Nereye gidiyoruz?

Nereye gidiyoruz?

Milli Görüş’ün öne sürdüğü iddialardan biri de şudur: “Yok aslında birbirlerinden farkları / Farkları, tabelaları...”

Ergenekon vesilesiyle yan yana gelen isimleri gördükçe; solcusundan sağcısına, ecnebisinden bilmem nesine kadar, bu sözü bir kez daha hatırladım.

Şu işe bakın: İstanbul’da Türkler ile Ortodokslar, Van’da ise Kürtler ile Katolikler yan yana... (Van’daki nevruz kutlamaları(!) sırasında, güvenlik güçlerine taş atan beş İtalyan vatandaşından bahsediyorum.)

Türkiye, bu kadar karmaşayı kaldıracak durumda değil. Yani şu kadar karmaşayı: Küçükköy semtinde gördüm. Biri duvara yağlıboya ile “PKK” yazmış. Başka biri, PKK’nın hemen üstüne “Kahrolsun” diye ilave etmiş. Böylece ortaya “Kahrolsun PKK” çıkmış. Bir diğeri bunu yeterli görmemiş olacak ki, PKK’nın üstünü karalamaya çalışmış. Duvarda sadece “Kahrolsun” kelimesi kalmış. Sonra biri gelmiş ve “Kahrolsun” kelimesinin iki karış yanına “Ne mutlu Türk’üm diyene” diye yazmış. Elbette iyi niyetli olarak yazmış. Fakat iki üç metre geriye çekilip yazdığını okusaydı, şunu görecekti: “Kahrolsun Ne mutlu Türk’üm diyene.”

Durumun ne kadar karışık olduğunun ben de farkındayım. Ama durum bu...

“Ne mutlu Türk’üm diyene”yi bu hale düşüren kişi, muhtemelen milli duyguları yüksek biridir...

Görüldüğü ve görüleceği gibi, sadece kötü niyetliler değil, iyi niyetliler de Murat Menteş kardeşimizin deyimiyle, “Kaosa Mütevazı Bir Katkı” yapabiliyor.

Başörtüsü düzenlemesi, Ergenekon süreci ve kapatma davası aynı döneme denk geldi ya; şimdi bazı iyi niyetli insanlar çıkıp “gerilimi düşürün” diye tarafları sağduyuya davet ediyor. Bunun anlamı elbette şu: Başörtüsü hakkınızdan vazgeçin, komplolara boyun eğin, çeteleri rahat bırakın, yine uslu çocuklar olun...

Cumhuriyet gazetesinin Bilim Teknoloji ekinde yazan Tahir M. Ceylan’ın 14 Mart tarihli köşesinden ödünç alıp söyleyecek olursak; “tekrar evcil hayvan olun.” Biz ne verirsek, ne söylersek, ne takdir edersek; onu alın, kabul edin, yiyin vs. (Cümlenin tamamı şöyle: “Bugün insan, ekmeği sahiplerince verilen, verilmediğinde ölen evcil bir hayvan olmuştur.”)

Cümlenin tamamını şunun için alıyoruz: Pazartesi günkü köşemizde, İlhan Selçuk’un gözaltına alınmasına gösterilen yoğun tepkiden yola çıkarak, birkaç soru sormuştuk. Hatırlayınız.

Cumhuriyet gazetesi, Salı günkü nüshasında, söz konusu yazımızdan öyle bir bölüm almış ki, biz bir anda başka bir şeye dönüşmüşüz.

Her şeyin ve herkesin birbirine girdiği şu günlerde, Milliyet gazetesinden Tuba Akyol soruyor: “Ne mutlu mutsuzum diyene mi?”

Evet, “Ne mutlu mutsuzum diyene...”

Malum zihniyet, Türk’e de, Kürt’e de böyle buyuruyor.


Sırada ne var?

Fırat kıyısındaki keçi’den vazgeçeli çok oldu. Ya diğerlerinden? Amerikalılar, direnişçiler saklanıyor diye önce bir İslam mezarlığını bombaladı. Sükût.

Sonra bir caminin avlu duvarını yıktılar. Sükût.

Sonra, pis ayaklarıyla camiye girip Müslümanları şehit ettiler. Hatta bunu görüntüleyip dünyaya seyrettirdiler. Yine sükût.

Sonra Müslüman kadınlara olmadık kötülükler yaptılar. Hep sükût.

Son olarak, geçtiğimiz gün, bir caminin minaresini füzeyle yıktılar. Minareyi havaya uçuran Amerikan askerleri, bir de sevinç çığlıkları atıyordu. Tabii bizde yine sükût...

Sessizliğimiz devam ettikçe, cüretleri, küstahlıkları artıyor.
Ve insan sormadan edemiyor: Sırada ne var?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi