Metin Hasırcı

Metin Hasırcı

ABD ordusu ve Holywood...

ABD ordusu ve Holywood...

ABD Savunma Bakanlığı karargâhının bulunduğu yerin adı, Pentagon’dur. Pentagon demek, ABD ordusu demektir. Pentagon demek, ABD generalleri demektir. Pentagon, Holywood’da çevrilen sinema filmlerini denetleme ve gerekli gördüğünde sansürleme yetkisine sahiptir. Amerikalı sade vatandaşların bundan haberi yoktur. Bu durumu bilen Amerikalı aydınların, akademisyenlerin, gazetecilerin, yazarların ve sivil toplum örgütlerinin de karşı çıkacak cesaretleri yoktur. Pentagon gerekli gördüğünde, sinema filmi yapımcılarını, senaryo yazarlarını çağırıp sorgular, resmi mektuplarla uyarır, kısacası sinema endüstrisini denetim altında tutar. Öyle ki, bazen bir sinema filminin kurgusunu yeniden yazdırtabilir, filmlerden bazı sahneleri çıkartabilir, hatta ana kahramanları bile değiştirebilir. Amerika’da sinema endüstrisinin merkezi, Holywood’dur. Holywood, Amerikalı generallerin denetimindedir. (Cüneyt Şaşmaz/Cesuryorum)
Yukarıdaki satırlar, ABD ordusunun nasıl bir yapı içinde olduğunu târife detaylı olarak teşebbüs edilmiş bir e-mailin son bölümüdür. Parantez içindeki isim de yanına konulmak suretiyle mahreci ortaya konmuştur. Bizim alıntıladığımız bölümün üst tarafındaki izahlara atıf yapmadan işi bizim ordumuz ve sinema dünyamız üzerinden tahlil etmeyi elzem buldum.
Son 20 seneyi televizyon dizi ve TV’ye gelen filmlerden tâkip etmek gibi bir tarz içinde olmuşumdur. Sinema seyirciliğim taa 1945’den Samatya Şen Sineması adlı kiliseden bozma bir salonda başlar. İki filmli programlar, 25 kuruşa olup, iki film esnasında üç antırak tamamı üçbuçuk saati bulurdu. Kopmuş bulunan 2. Dünya Harbi’nin son yılında vizyona giren filmler kesinlikle Alman aleyhtarı, yahudilere yapıldığı iddia olunan mezalimler (bugün bunların abartma olduğunu daha da iyi anladığım kanaatindeyim. M.H) bizleri çok kederlendirirdi. Lili Marlen şarkısının melodileri bizden birkaç yaş daha büyüklerin dudaklarında yer tutmuştu. Fransız yeraltı teşkilâtının elemanlarının ele geçtikleri operasyonlarda, kendilerine uygulanan işkencelere tahammül edemeyip çözülmeleri, teşkilatın çorap söküğü gibi deşifre olup yakalanması sahneleri ve bu sahnelerin yaşanmasında gösteriilen sahneler bize iki hüküm verdirirdi. Bir bu Almanlar çok gaddar, diğeriyse Fransızlar dayanıksızdır. Elbette ki; bu tespitimiz tartışmaya açıktır. Böyledir diye geçip gidilemez. O işkencelerin, o çözülmelerin sonunu getiren marka USA olduğunda, Gray Grant olarak belirdiğinde, “Arslan Amerikası” nidaları bizlerin yâni seyircilerin ağzından dökülürdü.
Yüzbaşı Amerika, Diks Tracy ve adamları, ABD gizli teşkilat mensupları ile alakalı filmlerde de her hareketli birkaç sahnenin arkasından ulusal konsey toplantısı görülür. Bu toplantılarda zaman içinde artık bir iki kişiden şüphelenilmeye başlanırdı. Çünkü “Ulusal konseyde alınan kararları iptale mahkûm eden komplolar nasıl hayat bulabiliyordu?” sorusu, kurulun bâzı vatansever üylerinde mâkes buluyordu. Zaman içinde bu şüpheler daha da belirmeye başlayan bir şahıs üzerinde odaklanıyordu. Filmin sonunda içerideki köstebek ya ulusal konseyin gökdeleninden kendini boşluğa bırakıyor veyahut kendisini deşifre eden filmin hafiyesinin mahareti karşısında emeline ulaşamayıp öldürülmüş oluyordu.
