Ergenekon'a rağmen adalet ve hukuk!

Ergenekon'a rağmen adalet ve hukuk!

Bilmiyorum belki de unuttuğumuz bir şey var. Türkiye Cumhuriyeti'ni oluşturan insanlar ya da unsurlar, ne olursa olsun ortak bir paydada buluşma yeteneğinden yoksun bir imaj sergiliyor. Keşke bu da milli maç gibi olsaydı, hani Ergenekon süreci (ETÖ) bir milli maç olsaydı ve en sevmediğimiz düşmana karşı yapılıyor olsaydı. Ancak Ergenekon, en sevmediğimiz ya da en sevdiğimizden öte hiç bilmediğimiz bir şey çıktı.

İnsanların en çok eleştiri oklarını yönelttikleri alan ise, Ergenekon operasyonları kapsamında gözaltına alınanların geçmiş dönemlerde terörle mücadele etmiş olmaları, ya da halen ediyor olmaları. Sadece bu da değil, bir kesim ısrarla, gözaltına alınan ya da tutuklanan isimleri 'laik cumhuriyete bağlı' gibi bir ortak paydada buluşturarak geçmişteki hastalıklarını canlı tutma gayreti içinde.

Ama biz daha çok ilk grup üzerinde duracağız. Zira ikinci kategori olarak insanların kafalarına vururcasına haykırılan insanların ne olduğu herkesçe malumdur. Örnek isterlerse, PKK'lı teröristleri röportaj adı altında denetleyen, teröristbaşına talimatlar veren Perinçek'ten, teröristbaşının kankası Yalçın Küçük'e, Küçük'e övgüler yağdıran Hurşit Tolon'dan Perinçek'le aynı duruşma salonunu paylaşmaktan onur duyan Muzaffer Tekin'e kadar öyle çok şey sıralayabilirim ki.

Sıkıntı, terörle mücadele etmiş isimlerin Ergnekon Terör Örgütü davasında yargılanıyor olmaları. Ergenekon Terör Örgütü olarak adlandırılan bir yapılanmanın içinde bu tarz insanların bulunuyor olmasını kimse içine sindirmez aslında. Bu gerçekten işin üstüne bizzat giden ve bunu kamuoyuna sağlıklı ve duyarlı bir biçimde yansıtan insanların da hoşuna giden bir mevzu değil.

Sadece taşları yerine oturtunca, aslında olanın görünene benzemediği açıkça ortaya çıkıyor. Çok eleştirilebilir, zaten herkesin susmasını beklemek aptallık olur. Eleştiriler gerçekten art niyetli de olabilir, çünkü bu zaten bir politikanın gereği. Eleştiriler insanları kanalize etmek için de kullanılabilir, bu da zaten istenen bir durumdur. Zira Türk Metal Sen Başkanı Mustafa Özbek gözaltına alındıktan sonra, otobüslere doldurulan sendikalıların 'Vur de vuralım, öl de ölelim' türünden skandal sayılabilecek sloganları da, nasıl bir sendikal anlayışın hâkim kılındığının bir göstergesi oldu. Sivil toplum bu şekilde de örgütleniyormuş meğer...

Sonra sadece bu değil, gazeteciliğin de bunun için kullanıldığını görüyoruz. Cumhuriyet gazetesini koyun en başa, çünkü teori mimarlığının burası olduğunu artık kimse inkâr edemez. Son iki yılın önemli olaylarına bir bakın, hepsinin öncesinde bir Pazartesi günü yerli Pravda'da yayınlanan makalelerin izlerini görürsünüz. Her biri birer manifesto, birer talimatname.

Önce 'tehlikenin farkında mısınız?' cümlesini tersten yazarak Müslümanları hedef gösteren bir kampanya başlatacaksın, sonra birden ortalık gerilecek, gazeteye bombalar atılacak, ardından Danıştay'ın başörtüsü kararını göklere çıkartacaksınız, hiç beklemeden biri eline silah alıp Danıştay’ı basacak, 'dinci basın hedef gösterdi' yaygarasını da koparttınız mı... Herkes bunu ezbere biliyor.

