay olmadığını bir daha öğrendim. Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak mânasına gelen rıza hâlinden, yâni râzılıktan ayrılmamak gerekiyormuş.                                                                                       

Dinimizde “rıza”  yahut “râzı”  kavramı, bir işi gönülden kabullenmenin, sızlanmamanın, dert yanmamanın, hoşnut olmanın semeresi olarak tevekkül ve sabrı tamamlayan ruhî yükseliş mânasına geliyor. Allah’ın karşısında kulunun tam bir imanla boyun eğmesi, her hâli güzel ve hoş karşılayıp O’ndan razı olması, rızasını başkasına şikâyetten vazgeçmesidir ki bu yol rıza kapısından geçer. 

Bu yola girebilmek için de kulun Allah’tan râzı olması, Allah’ın kuldan râzı olması hâllerini muhakkak ki tamamlamak gerek İlk hâli tamam etmek için Rabbimizi bilmek, nefs-i râziye makamına çıkmak, yâni marifet ehli olmak lâzım.

İnsan-ı kâmillerin dediği üzere rıza Allah’ın en muazzam kapısıdır. Allah, kulundan râzı olmadıkça, kulun O’na râzı olması mümkün değil. Âşıklar boşa söylememişler: “Dost elinden gel olmazsa varılmaz / rızasız bahçenin gülü derilmez.”

Rıza acı bir hâldir, yenmesi zor acı bir lokmaya benzetilir. Buna rıza lokması deniliyor. İnsanın başına gelen belâ ve zorluklardan dolayı uhrevî mânada haz duyması, acı tecelliler karşısında kalbinin huzur ve sükûn içinde bulunması, ne kadar zor olursa olsun içinde bulunduğu iş, maişet, hastalık gibi durumlara rıza göstermesi ve nimet kadar musibetten de memnun olması râzı makamına eriştiğini gösterir. Bu hâllerden sonradır ki, Allah, “Benden râzı olursanız, sizden râzı olurum” buyuruyor.

Hâsıl-ı kelâm, acı ve meşakkatli hâlleri de neşeli haller gibi severek yaşamalı ve kaderin her türlü eziyetli tecellilerine memnun olmayı bilmeliymişiz, bunu öğrendim.
-------------------------------------

ÇANAKKALE’DEN ŞIRNAK’A MOSTAR-SEMERKAND RUHUNU TAŞIYAN ADAM…

Türkiye Yazarlar Birliği K. Maraş Şube Başkanı Öğrt. Gör. İsmail Göktürk, medeniyet anlayışımızı tebliğ için karda-kışta yollara düştü, gönülleri ihyaya çıktı.

Semerkand-Mostar Grubu’nun Türkiye ve medeniyet coğrafyamızın her köşesinde tertip ettiği “Mostar Gençlik Söyleşileri” adı altında “Medeniyetin ihyası için insanın inşası” konulu sohbet ve söyleşi yapmak üzere Çanakkale’ye gidip geldi. Çanakkale diyarımızda neler anlattı, neler getirdi yüreğinde…  Fikir Dükkânı’nda müdavimler olarak biz de dinleyeceğiz. Haftaya Şırnak ve bahara kadar diğer bölgelerde medeniyet fikrimizi anlatacak. Hayırlısı inşallah.

------------------------------------

ALPERENLER TÜRKMENDAĞI’NDA…

Alperen vasfını günümüzde temsil etmeye çalışan Alperen Ocakları mensupları bütün savlet ve imkânlarıyla Suriye’deki Türkmen karındaşlarımıza yardıma koşuyorlar. Seviniyoruz ve göğsümüz kabarıyor. K. Maraş alperenlerinin reisi fedakâr ve teşkilâtçı insan Fatin Rüştü Kayıran, ikinci kez olarak bu hafta da alperenlerle Yayladağı’nı mesken tutmuş, Türkmen karındaşların temsilcileriyle görüşüp onlara moral vermiş. Sağ olsun, nâmımıza onlara selâm ve azık götürmüş.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Doğan İlbey Arşivi