Şefik Dursun

Şefik Dursun

Kalpsiz bir dünyada ‘aile’yi yeniden düşünmek

Kalpsiz bir dünyada ‘aile’yi yeniden düşünmek

Yukarıdaki konu başlığı Sosyal Ekonomik Araştırmalar Merkezi (SEKAM) tarafından TÜİK’in belirlediği Türkiye’nin 12 bölgesinde ve bu bölgelerdeki toplam 67 ilde, 6748 kişiye 156 soru sorularak yapılan alan araştırmasının sunum başlığı... Eleştiri ile ümit duygularını birlikte ifade eden bir başlık... Hem sorumlulukları olanlara, hem de sorumluluk hissedenlere uyarı içeren bir başlık. 22 Mayıs Cumartesi günü, Şişli Grand Cevahir Otel’de SEKAM’ın büyük emekle ortaya koyduğu araştırmasının sonuçlarını dinledik... SEKAM Başkanı Prof. Dr. Burhaneddin Can’ın açılış konuşmasından sonra, “Türkiye’de Aile, Ailenin Yapısal Özellikleri, İşlevleri ve Ailenin Değişimi” isimli çalışmanın sonuçları, proje yöneticisi Prof. Dr. Celaleddin Vatandaş tarafından takdim edildi... Araştırma projesi bir akademik kadro çalışmasının ürünü. Bu araştırma ortaya koyuyor ki; SEKAM, Araştırma ve Kültür Vakfı’nın sosyal ve ekonomik konularda araştırma yapmak, çözüm formülleri oluşturmak üzere kurulmuş kaliteli bir araştırma merkezi; ülkemiz için önemli bir kazanım...
Konu hayati bir özellik taşıyor... Sonuçlar, batılılaşma süreci içerisinde neleri kaybettiğimizi ve sonucunda ailenin ne durumda olduğunu ortaya koyması bakımından son derece önemli. Çalışma bugünkü aile yapımızın anatomisini ve fizyolojisini ortaya koyuyor. Bu açıdan bakıldığında, bir sivil toplum kuruluşu olarak SEKAM, üzerine düşen görevi yerine getirmiş, kendilerini tebrik ediyorum... Önemli olanın hastalığa sağlıklı bir teşhis konulmuş olmasıdır... Çözüm üretebilmek için en başta buna ihtiyaç vardır... Teşhisin ortaya koyulmasından sonra, çözüm için formüllere ihtiyaç bulunduğu, gelecek araştırmalarda bunların tespitini arzulamakta olduğumuzu belirtmeliyim... Türkiye’yi yönetenler, icra makamları, sorunların çözümü için bu bilimsel, hazır bulguları isterlerse kullanabilirler...
Elde edilen bulguların iç açıcı olmadığını söylemek gerekiyor... Ancak genel kanaat olarak yapılacaklar için henüz geç kalınmadığı, vakit bulunduğudur... Sonuçlar aile yapımızın giderek değiştiğini ve aile değerlerinde henüz çok büyük ölçüde olmasa da belirli bir erozyonun başlamış olduğunu ortaya koymaktadır. Ayrıca enterasandır, bulguların bölgeler arasında çok farklılık göstermediği, bu konuda homojen bir yapıya sahip olduğumuz ifade edilmektedir... Araştırmanın bazı çarpıcı sonuçlarını vermek istiyorum...
