İrfan Gündüz

İrfan Gündüz

Değişimden demokrasiye!..

Değişimden demokrasiye!..

12 Eylül referandumunda toplum, % 58 “evet” oyu ile, değişim ve dönüşüm talebini açıkça ortaya koydu. 1920’lerde başlayan çok partili rejim arayışı, 1950’lerde ancak gerçekleşebildi. O da güdümlü bir demokrasi idi. Buna bile tahammül edemeyen CHP gölgeli bir güç, toplumsal değişimi durdurabilmek için 27 Mayıs’ta şiddete ve silaha başvurmuş, bir başbakan ve iki bakan idam edilmiş, çok sayıda kişi düzmece suçlamalarla hapsedilmiştir. Halk; “haddini bil” denilerek korkutulmuş ve toplum sindirilmeye çalışılmıştır.
27 Mayıs’tan sonra da halkın tavrı değişmemiş, Türkiye ekonomik ve sosyal alanlarda tasavvurların çok ötesinde hızlı bir değişim talebine devam etmiştir. Belki de bu yüzden, 27 Mayıs, darbeleri ve darbe zihniyetini yasallaştırmanın yollarını aramış ve Anayasa başta olmak üzere tüm yasalar darbe mantığı ile düzenlenmiş ve seçilmişleri kontrol altında tutacak sigorta kurumlar ve denge noktaları oluşturulmuştur. Yürütme, başbakan ve cumhurbaşkanlığı birbirini tamamlar özelliğinden çıkarılıp, birbirini dengeler, hatta frenler hâle getirilmiştir.
Zamanla askerî ve sivil bürokrasi güçlendirilmiş, yasal zırh içine alınarak yargılanmaları imkânsız hale getirilmiştir. 1960’lar ve 1970’ler 27 Mayıs zihniyetinin tahkîm edilmesiyle geçmiştir. 12 Eylül, 27 Mayıs zihniyetini dahi fazla demokrat bulan bir vesâyeti berâberinde getirmiştir. Fakat Türkiye’de artık “cin şişeden çıkmış”, toplumun dönüşüm ve değişim talebi darbeler ile durdurulamayacak kadar dipten gelen derin ve şiddetli bir dalga hâlini almıştır.
CHP, taban olarak değişimi arzulayanların değil, düzeni korumaya çalışanların bir sözcüsü konumundadır. Bu sebeple tabanını genişletmesi mümkün değildir. Bu partiye oy verenler rejim başta olmak üzere, sâhip oldukları değerlerin, yaşam tarzının ve zenginliğin ellerinden alınacağı korkusuyla hareket etmektedir. CHP yönetimi ise bu korkudan beslendiğinin bilinci ile korkuları körüklemektedir. Korkuları refleks olarak artıran yasal siyâsete ilâve olarak askerî darbelere davetiye çıkaran kayıt dışı siyâsetçiler de mevcut kitlenin korkularını alt yapı oluşturması için kullanmaktadır.
Doğu ve Güneydoğu’da sivil toplum örgütlerinden “anayasa’ya evet” çağrılarının yükselmesi, halkın “PKK’nın dağda, BDP’nin bağda” yaptığı boykot çağrılarını boşa çıkararak oylamaya katılımın artması referandumun ayrı bir neticesidir. Bunlar, seçmeni kontrol edemeyecekleri için sandıktan uzak tutmayı tercîh ettiler. PKK boykot kararı alınca pek çok köy ve kasabada seçmen için can ve mal güvenliği kalmadı. Bir oy vermek için kendisini ve sevdiklerini riske atmak istemeyen çok sayıda insan sandığa yaklaşamadı.
Bu bölgede anayasaya destek verilmesinden daha önemli olan, BDP ve çevresinin hoyrat ve tehditkâr tutumu karşısında sivil toplum örgütlerinin kendi fikirlerini açıkça ortaya koymalarıdır. Eğer Kürtler sadece Diyarbakır, Hakkari ve Şırnak’tan ibaret ise onların BDP’yi dinleyerek sandığa gitmedikleri, eğer Şanlıurfa, Gaziantep, Bingöl, Bitlis gibi illerde de Kürtlerin yaşadığı kabul ediliyorsa boykot çağrısının karşılıksız kaldığı söylenebilir. Daha doğrusu BDP, boykot kararıyla aslında ne kadar dar bir coğrafyanın partisi olduğunu açıkça göstermiştir. Güneydoğu halkının bu kararlı duruşu yeni bir dönemin işâreti ve başlangıcı şeklinde değerlendirilebilir.
Bugüne kadar PKK ve BDP, bölge halkını silahın gölgesinde tutarak sindirmiş, diyecek sözü olanı susturmuştur. Hatta geçtiğimiz günlerde PKK, Van ve Siirt’te, şiddet politikasını eleştiren bazı din adamlarını ve kanaat önderlerini tehdit eden broşürler dağıtmış, ardından Hakkâri’de bir imam şehit edilmiştir. Şurası açık ki, insanların sandığa korkmadan gidebildiği bir Güneydoğu’da yapılacak seçimlerde BDP’nin istemediği sonuçlar çıkabilir. Bölge halkı korku duvarını aşmış ve özgüven kazanmıştır. Bunun işâretlerini referandum sürecinde yapılan tartışma ve açıklamalarda gördük. Bu referandum, bölge halkının taleplerini yüksek sesle dillendirdikleri, gündemlerini açıkça ortaya koydukları ve aradaki tefecileri ortadan kaldırdıkları yepyeni bir dönem olmuştur.
Hak ve özgürlüklerde ciddî iyileştirmeler getirecek değişiklikler Meclis’te görüşülürken BDP Meclis’te, PKK ise dağda 12 Eylül Anayasası’nı savunmuştur. Onların derdi, özgürlüklerin genişlemesi değil, tabanlarının kaybolması korkusudur. Kendilerini bölge halkının tümünü temsîl eder havada görüyor ve göstermeye çalışıyorlar. Halbuki, hak ve özgürlükler genişledikçe bölgede kendi adına “konuşan bağımsız kişiler” ortaya çıkacak ve terör örgütü tarafından gasp edilmiş haklarını geri almaya ve kullanmaya başlayacaklardır.
Bu referandum, Türkiye’nin derin bir değişim ve dönüşüm içinde olduğunu, halkın açık bir şekilde darbeleri ve darbe girişimlerini kınadığını, darbelere geçit vermeyen daha demokratik bir yasal çerçeve için TBMM’yi, Hükümet’i ve muhâlefeti göreve çağırdığını, siyâsette belirleyici irâdenin kendisi olduğunu açıkça göstermiştir. Dün bu meclisin Anayasayı değiştirmeye yetkili olmadığını iddia eden muhâlefetin bugün iktidarı yepyeni ve sivil bir Anayasa değişikliğine “yarın değil hemen şimdi” diyerek davet etmesi dikkat çekicidir.
Halk, daha fazla istikrâr, daha fazla kalkınma, daha fazla adâlet, daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlük ve daha fazla zenginlik istiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İrfan Gündüz Arşivi