Mustafa Çağrıcı

Mustafa Çağrıcı

İslâmî ilimlerde tercüme sorunu

İslâmî ilimlerde tercüme sorunu

Tercümenin önemini anlamak için büyük kültürlerde büyük dönüşümlerin tercümelerle gerçekleştiğini bilmemiz yeterlidir. Tercümenin çok fazla uğramadığı Hicaz coğrafyasının İslâm dünyası için hep ayak bağı olduğunu da hatırlatıp geçeceğim. Öte yandan şimdilerde toplumun genelini ilgilendirmeyen akademik konularla ilgili ciltlerce klasik İslâmî eseri tercüme etmenin anlamsızlığından da bahsetmeyeceğim. Bir işi yapanın o işten para kazanması da bir “anlam”dır ve konu para olunca insanları durduramazsınız. Öyleyse “Bunu yapmayın” demek yerine “Bunu doğru dürüst, bilim ahlakına uygun yapın” demek daha gerçekçi olur. Tıpkı “Sosyal medyayı kullanmayalım” yerine, “sorumlu kullanalım” demenin daha gerçekçi olduğu gibi.

Sorun şu ki, İslâmî konularda şöyle ağız tadıyla okuyup anlayacağınız bir çeviriyle karşılaşmanız nadirden de nadirdir. Neden?.. İşin yayıncı sorumsuzluğu boyutunu bir yana bırakıyorum. Görebildiğim kadarıyla ülkemizin İslâmî yayıncılık tarafında orası fecaat. Böyle olunca en büyük sorumluluk çeviri yapanlara düşmektedir. Orada da alanı bilmemek, her iki dilin inceliklerine vakıf olmamak, acelecilik ve sorumsuzluk gibi entelektüel ve ahlâkî sebeplerden kaynaklanan sorunlar olduğu görülüyor.

***

Çeviri dünyasında meşhur olmuş İtalyanca bir söz var: “Traduttore traditore” (Her mütercim haindir) denir. Bu söz, iyi bir tercüme yapmak için gerektiğinde eserin yazarının kullandığı kelimelere tam karşılığını vermek, bizdeki tabiriyle lafzî (literal) tercüme yapmak yerine, müellifin söylemek istediğini yeni dilde en iyi ifade edecek olan kelime, terim ve deyimleri kullanmak gerektiğini anlatır. Hele de tercümesi yapılan eser asırlar öncesinin dünyasına aitse, müellife “ihanet” kaçınılmaz hale gelmektedir. Çünkü o çağlarda insanların kolaylıkla anladıkları kavram, terim ve konuların bugün çevirinin yapıldığı dile aynıyla aktarılması, büyük bir okuyucu kitlesinin metni doğru ve yeterli ölçüde anlamasını imkânsız hale getirecek, hatta yanlış anlamalara sebep olacaktır. Özellikle klasik İslâmî kaynakların mevcut birçok tercümesi bunun şahididir.

***

Hiçbir çevirinin asıl metni tam olarak karşılamasının mümkün olmadığını da hatırda tutmak gerekir; “Her mütercim haindir” sözü biraz da bunu anlatır. Çeviri yapanlar bilirler: Öyle zamanlar olur ki, eserin orijinalinde yazarın ne demek istediğini gayet iyi anlamanıza rağmen bunu yeni dile aslındaki açıklık ve tatlılıkla aktaramamanın sıkıntısını yaşarsınız. Bu da doğaldır; çünkü eser kendi aslî dilinin karakterine göre inşa edilmiştir ve her milletin genetik kodları gibi dilleri de karakteristiktir. Nasıl ki, bir Fransız hiçbir zaman yüzde yüz Türk olamazsa, Fransızca bir eser de -hele bir Fransız klasiği ise- yüzde yüz Türkçe bir eser olamaz. İnsanlar gibi diller de kendi kültürlerinin çocuklarıdır. Her dilin diğerlerine benzemeyen bir ifade ediş tarzı, farklı deyimleri vardır. Her deyimin hatta her kelimenin, ait olduğu dilin tarihinden gelen kültürel/semantik bir anlam dünyası vardır. Onun için lafzî/literal çeviri, yazarın vermek istediği anlamı buharlaştırabilir. Halbuki iyi bir çeviri, yazarın yazdığı dilde anlatmak istediğini, çevirenin çevirdiği dile en doğru yansıtabildiği çeviridir. Bu da ihtiyaç duyulduğu yerlerde asıl metni, yazarın vermek istediği anlama feda etmeyi kaçınılmaz kılmaktadır.

Ancak “Traduttore traditore” ilkesi, kesinlikle bir anlam savrulmasını hoş görmeye izin vermez. Hem eserin yazarına ait olmayan, onun temel fikirleriyle uyuşmayan bir bilgi, görüş ve fikri ona nispet eden hem de onun anlatmak istediklerini eksik bırakan ya da buharlaştıran bir çeviri saptırması gerçek anlamda bir “ihanet”tir ve maalesef İslâmî klasiklerin dilimize çevirilerinde bu tür ihanetler, müellifinin kemiklerini sızlatacak boyutlarda yapılmaktadır.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mustafa Çağrıcı Arşivi