Aktütün'e ağıtlar yakılırken..

Aktütün'e ağıtlar yakılırken..

Türk-Irak sınırı dağların zirvesinde başladığı için her zaman güvenlik sorunu oldu bu bölgede. Türkiye'nin Irak sınırı “Musul meselesi” yüzünden Lozan Antlaşması'yla çözülemedi 1923'te, ileriye ertelendi.

1924'de Milletler Cemiyeti Konseyi “Brüksel Hattı” denilen geçici bir sınır çizgisini kabul etti. Ancak nihai sınırı belirleyen anlaşma 1926'da gerçekleşti.

Bu andlaşmayla Musul Vilayeti'ni İngiliz mandası altındaki Irak'a 500 bin İngiliz lirası karşılığında bırakıyorduk. 500 bin İngiliz lirası 25 yıl boyunca petrol gelirlerinin yüzde 10'u karşılığında alınacaktı. Bu bölgede petrol üretimi 1932'de başladığı için andlaşma o tarihten itibaren başlayacaktı. Bu paranın ne kadarını aldık o da belli değil. Irak bizimle birlikte CENTO'ya üye olduğundan alacaklarımızın üstünde durmadık. 1958'de Irak'ta askeri ihtilal olduğunda bütçeye bu alacaklarımızı koyduysak da beş kuruş bile almadık bildiğim kadarıyla. 1986'da da Bütçe'den bu alacakları da kaldırdık.

Yani Musul yüzünden Türk-Irak sınırının belirlenmesini Lozan Andlaşması'ndan sonraya bıraktık ama sonuçta hiçbir şey elde edemedik. İşte Irak sınırımızı dağların zirvesinden başlatan ve denetimi güçlüklerle dolu olduğu için terör saldırılarına açık hale getiren 1926 tarihli anlaşmanın hikayesi böyle.

Hatırlatalım 1926 anlaşmasında “Brüksel Haritası”nda küçük bir değişiklik yapılmıştı. Sınırın işaretlenmesi ise 1927-1929 yılları arasında gerçekleşti ve son bir protokol daha düzenlendi. Sonraki yıllarda pek çok isyan ve dolayısıyla sınırdan girişler çıkışlar vuku buldu. Barzani ve Talabani'nin peşmergelerinin Türk sınırından içeri girerek çatıştıkları bile oldu.

Velhasıl Türk-Irak sınırı her zaman problemliydi. Sınır çizgisinin çağdaş yöntemlerle yeniden işaretlenmesi için iki ülke arasında bir protokol daha imzalandı. Ne zaman biliyor musunuz? 1981'de. “12 Eylül” askeri darbe yönetimi işbaşındaydı. İşaretlemeyi 1982'den itibaren iki ülkenin belirlediği bir komisyon yapacaktı. Dikkatinizi çekmek istiyorum arkadaşlar, PKK da Kuzey Irak'a yerleşmeye 1981'de karar verdi. Peki üç yıl içinde ne oldu? PKK ilk karakol baskınlarını “Şemdinli” ve “Eruh” ilçelerinde başlattı 1984'de. Sözkonusu sınır işaretlemesi yapılabildi mi, bilmiyorum.

Şuraya gelmek istiyorum, daha 1920'lerde bu sınır, Türkiye'nin güvenliği açısından gerçekçi çizgiye kavuşturulabilirdi. Nitekim 1930'lardaki isyanlar nedeniyle dağlık İran sınırımızda bir değişiklik gerçekleştirdik, biraz verdik, biraz aldık.

Madem Musul'dan vazgeçtik, hiç olmazsa sınırları doğru dürüst çizdirebilirdik. İngiltere Türk-Iran sınırını belirlemeleri için uzman haritacılar, jeologlar kullandı. Adamlar geleceği de görerek işlerini iyi becermişler. 1926'daki Musul Andlaşması'nda bu türden uzman ve danışmanlarımız var mıydı? Sanmıyorum. Demek istiyorum ki 1926'dan bu yana çok fırsatlar kaçırdık. “Soğuk savaş” döneminde ABD ve İngiltere ile aynı bloktaydık, sınır haritasında bazı değişiklikler yapabilirdik. Aktütün'de kaybettiğimiz delikanlılara ağıtlar yakılırken bütün bunları düşünemeden yapamadım sevgili okurlar.

