D.Mehmet Doğan

D.Mehmet Doğan

“Balkanı bildin mi, nedir hemşeri?”

“Balkanı bildin mi, nedir hemşeri?”

Bu başlığı Mehmet Âkif’den ödünç aldım. Onun “Cenk şarkısı” şiirinde geçiyor. Âkif, sorunun cevabını da bir sonraki mısrada veriyor: “Sevgili ecdadının en son yeri”.
Balkanlar bizim için en son yerden önceki son yer olmalı... En son yer, şimdi yaşadığımız topraklar. Yüz yıl önce yazılmış bir şiir “Cenk şarkısı”. Mehmet Âkif’in yarısı Balkanlı, hem de yerli ahaliden, babası Arnavut. Elbette buna bakarak, sırf Mehmed Âkif’in sevgili ecdadının en son yeri anlamı çıkarmak mümkün değil.
Balkan Harbi’nin üzerinden bir asır geçti. Bizim için hızlı yaşanmış bir yüzyıl... Hafızamız ve zihnimiz üzerinde oynan oyunlar bizi geçmişi bilemez, geleceğe yönelik doğru tavır geliştiremez hâle getirdi. 93 Harbi (1876-77 Rus savaşı), 1912 Balkan Harbi Türkiye’nin bugünkü nüfus yapısını oluşturan dönüm noktalarıdır. Yüzbinler, belki milyonlar yaşama şartları ortadan kalktığı için yüzlerce yıllık evlerinden, topraklarından koparak bu topraklara sığındı.
Yüz yıl önce dörtbaşı mamur bir katliam, soykırım yaşandı, fakat neden bunun dâvası güdülmedi? “Ermeni tehciri”nden daha hafif bir hadise ile mi karşı karşıyayız yoksa?
Asla! Türkler, Türkiye bir soykırım iddiası ve dâvası ile ortaya çıkmadı. Anadolu kadar vatan olan toprakların kaybından derin bir üzüntü duyuldu şüphesiz. Zulmün her türlüsüne maruz kalınmasına rağmen asilane bir duygu ile bunlar asla dâva konusu yapılmadı.
Önümüzdeki yıllarda “soykırım” lâfı daha sık işitilecek. Dışarıdan yükseltilen seslerin yankılarını içeriden de daha fazla duyacağız; nitekim duymaya başladık. Bu iddianın yükseltilmesi, sırf mâsum bir tarihî gerçeklik muhabbeti midir? Buna inanmak mümkün değil... Kavramlar eskimiş görünse de, değişmeyen hakikatler arka planda duruyor.
Osmanlı, Balkanları 5 asırdan fazla barış içinde yaşattıktan sonra terk etmek zorunda kaldı. Bu “şark meselesi”nde bir safha idi. Devamı, bugün üzerinde yaşadığımız topraklardı. Balkanlar bir anlamda 8 asırlık Müslüman yurdu Endülüs’ten sonra Avrupa’da dinî-etnik temizlik uygulamasına maruz bırakılan “İkinci Endülüs” oldu.
Türkiye yüzyıl sonra, yeni bir dünyanın oluşum sancıları içinde; geçmişe bakarak geleceği inşaa etmek zorunda. Asırlık soru şu: “Şark meselesi” gerçekten bitti mi?
“Şark meselesi” Türkiye’de resmen “Lozan Konferansı” olarak bilinen ve bir anlaşma ile sonuçlanan toplantının esas konusu idi. Ve gerçekte bu konferansın adı, “Yakın Şark İşleri Konferansı”dır. Türkiye heyeti toplantının adına itiraz etti, fakat sonuç alamadı. Muhtemelen, “şark meselesi”ni bitirmek ümidiyle, kabul edilmesi güç bir metne imza atıldı ve belki de o metnin arka planında bazı konularda taahhütlerde bulunuldu.
“Şark meselesi” nedir? En çarpıcı tarifini, meşhur Fransız siyasî ilimler profesörü Albert Sorel’den Yusuf Ziya’nın “On sekizinci asırda mesele-i şarkiye” adıyla çevirdiği 1911’de yayınlanan kitabın “Mukaddeme-i müellif” başlıklı “giriş”inin ilk cümlesinde okuyabilirsiniz: “Türkler Avrupa’ya ayak bastığı günden beri şark meselesi zuhur etdi...”
Sorel, Avrupa zihninde meselenin ortaya çıkışını açıkça belirtiyor, bu mantıkla bakınca tam olarak hallinin nasıl olacağını tahmin etmek de zor değil: Türklerin ayağı Avrupa’dan tamamen kesildiği zaman!