BİZİM FİLMLER NASILDI O YILLARDA
Ya İstiklâl Ya Ölüm, İngiliz Kemâl, Onüç Kahraman, Yavuz Sultan Selim Ağlıyor, Yüzbaşı Tahsin, Ankara Ekspresi, Vatan İçin, İstanbul Kan Ağlarken Hrisantos gibi filmler gösterilir, bu filmlerin ortak yönlerinde son beş-on dakikasında TBMM toplantıları, ordumuzun Ankara sokaklarında icra olunan resmi geçitleri, bayrağımızın nazlı nazlı dalgalanması, M. Kemal Paşa ve yanındaki hazirunun bu resmi geçitleri temaşası perdeye gelir, biz seyirciler Cumhuriyetimizin bânilerini gözyaşları içinde alkışlamaya başlar, kimimiz ıslık çalarak teşci ederken, ben ıslık çalamazdım, hâla da çalamam. Bizim filmlerimizin hâini pek az olurdu. Hele Ayhan Işık/Turan Seyfioğlu ile yapılan kötü roldeki Seyfioğlu’na o rolü yakıştıramaz idik. Çünkü; şahsi biyografisinde onun bir lejyoner olduğunu okumuştuk, lejyonerin paralı asker demek olduğu mânasını idrak edemeyip, haksızlığa karşı çıkan bir mücahidlik yorumlamışız demek ki.. İstanbul’dan depolardan silah kaçıran Milli Mücadele kahramanlarının o heyecanlı soygun anları, silah ve cephanelerin motorlara yüklenişi bizleri filmin heyecanı içine alır, filmi seyrederken, bu seyrin filmdeki görülen gayretlerin neticesi olduğunu düşünemezdik.
Nihayet 1950 seçimleri sonrasında yanlış hatırlamıyorsam 1952’de “İstanbul’un Fethi” adlı film çekimi galiba Baha Gelenbevi yapımıydı. Milletimizi sinema kapılarına yığmağa muvaffak olmuştu. Taa yıllar sonra Şule Yüksel Şenler’in Huzur Sokağı adlı romanından uyarlanmış “Birleşen Yollar” filminin sağladığı başarı gibi.. O İstanbul’un Fethi filmindeki Sâmi Ayanoğlu bu rolüyle ve de endamıyla, Bellini’nin çizdiği portreye önem atfetmeyen kişilerce Hazreti Fâtih dendiğinde yakıştırdığı görüntü bu fotoğraf idi. Ülke sinemacılığımızda her biri vatani görevini fisebilillah yerine getiren insanımız, asla ordusu aleyhinde hüküm çıkarılacak bir role ne yazıda ne çekimde muhatap olmamıştı. Ne var ki; son yıllarda ordumuzu asla yaşamadığı ciddiyetsizliklerle iç içeymiş gibi gösteren dizi filmler tv. ekranlarında gösterilmeğe başladığında endişe duyduğumu hatırladım. Bunun ABD uzantısı bir anlayışın ülkemize sinsice sokulmak istenmesinin ve zaman içinde alışılmasının öngörüldüğünü teşhis ettim. “Böyle dizilerin yapımında Soros paralarının rolü var mı?” diye çok düşündüğüm olmuştur. Verdiğim karar o yoksa başkası vardır. Bu bir cereyandır. Bu cereyan psikolojik olarak entelektüellerin zihinlerine ulaştırıldığında hayat bulmuş demektir. Şimdi diyorum ki; 1950’li yıllarda bir baba, kızına tâlip olan damada; “Oğlum, sana kızımı vereceğim, fakat söz ver bana onu sinemaya götürmeyeceğine dâir” derken yoksa haklı mıydı? Rahmetli Yücel Çakmaklı’nın cenaze namazı öncesinde bir dostum başarısından söz ederken, ben de, o dosta 1950’lerde babanın, damaddan almaya çalıştığı sözü anlatmıştım da, dost kocaman bir ‘Yaaaaa’ çektiydi.
Fiemanillah.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Metin Hasırcı Arşivi