Ekrem Kızıltaş

Ekrem Kızıltaş

Bizi kim dövüyor peki?..

Bizi kim dövüyor peki?..

Her raund arasında, kendisine iyi durumda olduğunu ve rakibini feci bir şekilde dövdüğünü söyleyip, moral vermeye çalışan yardımcısına dönen boksör, sorar:

- Maçın başından beri rakibimi fena halde dövdüğümü, perişan ettiğimi, kısa süre içerisinde de nakavt edeceğimi söyleyip duruyorsun... İyi de birader, eğer durum gerçekten senin dediğin gibi ise, beni kim dövüyor o zaman?..

Bizdeki ekonominin durumu da o hesap...

Yetkililerimiz ve dahi bir kesim ekonomistler; durumun iyi olduğunu, krizden şaşırtıcı derecede çabuk kurtulduğumuzu makro göstergelerin acaip güzel olduğunu, Türkiye'nin krizden çıkış hususunda dünyanın birçok ülkesine örnek teşkil edebilecek bir performans gösterdiğini... söyleyip duruyorlar...

Ancak, bütün bunları duyup işiten vatandaşın oldukça büyük bir kesimi de, kendi kendine sorup duruyor:

Ekonomi son derecede iyiyse, göstergeler son derecede düzgünse, krizden başka ülkelere örnek olabilecek bir şekilde başarıyla çıkabildiysek, bizim durumumuz neden bu kadar kötü?..

Yani ekonomi sahiden bize anlatıldığı kadar iyiyse, bizi kim dövüyor o zaman?..

Kredi kartı sayısı ve kullanımındaki artış, göstergeler açısından güzel bir şey belki. Ancak ödemedeki aksaklıklar sebebiyle icra takibine konu olan kredi kartı sayısı ve bunların toplam meblağlarının ciddi yükselişi sözkonusu olduğu zaman, ortada bir gariplik var demektir...

Düşük enflasyon, özellikle yüksek enflasyonlu yıllardan sonra, hakikaten rahatlatıcı bir şey. Ancak, matematiğin cilvelerinden midir bilinmez, enflasyona ezdirilmeyeceği söylenilen geniş kesimlerin alım gücünün sürekli olarak düşüşüne şahit oluyoruz hep birlikte.

Gündemimizi sürekli olarak meşgul eden ve dikkatimizi hep başka tarafa çeken meseleler, belki de karşı karşıya bulunduğumuz en önemli meselenin ihmal edilmesine, hatta düpedüz unutulmasına sebep oluyor sanki...

Karşı karşıya olduğumuz en önemli mesele, ülkemizin ciddi şekilde bir borç kıskacında olduğu, hemen her sene hatırı sayılır bir miktarda faiz ödemek zorunda kaldığı ve borç ve faizlerin ödenmesi için yeniden borçlanma işleminin sürekli olarak sürdüğü gerçeğidir.

Kimsenin iyi niyetinden ve elinden gelenin en iyisini yapmaya çalıştığından şüphe duymaya gerek yok tabii ki.

Ama ihraç ettiğinden çok fazla ithal eden bir ülke olduğumuz; maliyetlerin yüksek olmasının yanında, uygulanan kur politikası sebebiyle insanımızın ithal mallara rağbet etmesinin yerli üretimi ciddi şekilde baltaladığı, bunun da bize üretim düşüşü ve dolayısıyla işsizlik olarak yansıdığı... ve benzeri hususları da unutmamak gerek.

Oysa, mümkün olduğu kadar çok üretmesi, iç piyasanın ihtiyacını karşılamanın yanında, ürettiklerinin bir o kadarını da ihraç etmesi gereken bir ülkeyiz ve aslında konumumuz da buna müsait...

E-Mail yoluyla elime geçen, Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcılarından Prof. Dr. Arif Ersoy'un 2011 Mali Yılı Bütçesi ile ilgili sunumu, ülkemizin ekonomik manzarasını teknik detaylardan arındırılmış bir şekilde, olanca açıklığıyla gözler önüne seriyor.

Yaklaşık 312.5 milyar liralık bütçenin, 33.5 milyar açığı olacağı tahmin edilirken, faiz ödemelerine 47,5 milyar lira ayrılmış... Prof. Ersoy'un dediği gibi, aslında 231 milyar liralık bir bütçeden bahsediyoruz yani.

Gündemimizi işgal etmek için önümüze atılan sun'i problemlerden kurtulup, ülkemizin esas gerçeğine eğilmek gerektiğini bir anlayabilsek keşke...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ekrem Kızıltaş Arşivi