D.Mehmet Doğan

D.Mehmet Doğan

“Dil Bayramı” ve Türkçe zayiatı

“Dil Bayramı” ve Türkçe zayiatı

Bu sene “Dil Bayramı” kutlanacak mı?

Tabii ikincisinden söz ediyoruz. Birincisi mayıs ayında idi ve Karamanoğlu Mehmet Bey’e nisbet ediliyordu. İkincisi ise bu ay, 26 eylülde!
İlk Dil Kurultayı’nın toplandığı günün yıldönümü “Dil Bayramı” olarak kutlanıyor. Dilimizin mazhariyetine bakın: İki tane bayramı var! Birincisini geçelim, Karamanoğlu efsanesinin nasıl icad olunduğunu daha önce defalarca yazmıştık. 
İkinci efsanenin şiarı: “Dilimizi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmak” idi.
Elhak aradan seksen bir yıl geçti ve dilimiz yabancı dillerin boyunduruğundan kurtuldu! Artık resmi sözlüklere yancı kelimeleri kendi imlaları ile alıyoruz: Flashback, change, chat, check-in, check-out, check-point, check-up, chip-card…
Bugünlerde en çok duyduğumuz kelime ne? Angajman (engagement).
Bir “angajman kuralları”dır gidiyor!
“Angajman” TDK sözlüğüne “bağlantı” olarak girmiş. “Bağlantı kuralları” pek açıklayıcı değil. Büyük Türkçe Sözlük’te “angaje olmak fiili, taahhüt, mukavele, sözleşme” olarak karşılanıyor. “Sözleşme kuralları, taahhüt kuralları, mukavele kuralları” daha açıklayıcı olabilir. 
“Bugünün sözlüklerinden babalara gidersek daha aydınlatıcı sonuçlara ulaşabilir miyiz” diyerek Üstadımız Şemseddin Sami’nin Kamus-ı Fransevi’sine müracaat ediyoruz. 
Orada “engagement”ın öncelikle “mecburiyet, icbar” kelimeleri ile karşılandığını görüyoruz. Mânaya daha yakınız! 
“Ey Suriye yönetimi, senin yaptığına karşı bunu yapmaya mecburuz!”
Ayrıca şu anlamlar da yer alıyor Kamus’da: Vaad, taahhüd. Tutma, isticbar, eğme. Bir de askerî anlamı var kelimenin: “Ufak müfrezeler ve karakollar arasındaki muharebe, müsademe.”
Son olayı böyle değerlendirebilir miyiz?
Hukuki bir deyim olarak “Engagements sans convention” başlığı da “Taahüdat-ı zamaniye” (Zamana bağlı taahhütler) olarak açıklanmış. 
“En doğrusu askerî bir sözlüğe bakmak” diyebilirsiniz. Doğrusu, böyle bir sözlüğe sahip değilim. Fakat kütüphanemde iki “Askerî Kamus” var. Biri eski harfli diğeri yeni. Fakat bunlarda “angajman” olmadığı gibi, “angajman kuralları” da yer almıyor!
Zihnimden geçen, fiile göre adlandırarak “mukabele-i bilmisil” yani misliyle, ayniyle mukabele, gerektiği şekilde karşılık verme” demek… Bugün bir gazetenin manşetinde “misilleme” kelimesini görünce “neyse, türkçe düşünenler hâlâ var” demekten kendimi alamadım. 
Mesele hepinizin malûmu. Büyük sınır komşumuz Suriye’de iç savaş var. Hükümet kuvvetlerinin silahları daha güçlü, üstüne üstlük helikopterleri, uçakları da var. Zaman zaman bu uçar cihazlar sınırımıza çok yaklaşmakla kalmıyor, sınır ihlali de yapıyor. Demek ki, iki taraf arasında böyle bir taahhüt var: Sınır aşılırsa, gereği yapılır! Bu normal zamanlarda pek fazla riayet edilmeyen bir sözleşmedir. Çünkü kazara sınır ihlalleri olabilir. Fakat şu anda olağanüstü bir dönemdeyiz, dolayısıyla kurallar işler!
Türkiye kuralları işletti ve helikopteri düşürdü!
Evet bu bir “misilleme”!
Son günlerin çok kullanılan kelimelerinden biri de resepsiyon! (Bazı ukalalar “reception” diye yazıyorlar ısrarla!)
Bunu önce 30 Ağustos’ta Cumhurbaşkanlığı’nın davetiyesinde gördük. Zafer Bayramı dolayısıyla resepsion veriliyor! Dün de bir gazetemiz kırkıncı yılında resepsiyon vermiş!
Ne veriyoruz yahu?
Resepsiyon!
Bunun türkçesi yok mu? Var elbette: Resm-i kabul (resmî kabul değil), veya kabul resmi!
“Efendim o türkçe değil!”
O bal gibi türkçe: Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı dil devrimi zamanında bile resepsiyon vermiyordu. Ama batı ülkeleri elçilikleri milli günlerinde “resepsiyon” veriyordu. Demek ki neymiş? Devletin bir geleneği olmalıymış. Gelenek dildir. Bu dili kaybederseniz, her şeyi kaybedersiniz. 
Cumhurbaşkanı yerine “republik başkanı” diyelim olsun bitsin! (Nitekim Azeriler respublika sadrı diyor! O da ayrı bir garabet.)
Bayramlarda millet tatile çıktığı için trafik kazaları çok olur, zayiat ta ona göre. Dil bayramının zayiatı da kelime kaybı olmalı
Gelelim “bayram değil seyran değil, seyran değil” faslına. Şu ci, cı ekimiz var ya, gerçekten çok işlek bir ek. Mesleklerin sonuna, meşreplerin sonuna ekleriz de ekleriz. Kapıcı, kaleci, bakıcı, kitapcı, yazıcı, Türkçü, İslamcı, toplumcu.. vs. vs. Son yıllarda bakkalcı, kasapçı diyenlere de rastlıyoruz. Henüz “mimarcı” diyeni duymadım. Meğer Arap dünyasında böyle diyenler varmış!
Malum, “mimar” bildiğimiz mesleği icra eden kişidir, dilimize Arapçadan geçmiştir. Sonuna ek getirmek gerekmez. Suriye’de, bu Arapça kelimenin Türkçe “cı” ekiyle, bizdeki mimar karşılığında kullanıldığını öğrenmek şaşırtıcı değil mi? Ben bu bilgiyi, epeydir görmediğim, Kubbealtı Akademi dergisinin gençlerle ilgili ilavesinde gördüm. Nasrallah Abdo’nun yazısı sevimli ve öğretici!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
D.Mehmet Doğan Arşivi