İbrahim Karagül

İbrahim Karagül

El Kaide ihaleleri, nükleer kaçakçılık, Türk casuslar!

El Kaide ihaleleri, nükleer kaçakçılık, Türk casuslar!

Sadece bir tercümanın bu kadar şey bilmesi mümkün olur mu? 11 Eylül saldırılarından sonra küresel düzeyde yürütülen olağanüstü soruşturma kapsamında tercüman olarak FBI'a alınan, gizli telefon kayıtlarını deşifre etmekle yükümlü Sibel Edmons, iddiaları yüzünden işinden oldu. O zamandan beri, belli aralıklarla çarpıcı iddialarda bulundu ve hep gündemde kaldı. Karmaşık bir geçmişi olan Edmons çok şey biliyor olabilir. Ama bildiklerinden daha çok bu kadar konuşabiliyor olması dikkat çekiyor. Onun iddialarını okurken “konuşana değil konuşturana bak” söyleyişi aklıma gelmiyor değil.

En son iddiası, “ABD'nin nükleer sırlarını Türk istihbaratçıların pazarladığı” yönünde oldu. “ABD yönetimindeki bazı unsurlarla 11 Eylül saldırılarını yapmakla suçlanan örgütler arasındaki ilişkiye, küresel ölçekli uyuşturucu kaçakçılığına, bütün bunların içinde istihbarat teşkilatlarının rolüne” ilişkin imalarıyla dikkat çeken Edmons, şimdi de Türk ve İsrail istihbaratının nükleer casusluk piyasasındaki işbirliğine dikkat çekiyor.

“Türkler ve İsrailliler, nükleer teknoloji ile ilgili askeri ve akademik kuruluşlara 'köstebek' soktular. Bunların içinde Los Alamos nükleer laboratuarı da bulunuyor. Yardımları karşılığında söz konusu yetkiliye yüklü miktarda para veriliyor. Teslimat noktası olarak da Türk Amerikan Konseyi gibi mekanlar kullanılıyor” diyen Edmons, Türkiye, İsrail ve Pakistan istihbaratının ABD nükleer teknolojisine yönelik “ortaklığı”ndan söz ediyor. Burada biraz duralım.

Bunlar, istihbarat dünyasına yönelik en derin ve karanlık sırlar. Edmons, bütün bunları “binlerce saatlik telefon konuşmaları”ndan mı öğrendi sadece? Belki Benazir Butto'nun öldürülmesi bu konuları tekrar gündeme getirdi. Madem açıldı, benim de söyleyeceğim şeyler var:

Türk istihbaratının El Kaide gibi bir örgüte pek inanmadığını, olayın ABD'nin örtülü operasyonu olduğu kanaatini taşıdığını, yakalanan bazı El Kaide mensuplarının CIA tarafından sorgulanıp “işbirliği” karşılığı yüklü ödemelerle birlikte serbest bırakıldığını düşündüğünü yazmayacağım. Geçtiğimiz yıl, bir Avrupa ülkesinden Türkiye'ye gelen, nükleer kaçakçılık iddiasıyla Trabzon'dan havalandıktan hemen sonra düşürülen, içinde Pakistan Devlet Başkanı Perviz Müşerref'in eski danışmanının da bulunduğu uçağı da. Yine İstanbul'un ortasından CIA ve Mossad ajanları tarafından kaçırılan, Türk istihbaratının katkısının henüz netleşmediği İranlı komutan Ali Riza Asgeri olayını da… Afganistan'dan ABD'ye uzanan dev uyuşturucu trafiğinde hangi ülke istihbaratlarının ve hangi örgütlerin işbirliği yaptığını ve bunun PKK ile ne ilgisi olduğunu da yazmayacağım.

30 Ağustos 2004 tarihli “Pentagon'daki skandal ve Türkiye-İsrail ekseni” ve 24 Ağustos 2005 tarihli “ABD Avrasyası: Uyuşturucu trafiği ve terör finansmanı..!” başlıklarıyla bu köşede yayınlanan tezlere dikkat çekeceğim sadece. Benim için de “konuşana değil konuşturana bak” dediğinizi duyar gibiyim. Benimki sadece kişisel bir merak, o kadar!

ABD Savunma Bakanlığı'nda patlak veren casusluk skandalında Douglas Feith gibi aşırı sağcı bir Musevinin yönetimi altında çalışan Larry Franklin adlı Pentagon çalışanının, ABD'nin Irak ve İran'a ilişkin gizli dosyalarını Amerikan-İsrail İlişkileri Komitesi'ne (AIPAC) aktarması, oradan da bu dosyaların İsrail'e ulaşmasıyla ilgili skandaldan söz ederken, skandalla Türk-İsrail ekseni arasındaki bağlantıya dikkat çektim.

“Türk-İsrail ilişkilerinin merkezinde yer alan, Türkiye'nin lobiciliğine soyunan, bu ülkenin milyonlarca dolarını cebe indiren, Türkiye'nin siyasi hayatında belirgin yeri olan, bugün Ortadoğu'da yaşanan kaosun mimarları olan kişi ve çevreler, skandalın tam merkezinde. üstelik bunlar “Türk dostu” olarak tanınıyor.” cümleleri o yazıdan.

14 Şubat 2005 tarihli “The American Turkish Council: US Association Helps Create New World Order” adlı yazıda, Türk Amerikan Konseyi'nin adından başka “Türk”ü olmayan bir kuruluş olduğu, ABD'nin 21. yüzyıla dönük projeleri için kurulduğu, dünya genelinde ekonomik, siyasi ve askeri hegemonyası için çalıştığı belirtiliyor. ATC'nin Bush ailesi tarafından yönetildiğine, Lockeed Martin'den Coca Cola'ya, ExxonMobil'den Pfizer'a, Shell'den General Dynamics'e kadar büyük şirketlerin kuruluşun üyeleri olduğuna işaret ediliyor. ATC üyeleri arasında CSIS, Eisenhower, Brookings ve neoconların tapınağı AEI gibi yüzlerce kuruluşun bulunduğu, kuruluşun ABD'nin yeni Avrasya projesinin merkezi olduğu ifade ediliyor. Merak eden bu yazıyı sonuna kadar okumalı. Irak'ın on milyarlarca dolarının da bu şebeke tarafından paylaşıldığı iddiası bana ait.

ABD nükleer sırlarının İsrail'e aktarılması skandalını sorgularken Musevi lobi kuruluşlarının merkezi rolüne, Türkiye ile bağlantılarına, Türk-İsrail eksenine, istihbarat ortaklıklarının nerelere uzandığına ilişkin bilgiler aktarmış, Türk şahin-neocon ittifakına dikkat çekmiştim. Ama 10 Mayıs 2005'te, “İsrail ABD'deki bazı Türkleri casus olarak mı kullanıyor” başlığı altında bu köşede ortaya konulan iddialar, bugün yenileniyor!

Sadece nükleer casusluk değil, daha bir çok alanda çok daha şaşırtıcı alanlarda işbirliği söz konusu. Ama bunlar, Türkiye'den çok ABD ve İsrail'in çıkarlarına odaklı. El Kaide ihaleleri, örtülü operasyonlar, esir ticareti, terör merkezleri, rejim değişiklikleri ve daha niceleri….

Bu konuda yazılacak o kadar çok şey var ki...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İbrahim Karagül Arşivi