Şiddetin yüzüne tükürmek

Şiddetin yüzüne tükürmek

Toplantının adı, "İşsizliğe, yoksulluğa ve zamlara karşı emek, barış ve demokrasi mitingi". Dün Ankara'nın Sıhhiye Meydanı'nda yapılan toplantı, kendilerine "Anarşist" adını münasip gören bir topluluğun sopalı, taşlı, şişeli saldırıları yüzünden "yine" anlamını kaybederek, muhafazakâr-sağcı vatandaşların, "solcular zaten anarşisttir canım" nitelemesiyle damgalandı ve anlamını kaybetti.

Ne tesadüftür ki, cumartesi günü Ankara'da Türkiye Yazarlar Birliği tarafından 15. dönem çalışmaları başlatılan "Yazar Okulu"nun ilk dersindeki konuşmamda aynı meselenin altını çizmiş ve ana hatlarıyla şunları söylemiştim: "60'lı yılların ikinci yarısından itibaren sol hareket, propaganda aracı olarak şiddeti benimsemesiyle Türkiye'de "sağcı" cenaha ağabeylik edebilmek fırsatını kaçırdı. Sağcılar bu yüzden, her insanın tabiatında mevcut bulunan 'isyan ahlâkı'nı geliştirip üslûba çekme imkânını kaybettiler. Sağ'ın isyan ve itiraz refleksi kadükleşti ve solun mânâsız baskısı yüzünden devletten yana, statüko taraftarı bir çizgiye doğru geriledi. Sol, şiddetten beslenerek büyüdü ama neticede kendi kuyusunu kazdı; kendi içindeki sosyal demokratların barışçı ve evrimci sabrını görünmez hale getirerek sol fikriyata büyük kötülükte bulundu. Bununla da yetinmeyip Türkçe'nin arılaştırılması (!), milli kültür birikimi'nin (geleneğin) reddi, darbeci cuntaların antidemokratik ve tepeden inmeci tavrını desteklemek gibi tavır alışlarla Türk toplumunun sola karşı mesafeli durmasına sebep oldular. Oysaki silahı ve şiddeti samimiyetle reddeden sol gelenek Türkiye'de demokratik kültürün çok daha erken yıllarda erginleşmesine hizmet edebilirdi. Sağ'ı, "sol ne derse onun tersinin iki misli" tepkiciliğine iten ilk unsur, Türk solunun kendine milli bir üslûp, yerli bir şahsiyet inşâ edememesi oldu..."

Bu samimi bir eleştiri; topu karşı tarafa atıp kendine ibrâ etmek kurnazlığı değil; öyle anlaşılırsa yazık olur. Konuya şöyle bakmalı; elli yıllık geçmişimizden şiddet hareketlerini çekersek geriye kalan nedir?..

Yıllardır söylüyoruz işte, Türkiye'de solun kadüklüğü ve neredeyse bir mizah unsuru derekesine düşecek derecede inandırıcılığını kaybetmesi, topyekûn Türkiye'nin aleyhine olmuştur. Soldan, sol gelenek ve birikimden öğreneceğimiz yararlı şeyler vardı, onlardan mahrum kaldık ve bu arada sol karikatürleşti.

İmdi şu dünkü mitinge her kesimden yüzbinlerin katıldığını ve beğenilmeyen politikaların adam gibi eleştirildiğini düşünelim; böyle bir politik gösteriyi hükümetin ıskalamasına ihtimâl verilmez. Oysaki şimdi, "illallah bu anarşistlerden" demek vesilesi altın tepsi ile "yandaş" medyanın önüne sunuluyor.

Aynı temenni çerçevesini Kürt meselesinin üzerine koyup, bir de öyle bakmalı: Silaha, cinayete, suikasta, dağa, gerillacılığa tevessül etmeyen bir Kürt itirazı, Kürtlerimizin sosyo-ekonomik ve hassaten psikolojik durumunu, şimdilerde olduğundan daha müsbet bir noktaya getirmez miydi? Türkler, Kürt kardeşlerine reva görülen zulme, en az onlar kadar itiraz edip zulme itiraz, haksızlığa isyan noktasında Kürt taleplerini daha makul karşılamazlar mıydı? Biz Türkler haksızlığa ve adaletsizliğe "kör, sağır ve dilsiz" bir topluluk muyduk ki, aramızda yaşayanların bir kısmına reva görülen çirkin muameleleri, "devletimdir, ne yapsa yeridir" diye sükût ile karşılayabilelim?

Delikanlı cenazeleri, bir ötekini meşrulaştırmaya başlayınca sadece itidalimizi değil, -yazıktır- adalet hissimizi de iptale uğrattık; birbirini tetikleyip duran şiddet sarmalında akl-ı selimimiz sersemledi. Biz ve ötekiler diye ayrışmaya başladık.

Şiddeti Gandhici, "Satyaghara" tarzı bir sivil itaatsizlik ruhuyla reddedebilmiş olsaydık, neler kazanmış olacağımızı hayal hanenizin zenginliğine bırakıyorum fakat bir şeyin farkındayım; farkında olmalıyız.

Ruhumuzdaki canavarı yemlemeyelim artık; şiddeti değil hayatı tercih edelim; sulh ve güzellik çoğalsın. Şiddet ucuzculuğu ise hiçbir ulvi gerekçeyle kılıflandırılmadan açıkta kalakalsın ki, en azından yüzüne tükürebilelim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi