Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Levanten Türkler

Levanten Türkler

Osmanlı yurdunda oturan ecnebilere ve Frenklere, levanten adı veriliyordu. Levanten aileler genellikle ticaretle iştigal ediyorlardı. Levantenlerin bir kısmı yerli ahaliyle karışarak yerelleşmişlerdir. Sözgelimi, Haçlılardan kalan kimi aileler Lübnan ve benzeri bölgelerde yerel Hıristiyan kimlikler içinde erimiş ve dolayısıyla sosyal çevre ile bütünleşmişlerdir. Osmanlı sonrasında Akdeniz bölgesinde Osmanlı bakiyesi Türkler için de pekala 'levanten Türkler' tabiri kullanılabilir. Gerçekten de Osmanlı Türkleri bölgeye derinlemesine nüfuz etmişler ve bazı bölgelerde koloniler kurmuşlardır. Suriye'den Mısır'a ve ötesinde Sudan, Tunus, Libya ve Cezayir'e kadar 'levanten Türk' olarak isimlendirilebilecek çok sayıda Osmanlı bakiyesi aile vardır. Sözgelimi sadece Sudan'da Türk asıllı olduklarını ileri sürenlerin sayısı on binleri buluyor. Bunların envanteri tutulmalıdır. Sözgelimi, Sudan'da bakanlık yapan ve Ömer Beşir'in danışmanları arasında bulunan Gazi Salahaddin bunlardan birisidir. Mısır'da ise Türk asıllı olduklarını iddia edenlerin sayısı rakamla değil ancak oranla tespit edilebilecek düzeydedir. Keza Libya'ya gittiğinizde Karamanlı gibi ailelerle karşılaşırsınız. Karamanlı, Koloğlu aileleri aynı zamanda sınır aşan levanten Türkleri temsil ederler. Koloğulları Mısır, Libya ve Cezayir gibi ülkelere serpilmişlerdir. Arapların Gözüyle Türkler Sempozyumunun renkli simalarından olan ve hem gazeteci hem de akademisyen ünvanı taşıyan Tunuslu Cemaleddin Deravil, Tunus'da hala siyasi ve sosyal hayata yön veren bazı Türk ailelerini isimleriyle anlattı. Bunlardan birisi de Bayram ailesi. Bayram ailesi Tunus'un siyasi ve sosyal hayatına damgasını vurmuş bir ailedir. Ve Bayram Tunusi adıyla bilinen şair ve yazar bir üyesi de vardır. Tunuslu ailelerden diğer bazıları da şunlardır: Başhanba, Ağa, Turgut, Sefer, Hoca, Murad ve Köroğlu. Bir Libyalıdan da benzeri ve değişik isimleri alabilirsiniz.

Kuzey Afrika'da 'kutsal Osmanlı' imajı vardır. Neden Osmanlı imajı Mağrip'te (Kuzey Afrika ve Batı Arapları) gayet olumlu da Maşrık'ta (Doğu Arapları nezdinde) olumsuzdur? Bu sorunun cevabını Cemaleddin Deravil şöyle veriyor: Mağrip'te Hıristiyan azınlık yoktur dolayısıyla Mağripli Araplar Türklere Müslüman gözüyle bakmışlar ve hatasını kendi hataları olarak görmüşlerdir. Yabancılaşmamışlardır. Lakin Şam ve Beyrut gibi yerlerde ise matbuatta etkili olan Hıristiyan azınlık Türk düşmanlığını yaymış ve kısmen de olsa Türkleri öteki imajıyla yaftalamayı başarmıştır. Maşrık bölgesinin Osmanlılardan kopuşu da gayet sancılı olmuştur.

Kuzey Afrika'daki Osmanlı sadakatine dair en çarpıcı örneklerinden birisi baylardan ve Sadıkiyye Medresesinin kurucusu olan Muhammed Sadık Bey'in reformları ve yeni ve ağır vergiler koyması üzerine 1864 yılında protesto hareketi başlatan Ali Ben Gazahum'un Sadık Bey'e hitaben şunları söylemesidir: "Bizim hakkımızda haksızlık ve adaletsizlik yaptın. Muhakkak ki, Osmanlı Sultanı bizim hakkımızı senden alacak ve ihkak-ı hakta bulunacaktır..." Bu Osmanlı'dan Osmanlı'ya kaçmak ya da Osmanlı zulmünden Osmanlı adaletine sığınmaktır. Başka bir merci de yoktur. Dolayısıyla burada alt mercilere karşı halkın başvuracağı üst merciler vardır. Buna dair birçok misal serdedilebilir. Daha 1970'li yıllara kadar Boşnakların bir kısmı Türklerin kurtarıcı olarak geri dönmesini intizar ediyordu. Faslı tasavvuf tarihi uzmanı Abdulmecid Sağir'in yazdığına göre, Fas'ın Tetvan bölgesini işgal eden İspanyollara karşı Faslıların yegane ümidi Osmanlı'dan gelecek yardımdadır. Halbuki, Osmanlı o dönemlerde neredeyse iç gailelerden dolayı can çekişmektedir. Kendi derdine düşmüştür.

Yıkılırken bile Osmanlı, İslam topluluklarının kurtuluş kıblesidir. Abdulaziz Çaviş, Muhammed Ferid gibi Mısırlılar İngilizlere karşı çareyi Osmanlı sığınağında bulurlar. Keza Tunuslu vatanperverler de soluğu Bab-ı Ali'de alırlar. Bunlar arasında yine Muhammed Ferid gibi Türk asıllı olan Ali Başhanba, Şeyh Salih eş Şerif ve İsmail Es Safaihi ve Muhammed Mekki Ben Azuz ile birlikte soluğu İstanbul'da sürgünde alır. Burada soluklanarak mücadelelerine kaldıkları yerden devam etmek istemektedirler. Bu siyasi sürgünler çareyi Osmanlı'ya sığınmakta bulmuşlardır. Malik Binnebi de benzer bir biçimde sürgün yıllarını Nasır'ın Kahire'sinde geçirmiştir.

Tunus'u yöneten son bay Muhammed Emin Bay'dır ve 1956 yılından itibaren adeta emekliye ayrılmış ve Tunuslular arasında muazzez ve mükerrem bir biçimde hayatını sürdürmüştür. Akdeniz sadece Türk levantenlerin yurdu değildir hala Akdeniz'in birçok ülkesi Osmanlı saraylarından yönetilmektedir. Beyrut'taki başbakanlık konutu eski kaymakamlık binasıdır. Libya'da Kaddafi'nin zaman zaman ikamet ettiği ve Aziziye Kışlası da yine bir Osmanlı eseridir. Cezayir cumhurbaşkanlarının ikametgahı da yine Osmanlı kalıntısı olan Muradiye'de yer almaktadır. Suriye ve bütün Arap dünyası yüzlerce hatta binlerce Türkçe kelime kullanıyor. Bu oran, zamanla azalsa bile Sırpça, Balgarca ve diğer dillerdeki Türkçe kelimelerden daha yüksektir. Özellikle Arap romanlarını okuyanlar Arapça'daki Türkçe kelimelerin izlerini hayretle göreceklerdir. Şevket, Cevdet gibi bazı Arapça isimlerin Türkçe biçimleriyle telafuz edildiği de başka bir gerçek. Suriye'de ve ötesinde bütün Arap ülkelerinde hala Basmacı, Yazıcı, Sipahi, Çaycı gibi yüzlerce aile adı kullanılmaktadır

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi