D.Mehmet Doğan

D.Mehmet Doğan

Endülüs’ten Edirne’ye…

Endülüs’ten Edirne’ye…

İspanya’nın Sevilla havalimanından 23’te kalkan uçağımız İstanbul’a sabaha karşı ulaşıyor. Havada yeni bir güne giriyoruz. 11 Uçağı ile Ankara’ya gideceğiz. İki kişilik boş yer bulup, 6 uçağı ile yola çıkıyoruz. Acelemizin sebebi, ertesi gün Edirne’de olmak mecburiyetimiz.
Edirne’nin dâveti, bu sefer “Akademi Edirne” başlıklı bir programla ilgili. kabiliyetli gençlerin sanatçılarla ve yazarlarla buluşması Edirne Valiliği’nin örnek alınması gereken güzel bir faaliyeti. Urfa vali muavinliğinden beri tanıdığımız Hasan Duruer, şimdi Edirne valisi. Urfa’nın dinî ve tarihî merkez bölgesinin imarı, yeniden yapılandırılması sırasında onun emekleri, gayretleri unutulmaz. Program sorumlusu Fahri Tuna dostumuzun dâvetine Endülüs seyahatinden önce “evet” dediğimiz için, döner dönmez Edirne’nin yolunu tutuyoruz.
Endülüs’ten sonra Edirne’de olmak…Bunun ne anlama geldiğini, Selimiye’nin minarelerini görünce sarsıcı şekilde idrak ettik. Hüznün, acının, burukluğun girdaplarında dolaşırken, Edirne’yi bize bahşettiği için Allah’a binlerce şükrettik.
Bundan tam yüz yıl önce Edirne düşman işgaline uğramış, neredeyse 2. Endülüs olmuştu… Elbette bütün Balkanlar için “2. Endülüs” kavramını kullanabiliriz. Fakat Edirne, müstesna mimarî eserleri ile, Endülüs’ün Kurtuba, Gırnata gibi şehirleri mevkiinde olduğu için farklı bir konumda sayılmalı.
Birkaç gün önce Kurtuba Ulu Camii’ni “Katedral” statüsünde müze olarak biletle ziyaret ettiğimiz, Gırnata’da Elhamra ve yazlık saray Cennetülârif’i aynı şekilde müze olarak gezdiğimiz gibi, muhteşem Selimiye’yi, her biri mimarimizin belli bir devrinin remzi Üç Şerefeli’yi, Eski Camii, Muradiye’yi ve 2. Bayezid külliyesini gezmek için pasaport, vize vs. külfetlere razı olmak zorunda kalacak ve ecdadımızın bizlere emaneti, mirası bu benzersiz yapıları başımız eğik, içimiz buruk dolaşacaktık.
Endülüs ziyaretinin zihnimizde oluşturduğu yaralar, burkuntular canlılığını korurken Edirne’de olmak gerçekten bambaşka hisler uyandırıyordu. Fırsat buldukça şehri gezdik, abidevî eserleri ziyaret ettik, vakit namazlarını buralarda kılmaya çalıştık. Dönüş sabahı da namazı 2. Murad’ın o son ulu camilerimizden Eski Camii’nde eda ettik. Ankaralı Hacı Bayram Veli’nin kürsüsünün hâlâ muhafaza edildiği bu camie hat müzesi hüviyeti veren yazıları kıymetli hattatımız Hüsrev Subaşı ile seyr ü temaşa eyledik.
“Elde olanın kıymeti bilinmez” denilir, elden kaçınca değeri takdir edilir mi? Mantıken öyle olması gerekir. Fakat buna rağmen Edirne’nin kıymetinin yeterince takdir edildiğini, bu şehrin tarihî kimliğine uygun bir hâle getirilmesi için çok fazla şey yapıldığını söylemek zor. İnşaallah yeni valimiz Edirne’yi Edirne yapan değerleri hissetiren bir görünümün ortaya çıkması için elinden geleni yapacaktır.
¥
Endülüs’te son gün “İşbiliye”de idik. Şimdi ismi “Sevilla” olarak yazılan ve fakat “Seviyya” şeklinde söylenen bu şehirde Endülüs tarihinin ibret dersini Alkazar sarayında gördük.
Alkazar, yani “El-Kasır”, yani saray…
Alkazar, şehrin hâl⠓Alkazaba” (el-Kasaba) denilen bölgesinde inşaa edilmiş. Sarayı yaptıran Kastilya kıralı 1. Pedro (1334-1369, lakabı “zalim”miş). Yapanlar, Gırnata’dan gelen mimarlar ve ustalar. Gırnata’dan bu ustaları gönderen ise, Pedro sayesinde tekrar tahtına kavuşan Benî Ahmer Sultanı 5. Muhammed’miş. Geniş bir bahçenin içinde inşa edilen saray, sonraki yüzyıllarda defalarca restore edilmiş. Bu arada Avrupa hıristiyan mimarî unsurları da eklenmiş. Buna rağmen “Alkazar” Endülüs’ün şaheser yapıları arasında yer almaya devam ediyor. İslâm sanatının hıristiyanlara uygulanmış şekline “Müdejar” deniliyor. Arapça müdeccen (yerleşik, uyumlu) anlamına gelin bu kelimenin kapsamına giren bir hayli yapı var.
Alkazar hıristiyan bir kıral tarafından yaptırılmış, fakat içinde Arap harfleriyle ve arapça yazılar bilhassa dikkati çekiyor. “Allah”, “maaşallah” ibareler kolaylıkla seçilebiliyor. Dantel gibi işlenmiş kemerler ve duvarlarda, küçük ölçekte yerleştirilmiş hıristiyanlık ve kıraliyet sembolleri, ancak dikkat edilirse görülebiliyor.
Alkazar’ın bize ilk dersi şu: Madden güçlü olan savaşı kazanır! Madden güçlü olan katoliklik Endülüs’e hâkim oldu. Mağlubun medenî yüksekliğini bütün eserlerini ortadan kaldırarak tamamen yok etmek yerine daha esnek bir yol takip etti. Eserleri kısmen korudu, hatta o tarzı devam ettiren eserler yapılması için de, en azından bir süre destek verdi.
İspanya gezimiz, tamamen kültürel maksatlı bir gezi idi. Bu maksadı şu veya bu sebeple ihlale teşebbüs etmek katılanların aklından köşesinden bile geçmedi. Değerli dostumuz Dr. Mehmet Sılay’ın dört senedir yılda iki defa düzenlediği bu kültürel Endülüs seferinin arkaplanında Konyalı Erol Duran’ın emekleri var. Bu gidişte, Atlas Jet’in sahibi Murat Ersoy bey de yolcuların rahatı için bir hayli hassasiyet göstermiş. Her ikisine de müteşekkiriz. Endülüs’teki rehberimiz Selahaddin’den bahsetmemek olmaz. Türkiye’de ispanyolca okuyan, ardından da tahsilini geliştirmek için bu ülkeye gelen ve burada evlenerek kalan Selahaddin, bize İspanya’nın güzel yüzünü gösterdiği gibi, eminiz son yıllarda gittikçe artan İspanyol ziyaretçilerimize de Türkiye’nin güzelliklerini hissettiriyordur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
D.Mehmet Doğan Arşivi