ÜLKEMİZDE ÇOCUK SAYISI GİTTİKÇE AZALMAKTADIR
Türkiye’de doğurganlık hızlı bir biçimde düşmektedir. 1963’te 6.3 olan doğurganlık hızı, 1973’te 4.7’ye, 1980’de 3.4’e, 2000 yılında 2.5’e 2003’de ise 2.2’ye gerilemiş durumda. Araştırmanın da ortaya koyduğu gibi insanlarımız artık iki çocuklu bir aile düşünmekteler. Yani modernleşme ile birlikte gelen şehirleşmenin ve sosyal, ekonomik şartların baskıları sonucu öne çıkan aile tipi; anne, baba ve iki çocuk!.. Tabiî bu aile içerisinde ebeveynlerin bulunmaması çok acıklı bir tabloyu oluşturmaktadır... Belki de konu başlığı tam da buna uymaktadır: Kalpsiz bir dünyada ‘aile’yi yeniden düşünmek... Huzurevlerinde ailesinden koparılmış ebeveynlerin yaşadığı bir hayat... Bir köşeye atılmış, kendilerinin ziyaret edilmesini dört gözle bekleyen; evlatlarının, torunlarının ve yakınlarının yüzüne ve ilgisine hasret kalpler... Bu durum “cennet anaların ayakları altındadır” diyen, “babaların dualarını alamayanların cennete giremeyeceğini” söyleyen bir inanç sisteminin, insanlarımız üzerindeki etkilerinin gittikçe azalmış olduğunu ortaya koymaktadır...
Bir dostum ülkemizi ve toplumumuzun sorunlarını konuştuğumuz bir sohbette şunu dile getirdi: Milletimizi ‘büyük millet’ diyerek övünüyoruz; düşünüyorum da bu nasıl büyük bir millet ki, ecdadını yurtdışında vatana hasret yaşatıyor?.. Önce durakladım, sonra Osmanlı’nın yurtdışında yaşama mecburiyetinde bırakılmasını dile getirdiğini anladım... Haklıydı... Ancak böyle bir durumun bir bedeli olması gerektiğini düşündüm; birbiriyle sürekli olarak didişen bir ülke... Sorunlarını çözmek yerine birbiriyle uğraşan bir toplum... Tıpkı bakabilecek güçleri olmasına rağmen ebeveynlerini huzurevlerine gönderen kardeşlerin durumları gibi... Bu kardeşlerin mutluluklarının(!), olsa bile sahte olacağı kesindir... Çünkü bu tercih, insanın fıtratına ve inançlarımıza uygun düşmemektedir... Aile herkesin huzur bulacağı bir yuva, toplumun orta direğidir... O sağlıklı değilse, toplum yapısı da çatırdayacaktır...
NİKAHIN ÖNEMİNİ KAYBETMESİ VE
EVLİLİK DIŞI İLİŞKİLERİN NORMALLEŞME RİSKİ
Araştırmanın deneklere yöneltilen bir diğer sorusu; “Nikahsız yaşayan komşunuz olsa ne yaparsınız?” şeklinde. Bu soruya % 31.5’lik bir kesim “İlgilenmem, bu benim değil, onların bileceği iştir” cevabını vermiş. Bir başka soruda da evlilik dışı çocuk edinme ile ilgili olarak, % 75’lik bir kesim bunu net olarak ahlâksızlık şeklinde kabul ederken, % 16’lık bir kesim kararsız olduğunu beyan etmekte; % 9.9 (erkekler de) olabilir, normal cevabı vermekteler. Kararsızlar da dahil edildiğinde toplamda % 25’lere varan bir kesim, nikahın çok da önemli olmadığını kabul etmiş görünüyorlar. Bu durum aile için çanların çalmaya başladığının en net göstergesi olarak ortaya koyulmakta... Bu ahlâkî erozyon durdurulmazsa, önümüzdeki 15-20 yıla kadar nikah kıymanın ve aile kurmanın bir gereklilik olma özelliğini kaybedeceği ve nikahsız cinsel ilişki ile çocuk sahibi olmanın normalleşeceği bir sürecin yaşanacağı muhtemel görülmektedir. Bu erezyonda televizyon ve internetin hayatımızı nasıl etkiledikleri de ortaya konuldu...