Yüz yıl sonra dünya aynı dünya değil. Tamamen başka bir dünya da değil elbette! Avrupa “şark meselesi”nin Bosna faslını, 1990’larda eski usûllerle halletmeye hazırlıklı idi, fakat bu mümkün olmadı. Önce müslümanların mukavemeti, belki ABD’nin tutumu, belki dünyadaki yaygın iletişim şartları bunu imkânsız kıldı.
Ardından Makedonya ve Kosova da karıştı. Akabinde buralar da müstakil hâle geldi. Peki mesele çözüldü mü? Balkanların yüz yıl sonra rahat, problemsiz, istikrarlı bir alan olduğunu söylemek, iddia etmek mümkün değil. Kan ve gözyaşı, bu coğrafyanın âdeta kaderi. Türkiye Lozan Sonrası Batı’nın “teslim olmuş uslu evlatlığı” olarak ve komünist-kapitalist eksenler arasındaki konumundan ötürü 20. Yüzyılda nisbeten istikrar yüzü gördü.
O devir geride kalalı neredeyse çeyrek asır oldu. Yeni dünyanın kuruluş sancıları devam ediyor. Balkanların istikrarsızlığının ardından Ortadoğu’nun istikrarsızlığı zihnimizi işgal ediyor. Irak işgal sonrası istikrarsız. Suriye, mezhebî azınlık diktatoryasının zebunu olarak istikrarsızlaştırılıyor. İslâm dünyası “Arap baharı” olarak adlandırılan hareketlerden sonra yeniden yapılanmaya çalışıyor.
Türkiye “Lozan barışı” kavramının (konseptinin) hareketsiz kalarak ve müttefiklere güvenerek sürdürülemezliğini 1990’larda gördü. Dış siyaset gerçekten ilk defa dışa açılmaya başladı. İki binli yıllarda bu açılım büyük merhaleler kaydetti. Türkiye’nin küllerinden doğması, dünya siyasetinde söz sahibi olması yönünde ciddi adımlar atıldı. Elbette, buna karşı tavır ve tutumlar da açık veya gizli ortaya çıktı.
Türkiye bir taraftan 20. Yüzyılın başında olduğu gibi etnik siyasetle içten güçsüzleştirilmeye çalışılıyor, diğer taraftan da çevresi istikrarsızlaştırılarak etkisizleştirilmek isteniyor.
“Tarihten ders almak...” Boş bir laf değil. 100 sonra Balkanları, o meş’um Balkan harbini, kanımıza, iliğimize işlemiş acıları hatırlamaya mecburuz. Mecburuz da, ortalıkta öyle fazla hafıza tazelemesine yarar çalışma da yok. Birkaç toplantı yapıldı o kadar. Neyse ki, Türk Edebiyatı dergisinin son sayısı, “100. yılda Balkan Harbi ve Edebiyatımız” başlığı ile yayınlandı.
Türkiye Yazarlar Birliği’nin ilmi dergisi TYB Akademi’nin son sayısı da “Büyük göç ve muhaceret edebiyatı” sayısı olarak çıktı. Suat Zeyrek’in “Balkan Savaşlarında Trakya Cephesinin erken çöküşü üzerine bazı düşünceler”, Tuncay Bilecen’in “Balkan savaşları sonrasında ortaya çıkan göç hareketleri ve muhacirlere yapılan sosyo-ekonomik yardımlar”, Güngör Göçer’in “Balkan harbi sonrası bir özeleştiri örneği olarak Kırmızı ve Siyah Kitap 1328 Faciası”, Belkıs Gürsoy’un “Türk romanında Balkan savaşları”, Canan Sevinç’in “Emine Işınsu’nun Azap Toprakları ve Çiçekler Büyür adlı romanlarında Balkan Türkleri göç, ve kimlik buhranı” gibi makaleleri ve elbette yer darlığından ismini zikredemediğimiz diğer yazılar dikkatle okunmayı hak ediyor.
Prof. Dr. Belkıs Gürsoy yazısının sonuç kısmında “Yakın tarihte Rumeli’nde bir vatan kaybederek soy kırımına uğradık. Tarihî, kültürel ve iktisadî boyutlarda yağmalandık. Farklı zaman dilimlerine yayılan hazin göç hikâyelerinin kahramanları olduk. Fakat bu kayıp ve acıları ne kendi gündemimize taşımakta, ne de dünyaya duyurmakta yeterince kararlı, şuurlu ve gayretli davranamadık. Medenî dünya adına da bir insanlık ayıbı teşkil eden bu elim sayfayı, bundan böyle hep sıcak ve gündemde tutacağımızı varsaymak belki tesellimiz olabilir” diyor.
(TYB Akademi, 0312 232 05 71)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
D.Mehmet Doğan Arşivi