Cemal Nar

Cemal Nar

Rahat Soru Sorabilme

Rahat Soru Sorabilme

Öğretmenliğimde ve vaizliğimde dikkat ettiğim bir mesele de herkesin rahatça soru sormasına imkân ve fırsat vermemdir. 

Öğrenmek maksadıyla sorulan ciddi ve samimi sorular ne kadar basit, belki bize göre gereksiz olsa bile, bundan dolayı soranlara asla kızmam, “bu da soru mu?” diye hakaret veya alay etmemem. 

Hatta her vaazımdan, sohbet ve seminerimden sonra orada biraz otururum. Ola ki soruları olabilir, anlamadığı yerlerden izah isteyebilir insanlar.

Elbette soru sormanın birçok amacı vardır. Sorular öğrenmek için olabildiği gibi, imtihan için de olabilir. Hatta hatırlatma, azarlama, tehdit etme, başa kakma, dalga geçme, alay etme, küçük görme, teşvik etme, yönlendirme, ilgi çekme, motive etme, uyarma vs. gibi birçok amacı olabilir soru sormanın. Yerine göre hepsi de kullanılır. 

Fakat öğrenci öğretmenine, halk hocasına sadece öğrenmek için sormalıdır. Öğretmen ve hoca da buna izin vermeli, rahat soru sorma ortamını hazırlamalıdır. Soru soranı terslemek, korkutmak, alaya almak, eğitim ve öğretimde hoca ile talebe veya halk arasına duvar örer.

Sevgili Peygamberimiz (sav) Efendimizin büyük bir heybeti vardı. İnsanlar üç aylık mesafeden bunu hissederlerdi.

Huzurunda zangır zangır titreyenler olurdu. O ise böyle insanları güzel sözlerle teskin ederdi. Sonra bu insanlar onu çok sever ve huzurlarından ayrılmak istemezlerdi.

Buradan şuraya gelelim: Bazı insanların dış görünüşü heybetlidir. İnsanlar onlardan önce çekinir. Ama konuşmaya başlayınca, yanıldıklarını anlarlar. Oysa o çok rahat konuşulan, sevecen, ülfet edilen bir insandır. 

Fakat ya çekinilir de hiç konuşulmazsa? 

O zaman yazık olmuştur karşılıklı. 

İbn Abbas şöyle anlatıyor:

“Hz. Ömer’den iki sene boyunca bir şey sormak istedim; fakat heybetinden dolayı bir türlü cesaret edemedim. Nihayet birlikte yaptığımız bir hac veya umre yolculuğunda bunu sormaya karar verdim. Merrü’z Zehran denilen yerde konakladığımızda Hz. Ömer def-i hâcet için bulunduğumuz yerden biraz uzaklaştı. Ben de ileri giderek onun dönmesini bekledim. Geri döndüğünde kendisini karşılayarak: 

- Ey Mü’minlerin Emîri! İki seneden beri size bir şey sormak istiyordum, fakat heybetinizden dolayı buna bir türlü cesaret edemedim, dedim. 

Bunun üzerine: 

- Böyle yapmayacaktın. Bana istediğini sorabilirsin. Eğer o şey hakkında bir bilgim varsa bunu sana söylerim. Aksi takdirde “Bu konuda bir şey bilmiyorum” derim. Böylece sen de gidip bilenlerden sorarsın, dedi. 

O zaman: 

- Allah Teâlâ’nın Hz. Peygamber’e karşı birleştiklerinden bahsettiği o iki kadın kimdir? diye sordum. 

Hz. Ömer: 

- Onlar Âişe ile kızım Hafsâ’dır” buyurdu. (Camiu’l-Beyâni’l-İlm I/112. Bkz. Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 3/489-490.)

Evet, Sevgili Peygamberimiz de öğrenmek için soru sormayı teşvik etmiştir. Hatta kadınlar bile ona özel hallerden rahatlıkla sorarlardı.

Hz. Aişe annemiz şöyle der: 

 “Ensar’ın kadınları ne iyi kadınlardır! Hayâ onları dinlerini Peygamberden sormaktan alıkoymazdı.”( İbn Abdilberr, Cami, I/89)

Ne dersiniz, böyle gecikmelere zamanı ve tahammülü var mıdır ilmin?

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Cemal Nar Arşivi