K. Irak'a gidiş durdurulmadan K. Irak'tan geçiş durdurulamaz

K. Irak'a gidiş durdurulmadan K. Irak'tan geçiş durdurulamaz

G.kurmay başkanlığı basın bilgilendirme toplantısında Taraf Gazetesi'nde Aktütün saldırısıyla ilgili olarak yayımlanan görüntülerin, Aktütün'e veya Bayraktepe'ye ait değil, başka bölgelere ait olduğu açıklaması yapıldı. Böylece sözkonusu haber yayımlandığından beri ilk defa konuyla ilgili bir "açıklama" gelmiş oldu.

Bu açıklamanın yeterince "açıklayıcı" olup olmadığı ayrı ve tabii ki önemli bir konudur. Yapılan açıklama başka sorulara da tabii ki bir sürü açık alan bırakıyor. Bu konudaki teknik-askeri detaylara vakıf olmadığımız için şeffaf toplum içinde tartışmanın tatmin edici bir hal almasını beklemek durumundayız. Ancak yeterince tatmin edici olmasa bile yine de G.kurmay Başkanlığından asıl beklenen tutumun bu olduğunda hiç kuşku yok.

Bu durumda sormak gerekmiyor mu? G.kurmay ve medya ilişkisini çok daha sağlıklı bir düzeyde devam ettirebilecek bu yol açık iken, iki gün önce G.kurmay başkanı Org. İlker Başbuğ'un arkasına kuvvet komutanlarını alarak öfke tonu bir hayli yüksek, "medyaya muhtıra" modunda yaptığı açıklamaya ne gerek vardı? O öfke moduna bir defa yakalanmışken sağlıklı bir cümle kurmak bile mümkün değil. TSK'nın bütün komuta kademesi, bütün kamuoyunun kendilerinden makul bir açıklama beklediği bir konuda, üstelik yazılı bir metin hazırlamış olarak verdikleri açıklama, neresinden bakarsanız, bırakınız demokrasi-medya-toplum ilişkileri konusunu, askerin stratejik yaklaşımlarıyla ilgili de ciddi sorunlarımızın olduğunu gösteriyor. Sonuçta G.kurmay'ın bilgilendirme toplantısında yaptığı gibi veya belki yine Başbuğ'un daha serinkanlı yaklaşımları yoluyla, aklına sorular üşüşmüş kamuoyunu biraz yatıştırma imkân ve ihtimali varken, fevri bir tepki yolunu seçmiş olmanın açıklanabilir bir tarafı yok. Biraz iletişim melekesine sahip olan herkesin, bu fevri çıkıştan, Taraf Gazetesinin haberindeki iddiaların zımnen kabul edilmiş olduğu, en azından buna karşı bir açıklamanın bulunmadığı sonucunu çıkarabileceği çok açıktır. Herkesin gördüğünü komuta kademesinin görmemiş olması ayrı bir sorun, bunu görmüş de buna rağmen yapmışsa kuşkusuz ayrıca vahim bir sorundur.

Başbuğ'un sesini öfkeyle en çok yükselttiği yer "terör örgütünün başarılı gibi gösterilmesine" karşı tepkisini ifade etiği yerdi. Oysa ne Taraf Gazetesi haberlerinde ne de bu kadar çok şehidin veriliyor olmasına karşı giderek artan hoşnutsuzluk ifadelerinde görülmesi gereken şey terör örgütünün başarılı görülüyor olması değil, aksine askeri taktiklerin başarısızlığıdır. Saldırı yapıldığı andan itibaren, saldırıya maruz kalan karakoldaki askerlerin büyük bir kahramanlık destanı yazmış olduklarında kimsenin bir kuşkusu olduğunu sanmıyorum. O askerler gerçekten canlarını dişlerine katarak, sonuçta da hayatlarına mal olan bir destan yazmayı başardılar. Kimse şehit düşen askerleri eleştirmiyor ki. Veya sorun o saldırıya maruz kalan ve görevlendirildiği canları pahasına savunan askerlerin kahramanlığı değil ki.

Sorun yıllardır terörün kaynağını, nedenlerini, sosyolojisini ısrarla yanlış yerlerde arayan, dolayısıyla teröristin tam olarak nereden geldiğini bir türlü göremeyen, görse bile bunun önlemini üst düzeyde almayan, alamayan askeri stratejilerdir. 25 yıldır süren bir terör öldüre öldüre bitmiyor hatta daha da büyüyorsa bu istatistiksel olarak da artık başka yolların aranması, denenmesi gerektiğini anlatan yeterli bir ders olmalı değil midir?

Her saldırı sonrası gözleri hemen Kuzey Irak'a, oradaki siyasi yapılanmalara çevirmekten vazgeçmekle başlayabiliriz. Terörün kaynağı Kuzey Irak değil, Türkiye'dir. Türkiye sınırları içinde genç insanları kolaylıkla dağa çıkaran bir ortam vardır. Bu ortam bir ölçüde Kürt sorunuyla bir ölçüde de sorunların devamında bir ekonomik-politik kâr mekanizmaları üretmiş örgütsel yapılardır. Bu ortam görülmeden, bu ortam yeterince analiz edilmeden terörün kaynağını Kuzey Irak'ta aramak sadece komik duruma düşürüyor. Unutmamalıyız ki, Kuzey Irak'tan gelen terörist oraya Türkiye'den gidiyor. Kuzey Irak'a geçiş durdurulmadan Kuzey Irak'tan geçişler durdurulamaz.

Ayrıca terörle mücadele sürecinin ve alanının, bütün tartışmalarla birlikte askerin fazla tekelinde olması terörle mücadelenin en önemli zaafıdır. Bu durum süre giden mücadelede kamuoyunun, aslında büyük ölçüde siyasetin de sorularına ve denetimine açık olmayan uçsuz bucaksız bir alan bırakıyor. Hiçbir ihmalin hiçbir şekilde eleştirilemediği, bedelinin ödetilemediği bir alanda hataları durdurmanın yolu yoktur. O hatalar yapılmaya devam eder durur. Bu siyaset ve sosyal bilimin açık bir gerçeğidir.

Bu geniş alanın içinde Ergenekon tarzı yapılanmalar da rahatlıkla gelişir. Türk ulusalcılığının büyük ve müstesna isimlerinden Doğu Perinçek Bekaa'da Abdullah Öcalan ile saatlerce baş başa neler yaptılar, neler konuştular?

Dahası 1998 yılında bir anda ülkenin askeriyle, başbakanı ve cumhurbaşkanıyla yaratılmaya karar verilen bir baskı ile bir ay içinde Suriye'den çıkarılan Öcalan'ın, bu kadar kolay idiyken bu kadar süre orada durmasına neden göz yumuldu? Bu iki can alıcı sorunun cevabı verilmeden ne PKK'nın ne menem bir şey olduğu bilinebilir, ne de terörün kaynaklarına dair sağlıklı bir bilgi üretilebilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi