Haşmet Babaoğlu

Haşmet Babaoğlu

12 Eylül'cüler!

12 Eylül'cüler!

12 Eylül 1980 öncesi binlerce insan siyasi cinayetlere kurban giderken... Evler basılıp üniversiteli gençler koyun gibi boğazlanırken..
Mahalleler, kasabalar, şehirler bölünürken...
Etnik yapısı kamplaşmaya uygun olmayan şehirlerde karanlık eller "etnik temizlik operasyon"ları düzenlerken...
Medya halkın "çocuklarımız neden öldürülüyor? Kan neden durmuyor? Olayların arkasında ne var?" diye sormasını önlemek için bin takla atıyordu.
Adına "anarşi" denmişti bir kere!
Sanki halk bir yerde, anarşi başka yerdeydi! Ateş düştüğü yeri yakıyor ve acı hızla rutinleşiyordu.
Ve ilginçtir...
Ne zaman toplumu saran şiddetin altında yatan tezgahlar siyasetçiler tarafından dile getirilmeye kalkışılsa...
Şiddet daha da artıyordu!
26 Aralık 1978 Kahramanmaraş olayları nedeniyle 13 ilde sıkıyönetim ilan edildi. Sıkıyönetim çatışmayı çözmedi, tersine derinleştirdi.
Sonra darbe oldu.

* * *

Kenan Evren'e her fırsatta sevimli ihtiyar muamelesi yapan meslektaşlarımız var, malum!
Onlara sorarsanız, "12 Eylül'ü yargılamaya kalkışacaklar önce 11 Eylül'ün korkunçluğunu hatırlamalılar!"
Evet! 11 Eylül günü Türkiye'de yaşamak korkunçtu! Korkunçlaştırılmıştı!
Ama 12 Eylül günü ve sonrası da bir o kadar korkunçtu!
Sokaktaki şiddeti aynı çocukları kapalı kapılar ardında işkenceyle öldürerek durdurmanın bağışlanacak bir yanı olabilir mi?
11 Eylül'ü gösterip 12 Eylül'ü meşrulaştırmak tümüyle politik bir aldatmacadır!
Bir açıdan bakarsanız, bu tavır pis bir pislik kapatmacadır!
Asıl soru "bu toplum 12 Eylül'le sonuçlanan sürece nasıl ve neden teslim olmuştur?" sorusudur.
Bu soruyu cevaplamadan ülkenin ne dününü ne de bugününü anlayabiliriz.

* * *

Şimdi...
Açın bütün gazeteleri ve bakın köşelere...
Dikkat ederseniz, göreceksiniz ki...
12 Eylül'ün yargılanma ihtimaline bile tahammül edemeyenler ile...
Bugün demokratik açılım politikalarına karşı çıkıp işi Türklerle Kürtleri ayrı yaşamaya çağıran yazılar kaleme almaya kadar götürenler aynı kişiler.
12 Eylül 1980'e nasıl gelindiğinin bir parça bile sorgulanmasını istemeyenlerle bugün "Hatay ve İnegöl'de yaşananlar provokasyon değildir" diye yırtınanlar aynı kişiler.
Çok manidar... değil mi?

Yayın çok, öğrenciye ilgi yok!
Hatırlayacaksınız! Üniversite adaylarına "gideceğiniz üniversitenin bilimsel yayın sayısına bakın" diye akıl veren rektörlere gülüp geçmiş ve eğitim "yüksek lise" havasında sürüyorsa, bütün bunlar neye yarar, demiştim.
Ülkemizin en önde gelen tıp fakültesinde doktora yapan okurumun geçen gün gönderdiği mektup durumu çok iyi özetliyor.
Şöyle diyor adı bende saklı okurum...
"Hocaların bilimsel yayını çok, sürekli ABD'ye gidip geliyorlar... En iyi tıp fakültesi olduklarıyla övünüyorlar. İyi de, en önde gelen 300-400 lise mezununu hangi üniversiteye alsan, onlar başarılı olurlar! Ama bir sorun: Hocalar öğrencileriyle ilgileniyor mu? Hayır! Tersine, öğrenciyi aşağılama, yönlendirmekten kaçınma, ne ararsanız var! Öğrenci üniversiteye gelirken ne kadar bilinçsizse, öğretim üyeleri de üniversitede kalmayı seçerken o kadar bilinçsiz..."

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Haşmet Babaoğlu Arşivi