Bir not daha:

Türk-Irak sınırının belirlenmesinde Milletler Cemiyeti'nin görevlendirdiği Estonya'lı general Johan Laidoner'in büyük payı vardı. İngiliz işgalcilerin menfaatlerini gözeten General Laidoner'in kendi ülkesi Esyonya, 1940'da Sovyet Rusya tarafından işgal edildi. Eston güçlerinin başı olan Laidoner tutuklanarak Rusya'ya götürüldü ve 1953'de Vladimir Askeri Hapishanesi'nde öldü.


Bir soru da benden..


PKK'nın “Aktütün” saldırısının nedenleri hakkında çok çeşitli yorumlar yapılıyor. Tabii olarak “Hani Amerika ile Türkiye arasındaki anlık istihbarat anlaşması vardı” sorusu akla geliyor. Son derece ileri gözetleme teknolojisi kullanan Amerikalılar Irak sınırından gerçekleştirilen bu sızmayı farketmediler mi? Farkettilerse neden Türkiye'ye haber vermediler? Bir kere hiçbir ülke kendi sınır güvenliğini bir başka devletin teknolojisine ve iyi niyetine bırakamaz. Elbette kendi kusurlarımızı, ihmallerimizi gözardı etmemek gerekir. Ama madem Irak'ta ABD egemen, o halde Irak sınırından terör amaçlı sızmalardan da en başta Amerika'nın sorumlu olması gerekir. O halde bir soru: Amerika'nın anlık istihbaratta zafiyet göstermesinin bir sebebi, İran'ın uzun menzilli füzelerine karşı Türkiye'de radar üssü kurulması yönündeki taleplerinin reddedilmesi olabilir mi? Çünkü böyle bir söylenti epeydir dillerde dolaşıyor. Geçen Time dergisi de ABD Savunma Bakanı Robert Gates'in Temmuz ayındaki ziyareti sırasında ilettiği bu talebe Türkiye'nin “Hayır” cevabı verdiğini ileri sürdü. “Yok canım, olur mu hiç” diyebiliyorsanız, bu soruyu unutun ve başka bir soruya geçin.


Fenerbahçe'nin durumu iyiye gitmiyor?


Kayserispor karşısında ağır bir yenilgi aldı Fenerbahçe. Çocukluktan kalma hafif Fenerli biri olarak üzüldüm. Liseyi Kayseri'de bitirdiğim ve pekçok kadim dostum olduğu için Kayserililer adına sevindiğimi ifade etmeliyim ayrıca. Hak eden kazansın tabii.

Maç gecesi dostum Abdurrahman, “Eskiden Türkiye'de işlerin nasıl gittiğini görmek için Fener'in durumuna bakarlardı” dedi. Fener'in durumu iyi gitmediğine göre.. Malum Amerika'da finans kapitalin geçirdiği kriz dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye'de de endişeyle karşılandı. Gerçi bizim gibilerin bankada mevduatları, hesapsız kredi kartı harcamaları ve borsada kağıtları yok. Diğer zorluklar için de kolları sıvamış bulunuyoruz. Geçen bir yerde okudum, krizden korunmak için 40 maddelik bir program öneriliyordu. Okurlarımız bu tür önerilere kulak verseler iyi olur. Harcamaları kısmak, elektriği, suyu, doğalgazı dikkatli kullanmak lazım. Gelir ve gider dengesini iyi ayarlamalıyız. Ekonomik darlık toplumların hayatında sıklıkla karşılaşılabilen bir olgu.

Kıssadan hisse: Zamanın birinde et karaborsaya düşmüş. Halktan biri bir sufiye “azizim et pahalılaştı, az yiyoruz. Ya siz nasıl yapıyorsunuz” diye sormuş. O da “Hiç yememek suretiyle ucuzlatıyorum” diye karşılık vermiş.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi