İbrahim Kiras

İbrahim Kiras

İhtilaller, darbeler, masonlar

İhtilaller, darbeler, masonlar

Mason localarının yakın tarihimizdeki bazı hadiseler içinde oynadıkları role ilişkin iki tespitte bulunmuştuk: İlki, biraderlik örgütlerinin evrensel bir ağın parçası gibi görünmelerine rağmen, aslında daima bağlı bulundukları devletin kontrolünde faaliyet gösterdikleri ve kendi ülkelerinin milli çıkarlarına hizmeti önceledikleri… İkincisi, 1908 Devrimi’nin hazırlanışı sürecinde İttihatçıların İtalyanlara ait bir mason locasını yalnızca sığınak olarak kullanmış oldukları ve devamında Türk “Büyük Doğu”sunun teşkiliyle mahfilleri “millîleştirmeye” çalıştıkları…

İlaveten, masonluğun bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de toplumsal bir ihtiyaca cevap verebildiği devirlerde sahip olduğu önemi bugün kaybetmiş olduğunu vurgulamak gerekiyor… Günümüzde masonluk “hemşehri” derneklerinden hallice görüntüsüne rağmen nihayetinde çıkar amaçlı bir dayanışma örgütü. Gençlerin “iş ve işçi bulma kurumu” diye dalga geçtikleri bir yapı. Üyelerinin çoğu aile ilişkileri ve toplumsal muhitleri dolayısıyla dahil oldukları teşkilatın tarihinden bile habersiz, entelektüel ilgi ve merakları olmayan kişiler.

Görünen o ki yalnız Türkiye’de değil, bütün dünyada durum bu şekilde. Batı basınını izleyenler oralarda da Biraderlik kurumunun özellikle aydınların gözünde eski itibarından eser kalmadığını, locaların adının sık sık yolsuzluk olaylarına karıştığını, masonluk derecelerinin büyük paralar karşılığında statü meraklısı zengin kişilere satıldığı gibi eleştirilerin dile getirildiğini göreceklerdir.

Masonlar Avrupa tarihi boyunca yalnızca belirli bir dönemde devrimci veya ilerici diyebileceğimiz bir pozisyon almışlardır. O da 18. yüzyıldır. Bu yüzyılda bilim, sanat, felsefe alanlarında gerçekleşen birçok yenilikçi girişim arasında Amerikan ve Fransız devrimlerinde de masonların önemli roller oynadığı bilinir. Ne var ki Amerikan ve Fransız devrimlerini mason felsefesinin ortaya çıkardığını iddia etmek yanlış olur. Mason localarının rolü o devrin ilerici ve reformcu aydınlarına sığınak işlevini üstlenmiş olmasıydı. Tıpkı bizdeki 1908 Devrimi’nin hazırlanışında olduğu gibi…

“Cumartesi Yazıları”nın önceki bölümlerinde de açıklamaya çalıştığım üzere, İttihatçıların mason localarında doğmuş veya geliştirilmiş bir fikrin, bir idealin peşine takılıp gittiklerini söyleyemeyiz. Öte yandan ittihatçıların lider kadrosundan belirli kişilerin üye oldukları İtalyan obediyansına bağlı locanın sergilediği işbirliğine karşılık diğer ülke obediyanslarına bağlı locaların tam aksi yönde bir tutum içinde olduklarını unutmamak lazım. Özellikle İngilizlerin bu konudaki çabaları malum. Geçen hafta bununla ilgili birkaç örnek zikretmiştim, yer problemi yüzünden tekrar detaya giremeyeceğim.…

***

Bizdekine benzer bir tabloyu 19. ve 20. yüzyıllar boyunca Latin Amerika ülkelerinde yaşanan devrimler ve karşıdevrimler sürecinde de gözlemliyoruz. Gerçi Latin Amerika masonluğun en faal olduğu coğrafyalardan biri. Binlerce loca bulunuyor bölge ülkelerinde. Dolayısıyla bu ülkelerdeki siyasi ve kültürel hayat üzerinde kayda değer bir etkisi var. Bu anlamda bizimle benzerliğinden pek söz edilemez. Ancak geçen iki yüzyıl boyunca buradaki masonlar arasında sergilenen rekabet ve mücadeleler “kardeşlik bağıyla birbirine bağlı aydınlanmış ruhlar” efsanesinin olduğu kadar “tek merkezden yönetilen uluslararası bir ağ” tanımlamasının da gerçekliğini sorgulatacak bir mahiyet arz ediyor. 

Baştan başlayalım… Latin Amerika’da masonluk öteden beri birkaç sebepten dolayı yaygın ve canlıdır. Bu coğrafyanın Katolik kültürünün egemenliğinde olması, öncelikle kilise otoritesine karşı başkaldıran serbest düşünceli aydınları localara çeken bir faktör. İkinci faktör, bu ülkelerin sömürge geçmişinin ortaya çıkardığı kuvvetli antiemperyalist fikriyatın ancak dokunulmazlığı olan localarda güvenlik bulmuş olması. Keza sömürge devri sonrasında başa gelen dikta rejimlerine karşı şekillenen muhalefet hareketi içindeki aydınların da sığınağı ve buluşma yeri yine localar oldu. Elbette bu localarda savunulan serbest düşünce yaklaşımının ve Avrupa’dan esen yenilik havasının, yani modernlik taraftarlığının aydınlar üzerindeki cazibesi inkâr edilemez ama asıl önemlisi masonluğun o devirlerde ve o coğrafyada toplumsal ihtiyaçlara cevap veren bir nitelik taşıyor olması herhalde.