TSK'ya gelince... İşte her şeyin düğümlendiği nokta da burası. TSK, yani gözbebeğimiz. Hani davul zurnalarla evlatlarını gönderen anaların, babaların, eşlerin, kardeşlerin en çok güvendiği, el üstünde tuttuğu kurum. Asıl yara bana göre burada. Bunun sayısız nedeni var. Bunun Türkiye'nin terörle mücadelesinin başladığı tarihten bu yana yaşanan olaylarla yakından bağlantısı var. İç güvenlik bölgesindeki yapılanma, istihbari örgütlenme ve sivillerle faaliyetlere kadar pek çok alanda kurulan sistemin, ilerleyen zamanda nasıl bir fayda sağladığı bugün yeterince açık değil mi? Askeri harekâtların yanında yürütülen psikolojik harekâtların işe yaramadığını omuzu kalabalıklar itiraf etmedi mi?

Her biri ayrı bir stratejik birimin başında görev yapmış sayısız uzmanın geçmişe yönelik ifşaatlarını nasıl görmezden geleceğiz. Yüksek Yargı, Askeri Yargı, Üniversiteler, GATA gibi kurumların bu kavşaktaki önemli rollerini de hesaba katacak olursak, elimizdeki fotoğraf daha da netleşecektir. Hurşit Tolon başta olmak üzere, ETÖ davası kapsamında tutuklanan emekli paşaların sağlık sorunlarını bahane ederek GATA'nın yolunu tutmaları, sırf bunun için baroları bile devreye sokmaları, inanılmaz bir kampanya başlatmaları hangi iyi niyetin tezahürü acaba.

Kimin için hukuk isteniyor acaba. Ortaya attığı icatlarla ülkem insanının adeta cebindeki parasına, alnının terine, onu bırakın başındaki örtüsünden diplomasına kadar etkileyen Sabih Kanadoğlu için mi, sayısız faili meçhullere adı karışmış, aklanmamış ve halen yargılanan, ancak buna rağmen ortalığı ayağa kaldırmak için olmadık hilelilere başvuranlar için mi?

Bunlar sadece içeride olanlar ya da içeridekilerle bağlantılı olanlara yönelik eleştiriler. Bunun karşılığını vermek aslında çok kolay. Gözaltılarda, nezarethanelerde, polis ve savcı sorgularında haksızlığa uğradığını, baskı gördüğünü, ezildiğini söyleyen bir tek adam gördünüz mü?

Ya dışarıda neler oluyor. YARSAV-Adalet Bakanı'nın deyişiyle YARSAP yasal mı ki, adalet istiyor? Mesela Yargıtay Başkanlar Kurulu, anayasal yetkilerini çiğneyerek taraf olduğunu açıkça itiraf ettiği için mi adalet istiyor. Malum basın, tetikçilik yaparak, ortalığı karıştırarak karanlık odaklara hizmet ettiği için mi adalet istiyor? Malum siyasi anlayış-başını Baykal ve CHP'si çekiyor-Cumhuriyet Savcılarına güvenmediklerini açıkça beyan ettikleri için, yargılama aşamasında baskı unsuru oluşturdukları ve birilerini birilerine hedef gösterdikleri için mi adalet istiyorlar?

Bence herkes aklını başına almalı ve bu inanılmaz sürecin tamamlanmasını beklemeli. Emin olun, Türkiye öyle bir beladan kurtulacak ki, bugün eleştirenler, haksızlık yapıldığını düşünenler bile pişmanlıklarını dile getirecekler. “Bu savaş bin yıl sürecek” diyenlerle aynı zihniyeti paylaşanların 'medyanın dolmuşuna bindik' sözlerini ne çabuk unuttuk!..

Unutmadık, unutmayız da. Biz birileri için değil, birilerine de değil, herkese Ergenekon'a rağmen adalet diliyoruz. Selametle.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi