Ekrem Kızıltaş

Ekrem Kızıltaş

Avrupa’da olmak...

Avrupa’da olmak...

Avrupa'da olmak Avrupalılar açısından son derece normal bir şey olmalı; ama Türkiye'den ya da herhangi başka bir ülkeden buraya gelmiş insanlar için, Avrupa'da yaşıyor olmak nasıl bir şeydir acaba?

Avrupa'nın gelişme döneminde ihtiyaç duyduğu insan gücünü karşılamak üzere 1960'lı yıllardan itibaren başlayan göç, aradan geçen yıllardan sonra bambaşka bir veche kazanmış durumda.

Klasik söyleyişle, sadece çalışacak insanlara ihtiyaç duyan Avrupa şimdi, gelenlerin aynı zamanda insan olduğunun farkına varmış durumda.

Bir ev, bir arsa, belki iş kurabilmek için bir sermaye edinmek ve ama mutlaka geldiği yere dönmek üzere başlayan akın, bugün itibariyle yeni bir Avrupalı kesim meydana getirmiş durumda ve bu, hem Avrupalılar için ve hem de artık kalıcı olduğu anlaşılan 'göçmenler' açısından önemli bir durum....

Nüfusu artmak yerine eksilmeye başlayan 'ihtiyar' Avrupa, yeni gelenlerin hızlı nüfus artışlarının şaşkınlığını hala üzerinden atabilmiş değil... Ve bu şaşkınlığı atabilmesi ve bu yeni probleme çözüm bulabilmesi de pek kolay güzükmüyor...

Geçtiğimiz hafta sonu Anvers kentinde düzenlenen bir kitap fuarı sebebiyle Belçika'daydım...w

Mihmandarlığımı üstlenen Şerafettin Yıldırımer'le (Postacı Amca), Heusden, Anvers, Brüksel, Mons, Marchienne, Charleroi'de gurbetçilerimizle ya da yeni Avrupalı vatandaşlarımızla sohbet etme daha doğrusu derteşme imkanı buldum.

Ben onlara elimden geldiği kadar Türkiye'yi ve Türkiye'deki gelişmeleri aktarırken, onlardan da kendilerini dinlemeye çalıştım.

Doğup-büyüdükleri topraklardan, anne-baba, eş, dost ve akrabadan binlerce kilometre uzakta, başta dili olmak üzere birçok şeyine yabancı oldukları ve sürekli uyum problemleri çektikleri bir coğrafyada yaşamak zorunda kalan insanımızın bir bölümü fazla bir hasar almadan hayatını sürdürüyor.

Sadece çalışma ihtiyacı sebebiyle buralara gelmiş birinci nesilden sonra gelenler belki daha şanslı. Çünkü en azından dil öğrenmişler ve bir anlamda kendilerine daha iyi bir çevre oluşturabilmişler.

Avrupa'da doğup büyümüş çocuklar biraz daha şanslı.

Dil öğrenme, geniş eğitim imkanları ve sağlık gibi başka bazı avantajların yanında, yeni nesilllerin kaybolma tehlikesi, insanımızın en büyük korkularından birisi. Ve tecrübeler, çocuklarına sahip çıkmakta zorluk çeken alilelerin sıkıntılarla yüzyüze geldiğini gösteriyor.

Burada devreye Avrupa'da yaşamakta olan gurbetçilerimizin sıklıkla söylediği bir söz giriyor: İyi ki Milli Görüş var.

Gittiğim hemen her yerde, cıvıl cıvıl çocuklar dikkatimi çekiyor. Hafta sonu ya da tattillerde düzenlenen kurslarda derslerine yardımcı olunan çocuklarımızın, bir yandan içinde yaşadıkları topluma uyum sağlamaları temin edilirken, bir yandan da dinlerini öğrenmeleri ve kendilerini var eden değerlere sahip olmaları için elden gelen bütün hizmetler yerine getiriliyor...

Ne diyorduk? İyi ki Milli Görüş var!..

Yıllardan beri geliş gidişlerimde dikkatimi çeken şey ise hâlâ geçerliliğini sürdürüyor.

Avrupa'da hayatlarını sürdüren ve birçoğu bulundukları ülkenin vatandaşı olmuş Türkiyelilerin hemen hepsi, bedenen orada olsalar da ruhen hep Türkiye'de olmayı ve içinde bulundukları ülkeden çok Türkiye'yi yaşamayı sürdürüyorlar.

Sohbet etmeye başladığınızda, Türkiye'deki gelişmeleri nerdeyse bizlerden dikkatli takip ettiklerini ve en ufak detaylardan bile haberdar olduklarını müşahede ediyorsunuz...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ekrem Kızıltaş Arşivi