Gelgelelim masonluk derken tek bir çeşit fikirden veya tek bir örgütten de bahsediyor değiliz. İngiliz, Fransa, Kuzey Amerika ve İspanyol obediyanslarına bağlı mason gruplarının birbirleriyle mücadelesi uluslararası çıkar çatışmalarının da aynası ve sahnesidir.

Ne var ki “sosyalist halk ihtilaliyle” iş başına gelen liderin de askeri darbeyle onu devirip iktidarı ele geçiren diktatörün de mason olduğu bir coğrafya burası. Dolayısıyla masonların mı siyaseti kullandığı, yoksa siyasetin mi masonları kullandığı sorusunun cevabı kolay verilemez.

***

Latin Amerika kıtasının “el libertador”u Simon Bolivar masondu. Önce kendi ülkesi Venezuella’yı sömürge yönetiminden kurtaran efsanevi halk önderi daha sonra bugünkü Kolombiya, Peru, Ekvator, Panama gibi ülkelerin yer aldığı geniş coğrafyanın İspanyollardan kurtuluşuna liderlik etti. (Bir süre sonra Yukarı Peru parlamentosu kurtarıcısına saygı nişanesi olarak ülkenin adını Bolivya olarak değiştirecekti. Stalingrad veya İskenderiye gibi adını siyasi liderlerden alan şehirler oldu tarihte ama adı bir ülkeye verilen ilk ve tek kişi galiba Bolivar.)

İleriki yıllarda İtalyan Birliği’nin kurucusu olacak Garibaldi de bu sırada Bolivar’ın ordusunda gerilla savaşı eğitimi alıyordu. Garibaldi de masondur. Bizim Jön Türk hareketine ilham veren “Giovine Italia”nın babası Mazzini de.

Latin Amerika’ya dönersek… Şili’de ABD’nin desteklediği “mason” general Pinochet tarafından devrilen “halkın seçtiği ilk Marksist lider” Salvador Allende de masondu. Küba’nın -ve hatta bütün Latin Amerika’nın- Namık Kemal’i diyebileceğimiz devrimci şair Jose Marti de masondu. Bütün dünyanın Amerikalı müzisyen Pete Seeger’ın bestesiyle tanıdığı ünlü “Guantanamera” şiiri onundur. (“Guantanamera! Guajira!”) Küba zaten Latin Amerika kıtasında masonluğun en güçlü olduğu ülke olarak biliniyor. Hem de komünizmin kalesi olduğu sıralarda bile… (Başta Sovyetler olmak üzere 20. yüzyılda komünist yönetim altına giren ülkelerin hemen tamamında masonluğun yasaklanmış -veya locaların “kendi istekleriyle uykuya girmiş”- olduğunu unutmayın.) Küba’nın efsanevi lideri Fidel Castro’nun da mason olduğu iddiası var. Bu iddianın doğrulanamadığını söylemek lazım ancak doğru olması akla uzak bir ihtimal değil. Sebebini yukarıda anlatmaya çalıştım…

Son olarak Latin Amerika masonluğunun siyasi veçhesini ve genel anmayla masonluğun uluslararası boyutunu bizzat “masonik” bir kaynaktan uzunca bir alıntıyla dikkatinize getirmek istiyorum:

“… Bu ülkelerde Masonluğun kurulması ve yayılması tamamen siyasidir. 19. yy.’ın ortalarında, bütün Latin Amerika’da işgalcilere karşı istiklâl savaşları başlamıştır. Bunların hemen hepsi, dışarıdan gelen vatanseverler tarafından idare edilmiştir. Bu vatanseverlerin çoğu da İngiltere, Fransa veya İspanya’da tekris edilmiş Masonlardı. Bu Masonlar, taraftarlarını localarda toplamış ve bu suretle, gizliliklerini koruyabilmişlerdir. Ne yazık ki, bu ülkeler istiklallerine kavuştuktan sonra, kurtarıcı Masonlar birbirleri ile anlaşamamış ve Mason grupları arasında kanlı harpler meydana gelmiştir. Kurtulan ülkelerde, sık sık ihtilaller ye rejim değişiklikleri olurdu. İhtilalleri yapanlar da devrilenler de çoğu zaman Masonlardı. Bu sebeple, obediyanslar arasında, siyasi eğilimler yüzünden kopmalar, ayrılmalar olmuş; bazan bir ülkede dört muhtelif obediyans görülmüştür. Durum halen de bazı Lâtin Amerika ülkelerinde böyledir.” (Gürses Çarkoğlu, “Orta Amerikada, Güney Amerikada ve Afrikada Masonluk”, Mimar Sinan, yıl 1997, sayı 103, sh, 71 vd.)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İbrahim Kiras Arşivi