Bu nasıl iştir?

Bu nasıl iştir?

3 Ocak tarihli yazımızda şöyle bir cümle vardı: "Cumhuriyeti Mustafa Kemal’in silah (dava) arkadaşları kurmuş, Atatürk’ün sofra arkadaşları ele geçirmiştir."

"Nasıl yani" şeklinde birçok e-mail ve telefon geldi. Bunu anlatmam hem uzun sürer, hem de ciddi bir cambazlık gerektirir.

En iyisi, iki önemli şairimizden biraz bahsederek, bir şeyler söylemiş olalım.

Milli şairimiz Mehmet Akif, 1873 yılında doğmuş, 27 Aralık 1936’da vefat etmiştir. Akif, sanatı ile şahsiyetini birleştiren ender şairlerimizden biridir. Daima milletinin sesi olmuş, milli değerlere sahip çıkmış, unvan ve ödülleri elinin tersiyle itmiştir. Onca imkâna rağmen yokluk içinde vefat ettiği de bilinmektedir.

Mehmet Akif, Tophane-i Amire veznedarı Mehmet Emin Bey’in kızı İsmet Hanım ile evliydi. (Vefatı 19 Nisan 1944) Sadece kendisi değil, ailesi de büyük sıkıntılar çekmiştir. Mesela Mehmet Akif’in büyük oğlu Emin Ersoy, askerlik görevini yaptığı sırada, koğuştaki arkadaşlarına Kuran okuduğu gerekçesiyle Divan-ı Harbe verildi. Tutuklanan Ersoy, çavuş arkadaşlarının yardımıyla askeri cezaevinden kaçarak, o dönemde Fransız manda yönetimindeki Kırıkhan’a kadar geldi. Kırıkhan’da yakalanan Emin Ersoy, Türkiye’ye iade edildi. Cezasını çeken Ersoy, uzun yıllar yoksulluk içinde yaşadı. Beşiktaş’ta bir çöp kutusunun yanında ölü bulundu. Küçük kızı Suat Ersoy ve küçük oğlu Tahir’in de sonu üzüntü verici oldu.


12 Nisan 1937’de vefat eden Abdülhak Hamit Tarhan ise Mehmet Akif’e göre başka bir dünyanın şairdir. Yaşadığı dönemde "Şair-i Azam" unvanı alan Tarhan, sadece batı tesirini Türk şiirine sokmakla kalmamış, adeta bir batılı gibi yaşamıştır. Hatta bazı konularda batılılardan bile ilerideydi...

Abdülhak Hamit, birinci hanımı vefat edince bir İngiliz olan Nelly Hanım ile evlenmiştir. 1912 yılında ise Belçikalı bir anne ile Fransız bir babanın çocukları olan Lüsyen Hanım ile hayatını birleştirmiştir. Evlendikleri zaman Tarhan 60, Lüsyen Hanım ise 19 yaşındaydı.

Kimsenin özel hayatı bizi ilgilendirmez. Fakat derdimizi daha iyi anlatabilmek için bu örneği vermek zorundayız: Lüsyen Hanım, Tarhan ile evlenmeden önce başka biriyle nişanlıydı. Fakat Hamit kararlıydı, Lüsyen’i kendisiyle evlenmeye ikna etti. Birinci Dünya Savaşı yıllarında Hamit ve Lüsyen çifti önce Bebek, sonra Sıraselviler semtinde yaşadılar. Sıklıkla yurt dışı seyahatine çıktılar. Lüsyen Hanım, Roma’da bir kontla tanışıp ona âşık oldu. Hamit bu ilişkiye onay verdi ve Lüsyen Hanım ile Kont Michelangelo Alisio Soranzo evlenirken, Hamit de nikâh şahidi idi. (1920) Sonra hep birlikte, Pera Palas Oteli’nde yan yana üç oda tuttular.

Lüsyen Hanım evlendikten bir sene sonra kocasıyla Venedik’e gitti. Hamit, Lüsyen’in hasretine dayanamadı ve o da Venedik’e gitti. Ayrıca bu çifti, 1924 yılında İstanbul’da konuk etti.

Hikâyenin başka ayrıntıları da var. Ama bizim için bu kadarı yeterli.

Abdülhak Hamit’e Cumhuriyetin kuruluşundan sonra maaş bağlandı. Kendisine İstanbul Maçka Palas’ta bir daire verildi. 1928’de Atatürk’ün emriyle İstanbul milletvekili seçildi ve ölünceye kadar milletvekili olarak kaldı.

Evet, iki önemli isim, iki farklı dünya...

Mehmet Akif ölünce, Ankara’nın kılı kıpırdamaz. Gazeteler bu vefatı küçük bir haberle geçiştirir.

Mehmet Akif’in ölümüyle ilgilenmeyen Atatürk, Abdülhak Hamit’in cenazesine yaveriyle birlikte büyük bir çiçek gönderir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi