Orhan Karataş

Orhan Karataş

Halep orada arşın elimizde

Halep orada arşın elimizde

Öyle bir ateşin ortasındayız ki, içerdeki terörün, ihanetin, kahpeliğin ağır ve acı sonuçlarına mı yanalım; yanı başımızda soydaşlarımızın, dindaşlarımızın çoluk çocuk demeden dünyanın gözleri önünde katledilmesine, soykırıma uğramasına mı kahrolalım, bilemiyoruz. Önce biz, sonra etrafımız nasıl bu hale geldi? Niye hep kaybeden, gözyaşı döken, bedel ödeyen biz oluyoruz? Kime hesap soracak, kimden himmet bekleyeceğiz?

KİM KAZANDI?

          Beşiktaş'taki kahpeliğin acısı dinmeden, Halep'in viran edilmesiyle kavrulduk. İkisinin birbirinden farkı yok. Oyun aynı oyun, karanlık el aynı el, hesap aynı hesap. Hepsinin tam ortasında biz varız. Türk milleti, Türkiye Cumhuriyeti devleti var. Yıldıray Çiçek kardeşim dünkü yazısında ne güzel anlatmış. Türkiye'nin on yıllar boyunca içine kapandığını, sanal düşmanlar üretildiğini, Esad kardeşiyle oturup istişare ederek işbirliği yaptığını seçim meydanlarında uzun uzun anlatanlar, şimdi kimi kime şikayet ediyorlar? O zaman sordukları soruyu şimdi de biz soralım: Kim kazandı? İran kazandı, Rusya kazandı, ABD kazandı, Barzani kazandı, cümle hainler azdı, sadece ve sadece biz ve bize güvenenler kaybetti. Bedeli sadece biz değil, bizi sevip sayanlar, işbirliği yapıp arkamızda duranlar da ödüyor.

ESKİ POLİTİKALAR DEVAM ETSEYDİ

          Keşke yine Türkiye'nin on yıllar boyunca yaptıkları devam ettirilseydi. Düşmanlarımız sanal olarak kalsaydı da, gerçek hayatta her taraftan ateş altında olmasaydık. Eskiden üç tarafımız denizlerle, dört tarafımız düşmanlarla çevriliydi, Suriye ile Türkiye birbirine husumetle bakıyordu. Şimdi düşmanlar etrafımızda iki halka yaptı. Okyanusötesinden Moskova'ya, Tahran'dan Avrupa'nın derinliklerine kadar her taraftan açık ve kesif bir saldırı altındayız. Suriye'ye husumetle bakmanın çok ötesindeyiz. Artık bombalar yağıyor, canlar gidiyor. Kaybın maddi, manevi her türlüsünü yaşıyoruz. Daha önceki tehdit algılarının boş olmadığı, alınan tedbirlerin ne kadar haklı ve yerinde olduğu defalarca ispatlandı. Keşke yine o siyaseti devam ettirseydik ve ona göre pozisyonumuzu belirleseydik. Sıfır sorun politikasından hiçbir yarar görmediğimiz gibi, sırf sorun olmanın da ötesine geçip büyük zararlar gördüğümüz acı sonuçlarıyla ortaya çıktı. BOP Eşbaşkanlığı ile çıktığımız yolun bizi götürdüğü yer bugünkü Halep olmuştur.

DİPLOMASİ

          Bunları yazmanın şimdi sırası mı, diye düşünenler olabilir. İyi de biz bu tespitleri şimdi yapıyor değiliz ki. Suriye ile ortak bakanlar kurulu toplayıp, Easad'la birlikte tatile çıkılırken de, bunları yazmış söylemiştik. Uluslararası ilişkilerde ebedi dostluk ve düşmanlıkların olamayacağını, karşılıklı menfaatin esas olduğunu anlatmaya çalışmıştık. Diplomasi bir birikim, öngörü ve devamlılık ister.Türkiye'nin diplomasi kurumlarını yerler bir edip, nereden geldiği, çapı, yeteneği belirsiz danışmanlarla strateji üretir, sizden önce yapılan her şeyin yanlış ve kasıtlı olduğunu zannedip ne ülke gerçekleri ne dünya ölçüleriyle hiç uymayan saplantıları dış politika olarak uygulamaya kalkarsanız; varılacak yer vahamet olur ki, Türkiye bunu iliklerine kadar yaşıyor. Tespiti doğru yapmadan, teşhisi doğru koymayız. Bundan sonra ne olması gerektiğini anlayabilmek ve anlatabilmek için şimdiye kadar yapılanları iyi değerlendirmek gerekiyor. Anlatmaya çalıştığımız budur.

TEĞET GEÇİYORLAR       

          Bugün, 12-13 yıldır söylenenlerin tam tersinin söylenmesi ve yapılması bir gelişmedir, ancak orada da bir inandırıcılık sorunu ortaya çıkıyor. Muhataplarınız dün söylediklerinizi mi, bugün ortaya sürdüklerinizi mi dikkate alacaklar? Sonuç her ikisini birden görmezden gelmek oluyor ki, o yüzden bölgeye en yakın olmamıza, tarihi ve kültürel birlikteliğimize, soy ve din kardeşliğimize ve hepsinden önemlisi en ağır bedelleri ödememize rağmen dikkate ve hatta ciddiye alınmıyoruz. Yalnız başımızayız. En etkili olduğumuzu zannettiğimiz zamanlarda bile hep etrafımızdan dolanıyor, teğet geçiyor, bildiklerini okuyorlar. Bırakın bölgenin şekillenmesini, varlığımızı ve birliğimizi doğrudan ilgilendiren konularda ne kadar etkili olabiliyoruz? Musul'da ne kadar varlık gösterdik?PYD ihanetini ne kadar anlatabildik? PKK kalleşlerinin aldığı yardım ve desteğin kesilmesini sağlayabildik mi? Hani bir sarı öküz hikayesi vardır ya, biz güya Kobani'yi kurtarmaları için teröristlerin silahlarıyla birlikte hem de 29 Ekim Cumhuriyet bayramında ikram ettiğimiz lahmacunları yiyip Obama sloganı atarak topraklarımızdan geçtiği gün kaybettik.

CAYDIRICI OLMALIYIZ

          Hala laf üretiyoruz. Artık harekete geçmenin zamanı çoktan gelmiştir, hatta çok geç kaldık.ABD'nin PKK uzantısı PYD'yi besleyip azdırmasına seyirci kaldıkça, Beşiktaş'daki bomba patlayacaktır. Rusya'nın Esad'la işbirliği ve her türlü desteği devam ettikçe Halep'ten feryatlar yükselecektir. İran'ın mezhep siyasetine uzaktan bakarak, katledilen yavruların derdine çare olamayız. MHP Genel Başkanı sayın Devlet Bahçeli'nin defalarca belirttiği gibi, Türkiye'nin; milli güvenliğini tehdit eden ve milli çıkarlarını hedef alan gelişmeler karşısında etkili bir caydırıcılık politikası izlemesi şarttır. Halep orada, ama arşın bizde. Arşını elimize alıp, Türkiye'yi sınamaya, üzmeye, bölmeye kalkışanların boyunu ölçmek için daha ne olmasını bekliyoruz?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Orhan Karataş Arşivi