R. Özdenören

R. Özdenören

Deniz feneri

Deniz feneri

Dalgalar geminin bordasına vuruyordu. Tuzlu suyun uğultulu, insanın ciğerine işleyen sesi yalnız onun kulaklarını değil, sonsuz denizin ulu göğünü de dolduruyor, içini, yüreğini karanlık, çözülemez, karışık, karmaşık düşüncelere salıyordu. Nereye doğru yol aldığını bilmiyordu daha. Amerika'ya mı artık, nereyse... Bilmediğini de bilmiyor ve hiçbir şey bilmek istemiyordu. Defalarca küpeşteye yolunu düşürmüş, orada bir tanıdığa rastlarım korkusuyla, ellerini korkuluğa bağlayıp tutunmuş, karanlık sulara uzun uzun bakmıştı. Nereye gidiyordu? Bilmiyordu. İstiyordu ki, babası onu saçından tutup sürüklemiş olsundu. İstiyordu ki, babası ona yan gözle bakmış olsundu. "Kızım..." diye seslenişinde bir sitem çizgisi, "yavrum" seslenişinde 'hâlâ karşımda ne sırıtıp duruyorsun' çıkışması bulunsundu. O durumda belki bir çare, umutsuzluğuna karşılık gelecek bir açıklama bulabilecekti. Hayır, yoktu böyle bir şey. Olmadığı için yüreğinin derinliğine kök salmış hüzün tortulanarak çoğalıyordu. Denizin karanlık sularına bakarak: "Çık artık, çık dışarı! Kimsin sen? Nesin? Neyin nesisin? Çık! Çık! Çık!" diye kelimesiz buyruklarla karşısında duran kendine sesleniyordu. Elinden gelse, yüreğinin derinliğindeki tortuyu pençesiyle tutup sökecekti oradan. Gökyüzünde ayı arıyordu. Ayın bedir halindeki ışığı ona, çocukluğunun uzak geçmişinde, yitip gitmiş olan yaslı çocukluk günlerinde ona mahzun bir avuntu sunmayı denemişti. Acaba bir kez daha o güne, o yaslı, uzak, elden kaçırılmış güne uzanabilir miydi? O günden bir yardım umabilir miydi? Annesinin cesedine bir kez daha bakarak içlenebilir miydi? Ona "Anne" diye seslenen kelimeyi ne çok özlemişti. Sanki sürekli denize bakan biri olarak dünyaya gelmişti. Sanki hep böyle uçsuz bucaksız ortamlarda kalmıştı. Sanki hep ne istediğini bilmeden, dua yapmasını beceremeyen büzülüp kalmış dudaklarıyla kelimesiz yakınmalarını sürdürmüştü. Kimse de ona sormamıştı, bu denizin karanlık sonsuzluğunda ne yapıyorsun diye. "Deniz feneri böyle aranmaz kızım. O, karşına aramadan çıkar. Onu gördüğünde dümenini o istikamete çevireceksin. Karanlıkta dümeni o istikamete çevirdiğini nasıl mı anlayacaksın? Fenerin dümdüz sana doğru ilerlediğini gözlemeye çalış. Doğru yolda olduğun belli olur." Hayır, böyle bir öğüdü hep işitmiş olmayı istediği halde kimse ona bunu telaffuz etme tenezzülünde bulunmamıştı. Çocukluğundan genç kızlığına, şimdi gençliğinin tam orta yerinde bu öğütleri ona, karşısında durduğunu sezinlediği ikinci beni söylüyordu. Ve ona daha neler öğütlüyordu! Ona, küpeşteye çık ve vapurun arkada bıraktığı köpüklü izi izle. Her şey o köpüklerin arasında duruyor. Kendini köpüklerin üstüne bırakırsan kurtuluşun orada olduğunu, görmeyi istediğin yol göstericinin, o deniz fenerinin o köpüklerin arasına gizlenmiş olduğunu göreceksin. Böylece küpeştenin korkuluğundan tutunmuş olarak gözleri gece denizinin gecesine dalmış gidiyordu. Ölesiye merak ediyordu: gerçekten deniz fenerini o köpüklerin içinde seçebilecek miydi? Onu seçebilmek için köpüklerin arasına karışmak mı gerekiyordu?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
R. Özdenören Arşivi