Sevinilecek bir durum ise; dine inanmayanların dahi çocuklarının dinî bilgiye sahip olmasını istemesi... Her şeye rağmen aileler çocuklarının dinî bilgiye sahip olmasına özel bir önem veriyorlar. “Dinî yönüm güçlü, din duygu ve düşüncelerimi büyük oranda etkiler” diyenlerin % 90.6’sı çocuğunun dinî bilgiye sahip olmasını çok istediğini, % 8.7’si istediğini ifade ederken; “Dinî yönüm var ama, din duygu ve düşüncelerimi hiç etkilemez diyenlerin” % 28.8’i çocuğunun dinî bilgiye sahip olmasını çok istediğini, % 55.9’u ise istediğini ifade ediyormuş. Bu konuda en çarpıcı bulgu ise kendisini “dine inanmıyorum” biçiminde tanımlayanların % 73.5’inin çocuğunun dinî bilgiye sahip olmasını çok istediğini, % 10’unun ise istediğini ifade etmesidir. Bu sonuçlar, dinin hayatımızı şekillendirmede ana parametre olduğunu ve toplumun, dini ciddi bir şekilde önemsediğini ortaya koymaktadır.
Bu önemli bulgular, yaşadığımız toplumsal sıkıntıların aşılması için çıkış yolunu da göstermesi bakımından son derece önemlidir... Yani bulguların içerisinde aslında çözümler de kendini ortaya koymaktadır. Toplumların dinî inançları, onların medeniyetlerini şekillendirmektedir... Çünkü o milletin ahlâk yapısını, geleceğini, sanatını, giyim kuşamını, zevklerini, dilini ve ortak amaçlarını etkilemektedir. Cumhuriyet döneminde ecdadımızın bizlere bıraktığı mirası kullanarak bugünlere gelebildik. Bu durum yeni kuşaklara aktaracağımız değerlerimiz ile sürdürülebilir. Bunun yolu kaliteli eğitimdir. 3 Mayıs 2010 tarihli bu gazete, yayınlanan “Toplum İslâm’ın Cansuyuna Muhtaç” başlıklı yazımda; ülkemizdeki bu acı durumu, nedenlerini ve alınması gereken tedbirleri yazmaya çalıştım. Yapılmış araştırmanın sonuçları ile örtüşen ve önemli gördüğüm yazımın iki paragrafını buraya almak istiyorum;
DEVLET, EĞİTİMDE ÜZERİNE DÜŞENLERİ YAPMALIDIR
Eğitimde yine de önemli unsurun okullarımızın olduğu bir gerçektir. Buna rağmen eğitim konusunda yetersiz kalmaktayız... Televizyon ve medyanın olumsuz etkileri karşısında direnebilmek kolay değildir. İnsanımızın kendine ve ülkesine faydalı birer fert olması için asgari hangi değerlere sahip olması gerektiği ortadadır. Burada “yapma iradesi” önem kazanmaktadır. Zaten çok da iyi olmayan toplumsal yapımız, 28 Şubat ile başlayan İslâm’a saldırı sürecinde oldukça zayıfladı. İlk saldırıya 8 yıllık kesintisiz eğitimle başlayan darbecilerin, hedeflerinin neler olduğu bugünlerde yavaş yavaş ortaya çıkmaktadır. Ancak yıkılan enkazın altında onlar da kalacaklar, bunun farkında değiller.. Çünkü İslâm, bu devletin varlık sebebidir... Bu devlet dinini, namusunu ve vatanını korumak için milli mücadelede şehit düşen onbinlerce millet evladının kanı üzerine kurulmuştur... İlk Meclis’in açılışını bilmek gerekir...
Zorunlu eğitimin 8 yıla çıkarılmasına hiç kimse itiraz etmemiştir... Ancak 28 Şubat döneminde “kesintisiz zorunlu sekiz yıllık eğitim”i ve Kur’an eğitiminin daha büyük yaşlarda başlatılmasını dayatanlar, bu toplumun can damarlarını iş göremez hale getirdiler... İmam-Hatip Liselerinin kapatılmasını planlamak, Kur’an öğrenme yaşı ile ilgili dayatmada bulunmak, çocuklarımızın eğitimlerinde sıkıntılara neden olmuştur... Ülkede toplumun huzuru için dinî eğitim üzerinde kurulmuş bütün baskıların kaldırılması şarttır...”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Şefik Dursun Arşivi